Topuk sesleri yankılanırken sokakta, bir Fransız kadını görünüşüm ile başımda bir şapka, sonbahar renginde bir kaban ve kabanımın renginde bir ayakkabı giymişim.Saat gece sularının en sessizleşen, sizi sadece sizin düşünceleriniz ile baş başa bırakan bir vakit işte. Ses yok, araba yok, insanlar yok... O kadar yalnızsınız ki bu yürüdüğünüz yolda, kulaklık ile dinlediğiniz şarkı dahi duyulabilir. Onu görmüşüm yine anlamışsınızdır, yoksa neden bu kadar hüzün dolsun yine yazdıklarım. Yeni ve ya güzel haberlerim yok size, yine aynı şeyler oldu. Ben ona baktım, o bana baktı, ben ona aşık gibi baktım o bana sıradan birisi gibi baktı.Ve bu durum sanırım sonsuza dek devam edecek gibi duruyor. Şubatın kandıran sıcak havalarının ardından Mart tüm soğukluğu ve sert rüzgarlarıyla geri dönmüşe benziyordu. Gökyüzünde bir tane bile bulut yoktu. Öyle ki malum şahsın hayran olduğu ay tüm zarafeti ile asılıyordu öylece gökyüzünde. Eskiden ay'ı uzun uzun izleyebilirdim. Orada acaba ne var diye saatlerce düşünürdüm... Ama şimdi sadece canımı yakan bir ayrıntı gibi geliyor şu güçsüz ruhuma. Sırtımda ki gitarım kamburlaştırıyor muş beni, öyle dedi birkaç insan bugün. Onlar anlamıyor, onlar görmüyor... Aslında gördükleri kamburluk benim sırtımda taşıdığım hüznün yüzde bir'i belkide... Görmüyorlar ki ben bütün bu kırgınlıklarımı, bütün bu vazgeçilişlerimi aslında şu sırtımda taşıdığım gitara borçluyum. Duygularımı en güzel tercüme edebildiğim, doğa üstü, tanrının vermiş olduğu en mükemmel şey saydığım şu müzik sayesinde kurtarıyordum kendimi insanların açtığı yaralardan. Hatta bir şarkımda şöyle bir şey yazmıştım "Hiç mutlu son olmadı, ya da daha benim sonum gelmedi". Haklı olmayı o kadar çok istiyorum ki, çünkü mutlu bir son istemek herkes kadar benim de hakkım.Haklısınız yazar burada biraz bencilleşti. Ama olsun, kim mutluluğu için bencilleşmez ki?
Aniden durdum. Nereden geldim ki şimdi ben bu konuya? O adamdan konuşuyorduk işte, ya da ben konuşuyordum. Ama ne yalan söyleye bilirim, herkesin hayalindeki dinleyici olsanız gerek sayın okuyucular, çıtınız bile çıkmıyor. Üstelik varlığınız bile meçhul. Bazen delirdiğimi düşünüyorum haklı olarak. Yok canım saçmalama demeyin, yoksa insan sokağın ortasında kendine küfreder mi? Hemde yolunu iki dakika daha uzattı diye. Ne kadar ikna oldunuz bilemem ama sanırım sevgili yazarınız, bu kitabın sonunu akıl hastanesinde yazıyor olacak gibi. Gerçi siz şimdi benim ne yazdığımı da anlamamışsınızdır. Haklısınız... Ama birde şöyle düşünün, edebiyat hep edebi sözlerden mi oluşur? Ya da herkesin aklına kazınmış o koca koca yazarların sözlerinden mi oluşur? Belkide evet, ben yanlış yapıyorum, ama olsun. Ben kendi aklımda yaptığım yanlışları da seviyorum. Tıpkı o adamı sevdiğim gibi. Çünkü o yanlışı da kendi aklımda yaptım. Bile isteye, göre göre... İşte tam da burada baş başa kalıyorsunuz kendinizle. Kimseyi suçlayamamak ne acı biliyor musunuz? Vicdanınızı pişman olduğunuza ikna etmek ne kadar zor biliyor musunuz? Bilmeyin, çünkü öldürüyor insanı... Şimdi bana soracaksınız bana "Ne anlattı lan bu şimdi burada?" Sakin olun, söylüyorum hemen. Burada sevgili deli yazarınız sıradan bir insan gibi yolda yürürken neler düşündüğünü anlattı size. Zaten daha da anlatacak bir şeyi kalmamışa benzemiyor mu?
Aklınızla değil, tüm deli oluşunuz ile sevin dostlar.
Deniz Dönmez