İçimde bir kırgınlık var ki sormayın... Sessizlik bürümüş, acı bürümüş sanki içimi. Sankisi filan yok aslında, bildiğiniz acı bürüdü içimi. Savaşmaya çalışıyorum gözyaşlarımla, sanki bu savaşı kazansam o ışığa sahip olabilecekmişim gibi. Sanki yeniden gülümseye bilirmişim gibi geliyor. Manasız aslında hepsi düşünürsek. Ne yaparsam yapayım acıyacak o yara, yeri geldiğinde, bir şarkı çaldığında kanayacak... Kokunu, o parfüm kokunu bir başkasında duyduğumda, o hindistan cevizi karışımı kokuyu duyduğumda göçükler altında kalmışım gibi olacağım bilirim. Bilirim aslında herşeyi de, yarının umudu var işte bilirsin hep bende. O bitmek bilmez umudum. Şöyle kimsenin olmadığı bir yere gidip, avazım çıktığı kadar değil de, canımın yanışı kadar bağırmak istiyorum söylemekten korktuğum adını. Neden? demek isterim mesela, öyle nedenler sıralarım ki arka arkaya, hangi birine cevap vereceğini şaşırırsın belkide. Belkide şaşırmazsın, tenezzül etmezsin cevap vermeye her zaman ki gibi. Kaçabilecek hatta sığınabilecek bir neden ararsın tüm nedenlerim için. Uzun uzun bakmak isterim yüzüne belkide, bu sefer bütün açıklığı ile duygularımın. İlk defa sana hayran olmadan, fitursuzca değil, yargılayarak bakmak isterim yüzüne. Şöyle boynumu büküp, savaştığım göz yaşlarıma mağlup olup bakmak isterim yüzüne. Birşeyler söylememi beklersin belki bekleme... Çünkü tarif edemez oldum içimdeki acıyı, konuşamaz oldum konuşamaz. Anlatamaz oldum derdimi, dökemez oldum dilime içimdeki dermansız şu derdi... Şimdi dönelim gerçek dünya ya. Bunların hiçbirinin gerçekleşmediği, sadece hallerde kalan o düşlerden dönelim hayata. Oturmuş bilgisayarın başına, "Bir menekşe kokusunda seni aramak var ya" dinleyerek yazıyorum birşeyler işte. Sığmıyor içime bazen bişeyler, kendime dahi anlatmadıklarım, sesli telaffuz edemediklerimi yazıyorum işte böyle böyle. Neyse, geçecek elbet her şey, fakat hep ne derler bilirsin "Ya geçmezse?"...