Hastane tavanındaki ışık gözümü kısmama neden olurken uyanmadan önce ki gördüğüm rüyayı hatırlamaya başlamıştım. Gözümü açtığımda ilk gördüğüm şey ayaklarımı örten mavinin en açık tonlarına bürünmüş bir pikeydi. Başım fena bir şekilde ağrıyordu. Kol eklemime doğru bir serum takılıydı. Kazazede olduğumu belli eden çizikler kolumu bir çarşaf gibi örtüyordu. Tek hatırladığım şeyse beyaz bir parıltının bize doğru yaklaşmasıydı. Sahi. Biz dedimde aklıma geldi. Bora neredeydi? O da benim gibi bir odada yatıyor muydu? Yoksa ağır yaralı mıydı? Acaba bize kim çarpmıştı? Araç neden ters yönden geliyordu? Bora iyi miydi? Yaralı mıydı? Yoksa durumu ağır mıydı? Eve nasıl gideceğimi bile bilmiyordum. Nerede olduğumu da bilmiyordum. Aynı yerde olmamıza rağmen ondan haber alamıyordum. En azından tahminim böyleydi. Borayı bir arkadaşım kadar önemsemediğim halde ne durumda olup olmadığını merak ediyorum. Sonuçta o da bir insandı. Ayrıca ona bir borcum vardı. Sırf sıkıldığımdan çocuğa ve arabasına kilometre yaktırmış, oradanda hoşnut kalmamıştım. Sonucunda ise kaza yapmıştık.
Hafif açık kalan camdan esen rüzgar tenimi yalıyıp geçiyordu. Hafif üşüdüğümden dolayı pikeyi biraz daha üstüme çektim. Ama hala üşümeye devam ediyordum. Daha ne kadar burda kalırım bilmiyordum. Benim için sorun olmazdı fakat annem kesinlikle meraktan çatlamıştı. Aslında bunların hiç biri umrumda değildi. Asıl önemli olan benim için o rüyaydı. Tam rüya diyemezdim o gördüğüme, çünkü yaşanmış bir şey rüyama girmişti. Üç yıl önce tanımıştım o çocuğu. Bir gün arkadaşıyla konuşurken ''... Akşam kampın önüne gelebilir mi ona bir şey söyleyeceğim'' demiştim. Akşam oluncada ona ondan hoşlandığımı söylemiştim. Birkaç gün birlikte takılmıştık. Çıkmıştık. O benim ilkimdi. Bana telefon numarasını bile vermişti; fakat o günden sonra birbirimizden hiç haber alamamıştık. Aradan üç yıl geçmesine rağmen hâlâ rüyama girmeyi başarmıştı.
İşaret parmağımı ve orta parmağımı yanyana getirip uçlarına topuklu ayakkabılarımı geçirmiş çıplak ayakla yere basıyordum. Bora'nın ceketini hem soğuktan korunmak için hem de dekoltemi örtmek için üstüme almıştım ve Borayı bekliyordum. Bana bir şey söylemeden burada beklememi tembih etmişti. Aslında şuan bir taksi tutup eve gidebilirdim ama ona burada bekleyeceğime dair söz vermiştim. Muhtemelen hastanedeki son işlerimizi hallediyordu.
Kilidi ufak hareketlerle çevirip annemi uyandırmadan içeri girdim. Canım annem koltuğun üstünde uyumuştu. Salonun ışığı açık kalmıştı ve masada bana hazırladığı nefis atıştırmalıklar duruyordu. Ne yazık ki hiçbirinden yemek canım istemiyordu. Annemin üstüne battaniye örterek odama geçtim. Üstümü değiştirirken telefonum titredi. Bora mesaj atmıştı. Gözlerim telefon kararana kadar ekrana takılı kaldı. Nedense bildirimin ondan olduğunu görünce içimde küçük bir kıpraşma olmuştu.
"Nasılsın?"
Parmaklarım defalarca klavyedeki tuşlara gitti. Ne yazsam bilmiyordum. Mesajlaşma konusunda pek iyi değildim. Duygularımı ve anlatmak istediğimi mesajla yansıtazdım. O yüzden cevap vermedim. Ardından kendimi gecenin kollarına bıraktım.
Sabah kalktığımda burnuma mis gibi peynirli yumurta kokusu geliyordu. On iki yaşımdan beri yumurtayı sade yiyemiyordum. Gardolapımın aynasındaki korkunç görünen kıza baktım. Bu bendim. Dağınık saçlarım, dünden kalmış makyajım ve iyi uyumadığımı belli eden göz altlarımla adeta öcü gibiydim. Benim için bu Asıl sorun dün geceki rüyayı yeniden görmemdi. O , yani Emre hala rüyalarıma girip bana maziyi hatırlatıyordu. Onunla yaşadığım her şey farklıydı. Ona beslediğim duygular, bana hissettirdikleri, kısacası o farklıydı.
İnsan ne kadar gururluyum desede bazen kendinden taviz verebilir. Sırf sevdiği bir kişi için risk alabilir. Yüz kızartacak hatalar yapabilir. Bende öyle yapmıştım. Üç yıl önce unutamayacağım bir yüzsüzlük yapmıştım. Pişman değilim ama olayların daha farklı ve iyi gelişmesini istediğim zamanlar oluyor. Zaten insanoğlu hep daha iyisini istemez mi? Daha iyi bir kıyafet. Daha iyi bir ev. Daha iyi bir sevgili. Böyle düşünerek elimizdekileride kaybederiz, istediğimizede ulaşamayız. Bu da hayatın bize oynadığı bir oyundur.
Kahvaltımı eder etmez spor çantamı hazırlayıp spor salonuna gitmek üzere arabayı çalıştırdım. Ne kadar rahat görünsemde dün olan kazadan dolayı korka korka arabayı sürüyordum. Kendimi rahatlatmak için bir sigara yaktım ve radyoyu açtım. Endişe etmem gerekiyordu. Bugün spordaki ilk günümdü. Bu beni motive etmeye yeterliydi. Ayrıca yakında bir işede girecektim. Fakat her ne kadar sağlığım ve kariyerim düzene girmeye başlasada aşk hayatında hala kaybediyordum. Yirmi beş yaşında olmama rağmen hala evlenememiştim. Okul ve dershans arkadaşlarımın hemen hemen hepsi Demet Akalın'ın şarkısı gibi evli mutlu ve çocukluydu. Ben hala doğru adamı bekliyordum.
Spor salonundan çıkarken kapıda Borayı gördüm ve yanına gittim.
"Burda ne işin var?"
"Güzel bir kız spora başlamış diye duydum. Onu görmeye geldim."
Gülümsedim. Arada dokuz saniyelik tuhaf bir sessizlik oldu. Demek beni güzel buluyordu. Beğenilmek güzel vir histi.
"Ee,Benimle gelmez misin?"
Bu sorunun ardından kendimi telaşa kapılmış hissettim. Onunla yolculuğa çıkmaktan korkuyordum.
"Sağol. Eve gitmem lazım. Zaten annem babam beni bekler. Çok yoruldum. Duş alıp yatarım."
"Peki yarın bir yerlere çıksak olmaz mı?"
"Müsait değilim."
"Ne zaman müsaitsin peki?"
"Bu aralar hiçbir zaman."
"Mesajıma cevap vermemenin sebebi de müsait olmaman değil mi?"
"Aynen" dedim ve oradan ayrıldım. Bora'nın bana olan ilgisinin farkındaydım fakat şuan için hayatıma birisinin girmesini istemiyordum. Mertten yeni ayrılmıştım. Yorgundum. Belki Bora doğru kişiydi ama Mert'in arkamdan bana nispet olsun diye yeni birisini bulmuş gibi laflarını kaldırabilecek bir durumda değildim. Mert' in böyle pis huyları vardı. Birisinin yüzüne karşı konuşamazdı ama arkasından saydırırdı.