1.Bölüm

238 31 5
                                    

 Ortamda gergin bir çekim hissettiğimden dolayı bu çekimi biraz yumuşatmak için gülümsedim. İkimizde konuşmuyorduk.  Bu sessizlikten ciddi bir şey olduğunun farkına varmıştım. Yutkundum. Boğazım düğümlenmişti. Bu düğüm yavaşça aşağı doğru kayıyordu. Avuç içlerim terlemişti. Kendimi cesaretlendirdim ve meraklı bir bakışla Mert'in elini tuttum. ''Ne oldu?'' Mert'in yüzü her zamankinden farklıydı. Endişeli görünüyordu. Dudakları dümdüz bir çizgi gibiydi. Onu neredeyse yedi aydır tanıyordum ve hiç bu kadar ciddi olduğunu görmemiştim. Bir şeyler olduğunu seziyordum. Kötü bir şeyler olduğunu...

  Derin bir nefes alıp, yanaklarını şişirdi. Göz teması kurmuyordu. Daha doğrusu kurmamaya çalışıyordu.  Elini elimden çekerek  saçlarıyla oynamaya başladı. Gözlerimi açarak sorumu yineledim ''Ne oldu?'' Mert gözlerini ellerime sabitledi. Ağzını küçük bir  ''poff'' layarak açtı. ''Üzgünüm. Nasıl söyleyebileceğimi bilmiyorum. Fakat sen bana layık değilsin.''  Çarpık bir gülümseme attım. Daha sonra kahkahalarla gülmeye başladım. Aslında gülmemin sebebi sinirlerimin bozulmasıydı. Bu kadar basir olması beni sinir etmişti. Gerçekte şuan onun yüzüne kezzap dökmek istiyordum. Belki de ateşten fokurdayan lavlara batırıp, çıkartmak...

 ''Unutma. Seni hep seveceğim!''

''Geçelim bunu...''

''Buse lütfen. İkimizde yirmi beş yaşlarındayız. Lise çağındaki ergenler gibi ayrıldık diye trip atma''

''Trip atmıyorum. Sadece yedi aydır sevdiğim ve neredeyse her gün nişan  ve evlilik hayalleri kurduğum kişinin benden ayrıldığını söylediği için biraz sinirlerim bozuldu.''

''Seni tanıyorum. Şuan seninle yaptığımız şeyler için üzülüyorsun. Muhtemelen benim tanıdığım Buse eve gidince ağlayacak.''

'Yaptığımız şeyler için' dereken bana muzip bir bakış attı. İğrenç bir sırıtışla bana baktı. Eskiden-bir kaç dakika öncesinden bahsediyorum- bu gülümseme bana güzel geliyordu. Üstelik beni mest ediyordu. Fakat son bir kaç dakikadan beri Mert ile çıktığımızı hatırlayamıyorum. Sinirliydim. Çünkü en kötü noktaya parmak basmıştı. Ağlamak. Onun için belki ağlayacaktım ama onun ağzına lafı yapıştırmam gerekiyordu. Göt herif...

''Ben güçlüyüm, ve sen beni bilmiyorsun, kahretsin!''

''Sinirlenince çok tatlı oluyorsun.''

Sanırım lafı yapıştırmıştı. 'Sinirlenince çok tatlı oluyorsun' sözünü duyduğumda neredeyse gözlerim yuvalarından fırlayacaktı. Ağzımın kapalı olmadığından emindim. Sanki kafamdan aşağı kaynar su dökülmüş gibiydi. Kendimi kahkaha atarak yatıştırdım. Mert şaşırmış gibiydi. Şuan hüzünlü bir ayrılma süreci değil komik liseli sevgili ergenler gibiydik. Aslında gibi değil tam kendisiydik. 

''Neden gülüyorsun?''

''Çoğu zaman gülümseyerek küfür ediyorum.''

Başımı anlamsızca salladım. Bu tür kahkaha ve baş sallama olaylarım aslında 'Sinirlenince çok tatlı oluyorsun ' cümlesini beynimin bir kenarlarına atıp, beynimin o cümleyi temizlemesini beklemek içindi. Buna kısaca ''UNUTMAK'' denilirdi.

 Mert gözlerimin içine baktı. Adeta gözlerimiz kenetlenmişti. Sanki hiç bir zaman ayrılmayacak gibiydi. Kalp atışlarım yeniden hızlanmıştı. Evet onu hala seviyordum. Teslim olmuştum. Birbirimizn gözlerine baktıkça midemden başlıyıp, vücudumu saran o tatlı hissi kelimelerle anlatamıyordum. Yüzüme daha da yaklaştı. Nefesi yüzüme vuruyordu. Adeta nane kokan nefesi tenimi okşuyordu. Ağzını konuşmak için açtı fakat yine kapattı. Sanırım o da bu anı bozmak istemiyordu. Geri çekildim ve yüzümü buruşturdum. 

''Nişan yapacaktık. Neden bunu bize yaptın ki? Çok mutlu görünüyorduk.''

'Görünüyorduk' kelimesini kullandıktan sonra aklıma geldi. Evet çok mutlu ve aşık görünüyorduk. Fakat bu gerçekte aşkmıydı ki? Tek taraflı olup olmadığından bile emin değildim. Belki de zaman geçirmek için benimle yedi ayını harcamıştı. Tekrar göz teması kurduğumuzda konuşmak için ağzını araladı.

''Evet öyleydik. Fakat Tuba... O hayatıma gireli bir kaç ay oluyor. Çok farklı bir kız. Onunla mutlu olacağımıza eminim.''

 Kafam iyice bir çorbaya dönüşmüştü. Ne yani hiç haberim olmadan iki ay boyunca çıkıyormuydular? Boğazım düğümlenmişti. Saç diplerim ve avuç içim terliyordu. Kalp atışım hızlanmıştı. Sanki kalbime birisi bıçak saplamış gibiydi. Gözlerimin içleri yanıyordu. Konuşmak için ağzımı açtım ama kelimelerin hepsini yuttum. Sanki birisi dilimi çivilemiş gibiydi. Her an göz yaşlarım yanaklarımdan süzülecek gibiydi. 

''Numaramı sil bende seninkini sileceğim. Arkadaş kalmayalım. Hatta hiç görüşmeyelim bile.''

 Sesim kısık çıkmıştı. Her türlü kırıldığımı ifade edebiliyordum. Çantamı ve montumu toparladım. Giderken geri döndüm ve yanında durdum. Elimi istemsizce ve korkarak omzuna koydum. Her zaman ki gibi sıcacıktı. Kulağına eğilerek ''Elvada'' dedim. Bileğimi tutmasını engelliyerek kafeden çıkıp gittim.

 Eve geldiğimde şans eseri annem evde yoktu. Tahmin etmeliyim ki ya arkadaşları ile birlikteydi ya da bugün biraz fazla davası çıkmıştı. Evet annem avukattı. Üstelik görevini iyi bir şekilde yapanlardan.

 Annemin evde olmamasından yararlanıp odama geçtim ve kapıyı kilitledim. Ev sıcaktı. Hemde fazlasıyla. Ağlamak istiyordum.  Onu şimdiden özlemiştim. Mert diğerlerinin yanında en farklısıydı. Aramızda duygusal bir bağ vardı. Ve artık o yoktu. Resmen tek bir kişinin yokluğu, çevremdeki çokluğu bir hiç yapıyordu. Bu tek bir kişi Mert oluyordu. Onu unutma fikri bile, ona kavuşma umuduna bağlanıyordu. Sanki ondan kaçış varsa bile kurtuluş yoktu. Belki de o beni hiç bir zaman sevmemişti.  Benimle zaman geçirmek için çıkmıştı. Bu da onun için üzülmemem gerektiğini belirtiyordu.  İçimde ki sert acıyı bastırmaya çalışarak yatağımın yanındaki komidinime uzanıp, telefonumu elime geçirdim. Tek tuşa basarak Ayça'yı aradım. Birinci çalış, ikinci çalış, üçüncü çalış, dördüncü çalış...Açmamıştı. Belli ki meşguldü. Çünkü Ayça mutlaka üçüncü çalıştan sonra telefonlarımı açıyordu. 

 Kendimi yatıştırmak için biraz haraketli müzik açtım. Tabii ki favori siyahi kadınım Rihanna'yı dinliyordum. Hayranı değildim ama seviyordum. Hakkını vermek lazım. Kadının sesi de, fiziği de, yüzü de, saçlarıda çok güzeldi. 

 Olanları unutmak için uzun ve kirlenmiş olan merdivenlerden aşağı indim. Aslında daha çok kendimi aşağı sürüklerdim.  Hemen alt katımızda olan pasteneye girdim.  Pastane tanıdığımız birinin olduğu için bize aldığımız kekleri, pastaları,yaş pastaları daha ucuza alabiliyorduk. Aslında Ayşe teyze ve Arzu abla -yani pastanenin sahipleri- neredeyse tüm tanıdıklarına hoş görülü davranıp, indirim yapıyordu. Gerçekten çok iyi niyetli insanlardı. Ayşe teyze neredeyse tüm saçları beyazlaşmş, kısa saçlı, mavi gözlü ve yüzünde çizgiler olan bir kadındı. Yüzündeki çizgiler yılların tecrübesini belli ediyordu. Her zaman yüzünde masum bir gülümseme beliriyordu. Kızı yani Arzu abla ise uzun boylu, kahverengi gözlü, siyah saçlı bir kadındı. Genç biriydi. Annesinin fiziksel açıdan tam tersi olsada huyları ikisininde aynıydı. İkiside fazlasıyla titiz, iyimser,masum, akıllı...

 Çikolatalı cheesecake, şekilsiz latte, kahveli ve çikolatalı makaron sipariş edip masama oturdum. Biraz telefonumla sosyal medyada gezdikten sonra siparişlerim geldi. Ayşe teyze yine harika hazırlamıştı. Burdakilerin hepsini Ayşe teyze yapıyor diyebilirim. Neredeyse kızına hiç iş yaptırmıyordu. Her işi yaşlı olmasına rağmen üşenmeyeyip kendisi yapmak istiyordu.

 Makaronlarımı bitirp, lattemden bir yudum aldım. Sıcak ve lezzetliydi. Başımı kaldırıp çatalımı elime alacakken gözüm karşı masada olana takıldı. Onu görmemle birlikte içimde heyecan ve sevinç patlaması oluşmuştu. Gözlerime inanamıyordum.  Yanına gitse miydim? Yoksa beni fark etmesini mi bekleseydim? Yok ya. Herhalde o değildi. Saçları bile çok değişikti. Fakat hala gözlerimi ondan ayıramıyordum. Sonunda kısa süreliğine bana döndü. Bir kaç saniyeliğine göz teması kurduk. İkimizde isimlerimizi sırıtarak fısıldadık.

Çeyrek AsırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin