Aynada son kez kostümünü düzelttim. Tanrım bunun için Kyungsoo’yu öldürmeliydim. Komik gözüküyordum! Grease’ten fırlamış gibiydim. Ama gözümdeki eye-liner’ı sevmiştim. Ben aslında böyle giyinen bir tip değilim. Yani deri ceketlerim var evet ama altına mavi kot giymezdim. Kafamı kaldırıp saate baktım arından son kez üstümdeki ceketin yakalarını düzeltip aynadan uzaklaştım. Orada ne bok yiyecektim ki? Bir sürü sevgili arasında ben yalnızdım. Yapayalnız. Aynada kendime bakıp saçlarımı düzelttim. Tamam, hazırım sanırım.
Telefonumu cebime tıkıştırıp. Dışarı çıktım. Sevgiyle motoruma bakıp biraz hasret giderdikten sonra motora atlayıp sürmeye başladım. Rüzgârı hissetmeye bayılıyordum. Bütün vücudumda hissedip rüzgârın ve hızın verdiği o hissi, o tutkuya âşık bile olabilirdim. Motor, kitaplarımdan sonra hemen ikinci sırada yer alıyordu benim için bazen ise birinci sırada bile oluyordu.
Sonunda partinin yapıldığı alana geldiğimde motorumdan inmeden bizimkilere bakınmaya başladım. Ve işte oradaydılar sevimli çiftler. Motordan inip onlara doğru yaklaştığımda konuşmayı kesip bana baktılar. Suho kolunu Kyungsoo’nun omzuna atmıştı. Luhan ile Xiumin bana bakıyorlardı.
“Bana bakmayı kesin korkutucu oluyorsunuz.”
Onları umursamayıp balkabağı şeklinde olan bardaklardan birini alıp içmeye başladım. Tanrım içki değildi. Motorumu ve kendimi sevmiyor olsaydım şuan beşinci içki bardağımı içmiş olurdum herhalde. Cebimden telefonumu çıkarıp Temple Run oynamaya başladım. Bu oyuna sinir olsam da bırakamıyordum. Omzuma atılan kol yüzünden uçurumdan yuvarlanmıştım işte. Lanet. Kafamı kaldırmamla Luhan’ın sırıtan yüzüyle karşılaşmam bir oldu.
“Yah! Ölmek mi istiyorsun ?”
Luhan’ın sırıtışı yüzünden silinirken koluma sert bir darbe almıştım. “Hyungunla böyle mi konuşuyorsun? Tch tch tch. Hiç yakıştıramadım” Kolumdaki acıyla yüzümü buruşturduğumda ondan biraz uzaklaştım. Yeni bir bardak alıp bir dikişte bitirdiğimde yine garip bakışlarını üzerimde gezdiriyorlardı. Onlara ‘Ne var?’ bakışı attıktan sonra Kyungsoo ağzını açıp konuşacaktı ama Suho’nun kolundan çekmesiyle açık olan ağzını kapattı.
“Tanrı aşkına neyiniz var sizin?”
Xiumin sonunda konuşmaya karar vermişti bana uzun bir süre baktıktan sonra tabi ki. “Çok sinirlisin bu günlerde Baek? Yeni kitap çıkmış Aynı Yıldızın Altında diye istersen bir ara onu falan al, cafelere falan git. Pasta ye. Ne bileyim yıldızları say ?”
Ağzım açık bir şekilde ona baktığımda gülümsedi. Sinirli değildim ki ben huysuzdum. Belki birazda uykusuz olabilirdim. Birazda aç. Ama huysuzluk yapmak benim hakkım! Gözümün önünde çiftler dolaşırken nasıl mutlu olacaktım ki? Ama sorun benim. Hiç mi istediğim gibi şansım gitmezdi ki? Kafamı Xiumin’e çevirip tamam anlamında salladım.
Yıldızları izleyebilmek için uygun bir yer aramaya başladım. Çoğu kişi Xiumin gibi düşünüp battaniyeler sermişlerdi. Bazı sevgililer beraber uzanıyorlardı. Aghh. Boş battaniyelerden birine uzanıp yıldızları izlemeye başladım. Onları saymaya başladığımda bir tane kayan yıldız olduğunu fark ettim. Sanırım dilek dilemeliydim. ‘Tanrım. Lütfen artık beni sonsuza dek sevebilecek birine âşık olayım’
* Lay *
Ağzımdaki dişleri çıkarıp su içtim. Kris’e baktığımda Tao’un saçlarını düzeltmeye uğraşıyordu. Aynanın yanına gidip dişleri tekrar takmaya uğraştım. Bütün gece bunlarla uğraşacaktım sanırım. “Yah! Ge! Bu dişleri takmasam olmaz mı ?” diye bağırdığımda Kris dikkatini Tao’dan ayırıp bana odakladı. Kafasını sallayıp yanıma geldiğinde dişleri ağzıma soktu.
“Olmaz.”
Ağzımdaki elini itip dişleri yerleştirdiğimde ona baktım. Bunu ona ödetecektim elbette. Kıyafetim daha ilginç olabilir miydi? Hayır. Pelerini düzeltip Sehun ve Kai’yi beklememiz gerekiyordu. Koltuğa oturup elime son iki sayfası kalan kitabımı aldıp okumaya başladım. Yeni bir kitap alsam iyi olacaktı.
Sanırım geçen gün Tao Aynı Yıldızın Altında diye bir kitaptan bahsediyordu. Yarın bir kitapçıdan onu alabilirim. Kaldığım yeri bulduğumda okumaya başlamıştım. Karakterle kendimi özdeştirmeyi seviyordum fakat bir kız olunca biraz zor oluyordu. Kafamı kitaptan kaldırdığımda Kai ve Sehun aşağıya inmişti.
“Ah, herkes hazırsa artık gidelim mi?”
Kai Sehun’un omzuna kolunu atıp kendine doğru çekmişti. Kris’te kolunu Tao’nun beline dolamıştı. Ve dördü de çift gibi giyinmişlerdi. Buradan bakınca o kadar şeker görünüyorlardı ki. Gülümseyerek arkalarından ilerledim. Arabaya tıkıştığımızda kafamı pencereye yaslayıp dışarıya bakmaya başladım. Tanrım bu gece ne kadar çok yıldız vardı. Onları sayabilmek için neleri vermezdim.
Elimi camın üstüne getirip yıldızlara dokunuyormuş gibi cama dokunuyordum. Aslına bakarsanız diğerleri ne kadar sıkıcı bulsa da eğlenceli geliyordu bu sayma işi bana. Sanki dünyadaki bütün dertlerim yok olup gidiyormuş gibi hissederdim.
Arabanın durmasıyla düşüncelerimden ayrılıp arabadan indim. Yanımdan hızla geçen bir motor yüzünden saçlarım karışmıştı. Kafamı motorun sahibine çevirdiğimde Grease’ten fırlamış gibi durduğunu fark ettim çocuğun. Aslına bakarsanız çocuğa yakışmıştı bu tarz özellikle saç modeli.
Kai’nin dürtmesiyle bakışlarımı çocuktan ayırmıştım. “Hyung hadi gel masalara gidelim”
Onları takip edip boş bir masaya geldiğimizde elimi bal kabağı şeklindeki bardaklara uzattım. Umarım içki değildir. Çünkü içkiye dayanıklılığım sıfırdı. Bardağı başıma diktiğimde onun içki değil cola olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Colaya bayılırdım. Bardağımı bitirip bizim çocuklara döndüğümde herkesin kendi âleminde olduğunu fark etmiştim.
Tamam, sevgililer tatlı olabilirlerdi –benim için- ama onların yanında durmak ve vakit geçirmek o kadar sinir bozucu olabiliyordu ki bazen. Kafamı diğer masalara çevirdiğimde benim gibi durumda olan birini daha fark etmiştim. O bu gece gördüğüm çocuktu. Benim aksime telefonuyla uğraşıyor onları umursamıyordu.
Tanrım öyle umursamaz olabilmek için neler vermezdim. Ama ben buydum işte. Duygusal ve her şeye hemen takılabilen bir insandım. Her neyse. Bana en iyi gelen şeyi yapabilirdim. Yıldızları sayabilirdim.
Yıldızları sayabilmek için kendime bir yer aramaya başladım. Masaları geçtikten sonra yere battaniyelerin serili olduğunu fark ettim. Sevgililer, yalnız kalmak isteyen insanlar buraya gelmiş ya yıldızları seyrediyor ya da neyse anladınız siz onu.
Boş bir battaniye uzanıp yıldızları izlemeye başladım. Onları saymaya başladığımda bir tane kayan yıldız olduğunu fark ettim. Sanırım dilek dilemeliydim. ‘Tanrım. Lütfen artık beni sonsuza dek sevebilecek birine âşık olayım’
**
Baekhyun kahvesinin son yudumunu da içip ceketini giydi. Yağmur bastırmıştı. Sabah evden çıkmadan önce Luhan hyung ona şemsiye almasını söylemeseydi bu yağmurda ıslanıp hasta olabilirdi. Kapının açılma sesiyle o tarafa döndü yağmurdan ıslanmış bir adam yanından geçerken yanlışlıkla ona su sıçratmıştı. Ardından hiç onu umursamayıp köşedeki bir masaya geçip çantasından çıkardığı kurabiyeleri yemeye başlamıştı.
Lay koşarak cafeye girdiğinde sonunda yağmurdan kurtulabildiği için sevinmişti. Yağmur birden bastırmıştı ve o şemsiyesini almayı unutmuştu. Köşedeki masalardan birine geçip kahve istedi. O sırada yeni aldığı kurabiyelerini çantasından çıkarıp yemeye başladı. Kahvesi geldiğinde kurabiyelerinin tadı daha da hoşuna gitmeye başlamıştı. Eğer zamanında buraya girmeseydi şuan yağmurdan daha çok ıslanıp hasta olabilirdi.
Lay kafasını kaldırdığında ona bakan bir çift göz yakaladı. Çocuk anında bakışlarını ondan uzaklaştırıp kasaya doğru yürümeye başlamıştı. Daha dikkatli baktı çocuğa bu o dün akşam onun saçlarını bozulmasına neden olan çocuktu. Şaşkınlıkla ağzı açıldı. Ardından çocuğun kasiyerle konuşmasını dinledi.
Baekhyun kahvesinin parasını ödeyip şemsiyesini açtı. Bir yanı buradan nedense çıkmak istemiyordu ama gitmesi gerekiyordu Xiumin Luhan için sürpriz yapacaktı ve oyalama görevi ona kalmıştı şimdi. Keşke haber vermeselerdi diye içinden geçirdi Baekhyun. Ardından kendini sokağa attı.
Lay çocuğun gitmesine biraz üzülmüştü. Daha iki gündür hayatına balıklama atlayan çocuğu tanımıyordu bile ama iki gündür onu görüyordu hatta buraya gelmeden önce onun normal halini görmek için yanıp tutuşuyordu ve dileği gerçekleşmişti. Keşke daha çok görebilsem diye düşündü. Ardından kahvesinden bir yudum alıp düşüncelerinden sıyrıldı. Buraya daha çok gelmeliydi.