İblis

143 12 5
                                    

Sabah beş civarlarında "Amca ben geldim" dedi Harry. Hava yeni yeni aydınlanıyordu. Ormancı amcasının yanıt gelmeyince tekrar seslendi. "Amca?" Amcasının odasına doğru giderken "Amca evde misin?" diyordu yeşil gözlü, açık kahve saçlı, uzun ince genç. Amcasının odasına vardığında amcasının yerde yüzüstü yatar şekilde buldu. Birkaç saniyede bir ani hareketler yapıyordu. Hemen amcasının yanına gitti, onu yüz üstü çevirdi. Amcası hiç iyi görünmüyor. Yüzü gitgide kızarıyordu ve birden bağırmaya başladı. Çok acı çektiği belli oluyordu. Normaldi de çünkü ağzı sonuna kadar açılmış ve yırtılma başlamıştı, el ve ayakları kontrolsüzce titriyordu. Derisi dökülmeye başlamıştı. Kemikleri eklemlerini zorlarcasına bir sağa bir sola savruluyordu. Harry onu yatağına taşımaya çalıştı ama adamın savrulan uzuvları ona engel oluyordu. Elleri ve ayakları büyümeye, tırnakları uzamaya başlamıştı. Derisinin altında grimsi koyu yeşil yeni bir deri gözüküyor. Harry birden korkarak geri çekildi. Harry geri çekildikten hemen sonra amcası hareket etmeyi kesti. Harry tam tekrar yaklaşacakken amcası gözlerini yavaşça ona doğru çevirdi ve kükredi. Amcası ağzını normal bir insanınkinden daha fazla açmıştı. Dişler sivrileşmişti. Birkaç ufak parça dışında suratını yeni derisi kaplamıştı. Harry korkarak elleri ve ayaklarıyla kendini geri geri itti. Odadan çıkarken kapıya tutunup ayağa kalktı. Amcasının yan dönüp ellerinden kuvvet alarak öne doğru fırladığını görünce Harry koşmaya başladı. Harry tüm gücüyle koşmasına rağmen amcası ondan iki kat hızlıydı. Neyse ki amcası virajları alamıyor duvarlara çarpıyordu. Sonunda mutfağa vardı ve bir bıçak aldı çünkü dışarı çıkıp kaçmayı denerse elinde sonunda yakalanacağını biliyordu. Tam bıçağı alıp arkasını döndüğünde amcası kapıya varmıştı. Kapıda durdu başını yana eğerek ucube ağzıyla sırıttı ve Harry’nin üstüne atladı. Harry gözlerini yumup bıçağı öne doğru doğrulttu. Bıçak sol tarafındaki kaburgalarını parçalayıp akciğerini delmişti. Harry bıçağı bıraktı. Amcası yere düştü ve Harry emin olmak için bıçağı alıp amcasının kalbine sapladı. Sonra diz çöküp ağlamaya başladı. O sırada amcası elini kaldırıp bıçağı kalbinden çıkardı. Akciğerindeki yara kapanmıştı. Bıçağı çıkarmasıyla birlikte kalbindeki de iyileşmeye başladı. Harry’nin bunları fark etmesi zaman aldı çünkü gözleri kapalı ağlıyordu. Amcasının hareket ettiğini fark ettiğinde gözlerindeki yaşlar yüzünden hiçbir şey göremedi. Tekrar görmeye başladığında amcası bıçağın ucunu çıkartmıştı. Harry ayağa kalktı. Amcasının yarasının iyileştiğini görünce mutfak camını açıp sandalyeye basarak dışarı atladı. Amcasını dışarı çıkması için sadece zıplaması yetmişti. Tam yere inecekken Harry yaklaşık elli santim ötesindeki amcasına “YETER” diye bağırdı ve ellerinin önünde beyaz bir ışık çıktı. Amcası eve doğru, Harry ormana doğru savruldu. Harry’nin her tarafı toz olmuştu. Gözlerindeki tozu sildi. Tozların arasından geçen ışıklar sayesinde duvarın çoğunun yıkıldığını gördü ama amcasını göremedi ve hemen arkasını dönüp ormanın içinde olan evlerinden ormanın derinliklerine doğru koştu. Koşarken sağ omuzunun ağrıdığını hissetti. Elini omuzuna götürünce eline kan bulaştı. Omuzuna bir tuğla parçası saplanmıştı. Tuğla parçasının omuzundan çıkartıp omzunu tutarak koşmaya devam etti. Yeterince uzaklaştıktan sonra yarım saat kadar yürüdü ve sonunda bayılıp yere yığıldı.

 Amcasının cesedinin ağzından kırmızı bir duman çıktı ve ağaçların arasında ormanda ilerlemeye başladı.

Yaklaşık bir saat önce ormanın daha doğusunda…

 David ne yapacağını düşünüyordu. Artık kafayı yiyecekti. Yol boyunca ve uyumadan önce bunu düşünmüştü. Sabahın köründe heyecanla uyanıp gene düşünmeye başlamıştı. Şimdi boğazını kesip Albert’a haydutlar saldırmış diyebilirdi ama neden onlara ve eşyalarına hiçbir şey olmamıştı. Aklına gelen şeylerde hep bir eksik oluyordu. Belki de ikisini de öldürüp evdekilere ayı saldırısına uğradıklarını kendini zor kurtardığını söylemeliydi ama Albert’a bunu yapamazdı hem en yakın dostuydu hem de onun sırrını saklayıp buralara kadar gelmişti. Sonra aklına bazı sözler geldi. “Ben silahla uyuyacağım tehlikelere karşı. Bence sizde öyle yapın.” demişti Rowan. Albert oğlunu dinlemiş ve hançerlerden birini yastığının altına koymuştu, diğerini ise Rowan almıştı ama David hiç oralı olmadı. Yavaşça, gözleri kısık ve suratında umut ile mutluluk duyan bir gülümsemeyle Rowan’a döndü. Rowan sağ omuzunun üstünde yatıyordu ve sağ elinde hançer vardı. Hançeri terste tutmuştu. Ya çocuk salaktı ya da bu bir işaretti. Yani hangi salak hançer elinde. İlk başta yarı uyur bir biçimde rüya gördüğünü sandı David ve biraz su alıp suratını yıkadı. Soğuk su onu kendine getirmişti. Tekrar Rowen’a baktı. Hala salakça yatıyordu. David da hemen harekete geçmeye karar verdi. Bıçağı iyice karnına dikleştirdi ve arkadan yavaşça itmeye başladı. Yavaş yavaş. O kadar yavaştı ki hareket ettiğini anlamak güçtü. Bıçağın ucu karnına değdiğinde David kolundan sertçe itti çocuğu. O sırada Albert uyanıp geriniyordu. Gözlerini iyice açıp olanları görünce dili tutulmuştu. David “Albert uyan. Oğlun salak gibi bıçağı karnına doğrultup yatmış.” sesine olabildiğince endişe tonu vermeye çalıştı. Rowan’ı kendine doğru çevirip “Olamaz aptal çocuğum benim. Seni tutmaya çalıştım ama yapamadım. Elimi hissettin değil mi?” Rowan önce karnına baktı, gözlerini sonuna kadar açmış şaşkın ve endişeli bir şekilde “Hıhı” dedi. “YALANCI” diye bağırdı Albert. “Yaptıklarını gördüm. Tıpkı karına yaptığın gibi oğlumu öldürmeye çalışıyorsun.” Rowan daha şaşkın bir şekilde bakmaya başlamıştı. “Sen kalpsiz, anlayışsız ve bencil birisin. Herhalde kadın isteğinden öyle davranmıyordu. Hayata bir sıfır geride başladı. Ama yetti artık benim oğlum olmaz.” Albert delirmiş gibi bakıyordu. Gözler yuvalarından fırlayacakmışçasına kızgınlıkla açıktı. Silahları koydukları sandığa doğru gitti tam sandıktan kılıcı alırken David üstüne atladı. Kılıcı Albert’ın elinden çekmeye çalışıyordu ama Albert öfkesi sayesinde daha güçlüydü ve David’ı iterek ayağa kalktı kılıcı kafasına indirmek için havaya kaldırmıştı ki David onu ayağıyla itti. Albert yere düşmüştü, ayağa kalkarken David silahların olduğu sandıktan bir kılıç aldı ve Albert’a doğru savurdu ve kılıçlar çarpıştı. David Albert’ı hiç öldürmeyeceğini sanıyordu ama durumlar değişmişti. Albert ölmezse kendi ölecekti ve buna hiç niyeti yoktu ve güneşin doğuşuyla beraber iki dost birbirine kılıç savurmaya başladı.

                                                                            ¤¤¤

 Abigail saatlerdir yürüyordu. Çok yorulmuştu ve suyunun yarısını içmişti ama durmuyordu. Duramıyordu çünkü eğer durursa bir ayı, haydut ya da bir kurdun onu bulacağını düşünüyordu ama daha fazla dayanamadı ve kendini yere attı. Gözleri kadar mavi elbisesi artık sadece mavi değildi. Uyandığında havanın kararmasına saatler kalmıştı. Bu kadar uzun uyuyabildiğine hayret etti. Ayağı kalktı ve bütün vücudunu kontrol etti herhangi bir zarar görmüş mü diye. Tek bulabildiği dal çizikleri ve elbisesinin yırtıklarıydı. Şanslı olduğu için sevindi. Maalesef yiyecekleri o kadar şanslı değildi. Yemeklerinin çoğu araklanmış geri kalanlarını da karıncalar sarmıştı. Hançerinde kan izi vardı ama birinin yaralandığını söyleyemeyecek kadar küçüktü. Yiyeceklerini kim çaldıysa çalarken kendini kesmiş olmalıydı. Abi hançer, tabanca ve suyu dışında kesesinin içindekileri yere döktü, yerden kılıcını aldı ve yoluna devam etti. Uykusunun açılması uzun sürmüştü. Durumun farkına varınca daha çok yürüyüp bir an önce ona yardım edebilecek birilerini bulması gerektiğini düşündü.

 Güneş doğmaya başlamıştı. Dünkü kadar olmasa da yorulmuştu ve durmak istiyordu. Suyu bitmek üzereydi. Biraz dinlenip eğer yapabilirse yürümeye devam etmeye karar verdi.  Bir kayanın üstüne oturup bir çubukla yere bir şeyler çizmeye başladı. Bir adam bir kadın çizdi. Sonra bir kılıç ve kılıcı sırayla ikisine de sapladı. Dakikalarca böyle saçmaladı. Derken “YALANCI” diye bir bağırma duydu. İlk başta sesin aksi yöne kaçmaya kara verdi ve koşmaya başladı. Sonra durdu. Sonunda insanlar bulmuştu, yiyeceği bitmiş, suyu bitmek üzereydi. O da gidip bakmaya karar verdi. Belki de yardım isteyebileceği birilerini bulurdu. Seslerin geldiği yer vardığında iki adamın birbirlerine kılıçlarını savurduğunu gördü ve hemen ağacın arkasına saklandı. Daha uzun, daha yaşlı ve daha zengin gözüken iki eliyle kılıcını kahverengi saçlı adamın kafasına doğru indirdi. Kısa olanda kılıcını yan tutarak saçları grileşmiş adamın kılıcını durdurdu. Adamın suratındaki öfkeyi görünce bir an korktu Abi. Kısa adam uzun olanın kılıcını iterek adamı geriye tökezletti ve kendisi atağa geçti. Adamların kılıçları çarpışırken Abi ne yapması gerektiğini düşündü. Kaçmalı mıydı yoksa başka bir şey mi yapmalıydı? Ve sonunda bir karara vardı. Ateş edip birini vuracaktı ve böylece diğeri hayatını kurtardığı için ona yardım edecekti. Sonunda bu sefil durumdan kurtulmak üzere olduğu için sevindi ve suratına bir gülümseme yerleşti. O sırada gözüne karnına bıçak saplanmış bir adam ilişti. Hiç umursamadan düşünmeye başladı. Ama hangisini vurmalıydı. Uzun adam ona samimi gelmişti ve kısa olandan korktuğu gibi deli olduğunu düşünüyordu. O da kısayı vurmaya karar verdi. Kısa adam diğerini kılıcına kılıcıyla bastırarak diz çöktürmeye başlamıştı. Abi nişan almaya çalıştı. Belki de sadece ateş etmeli kimin öleceğini kaderin seçmesine izin vermeliydi ve ateş etti. Yaptığına inanamamıştı seçtiği adamı bu mesafeden vurmuştu. “Baba” diye çok zayıf bir ses çıktı yerde yatan adamın ağzından. O kadar zayıftı ki uzun adam bile duyamamıştı çocuğun dediğini. Abi adamın yanına giderken adam kılıcını çocuğun boğazına sapladı. Abi heyecanla adamla konuşmaya başladı. “Efendim bana yardım edin bu ormanda yemeksiz ve susuz kaldım.”

 “Git başımdan velet yoksa senide öldürürüm.”

“Bu yaralanmış adamı öldürdüğünüz gibi mi? Çünkü sizi yenmek üzere olan adamı ben öldürdüm. Hayatınızı kurtardım. Bana borçlusunuz.”

“Ağzın iyi laf yapıyormuş.” adam sırıttı ve o sırada düşündü. Çocuk haklıydı hayatını kurtarmıştı. Ayrıca evini ve çocuklarını emanet edecek kadar güvendiği birinin kocasını ve oğlunu onun yüzünden ölmüştü. Kızı bakması için ona verebilirdi. “Pekala velet ama gördüklerini birine anlatırsan anlattığın kişiyle birlikte seni de öldürürüm.” diye sözlerini bitirdi. Adam onuda öldüre bilirdi ama Abigail'in başka seçeneği yoktu.

 Adam eşyalarını toplarken Abi onu suratında kocaman bir gülümsemeyle bekliyordu. Adam toplandığında “Adınız ne?” dedi Abi.

“David. Peki sesin velet?”

“Abigail.”

David toplandığında köşküne gitmek için yola çıktılar ama maalesef David’ın yön algısı zayıftı. Bu yüzden evin tam tersi yöne yürüyorlardı.

 David ve Abi beş dakikalık yürüme uzaklığındayken Albert son nefesini aldı ve havayla birlikte içine kırmızı bir duman çekti.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 08, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Ölüm YoluHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin