Salı akşamı, Junmyeon'dan bir telefon aldım. Böyle aniden söyleyiverince şaşırtmış olmalıyım seni, sen de biliyorsun ki aniden söyleyiveremem hiçbir zaman.
Koltuğumuzun bir köşesine sinmiştim sevgilim, önümde yine o, içini hiçbir zaman istediğim gibi dolduramadığım, dolduramadığım gibi ruhumu da boşaltıveren kahrolası bomboş word sayfası açıktı. Salı akşamları her zaman bir word sayfası açık olur zaten ve her zaman bomboş olur sevgilim, hem de her zaman.
Böylelikle gözüme son zamanlarda daha da çirkin gözüken benim emektar bilgisayarı bir gece evvel tepesinde içip içip ağladığım orta sehpanın üzerine fırlatırken her zamankinden biraz daha acımasızdım. Yanlamasını koltuğa bırakmıştım bedenimi, bacaklarımın arasında Junmyeon'un alırken ayılıp bayıldığı güneş gözlüğü takan kedi resimleriyle baskılı kırlentlerinden biri vardı, dizlerimi karnıma doğru bedenime şöyle bir kez bakan birinin yok olmayı arzuladığımı çatır çutur söyleyebileceği bir kararlılıkla çekebildiğim kadar çekmiştim. Gövdemin altında kalan kolum koltuğun kenarından boşluğa sarkıyordu ve başımda sanki üç dakika önce vücuduma felç inmiş gibi boşluğa düşmüştü. Gözlerimi de kırpmıyordum, öyle bomboş bakıyordum işte. Tam da şu dakika Junmyeon dondurmasıyla kapıyı çarparak içeri girse mesela -daima kapıyı çarpar, her zaman- sahiden vücuduma felç indiğini düşünerek bedenine karşı takındığı her zamanki hırpalayıcı tavrıyla, dizlerinin üzerinde kanepeye uçar ve nefesimi dinlerdi muhtemelen. Sonra da hiçbir şeyim olmadığını görünce ağlardı, bütün akşam, bağırarak.
Beni lanet bir salı akşamı bu dünyaya hiçbir şey bırakamadığım yetmezmiş gibi, hiçbir şey de alamadan, nubuk kumaş bir kahverengi kanepenin üzerinde ölmeyi arzulamaya iten tam da buydu işte. Junmyeon'un az sonra şu kapıdan girmeyecek olması.
Kahverengi nubuk kumaş bir kanepenin üzerinde ölmek, ölmek için seçilebilecek en kötü yerlerden birisidir herhalde. Ya da salı akşamı ölmek ne bileyim, ben mesela bir pazar günü ölmek isterdim, herkesin tadını kaçırmak ve kahvaltı masasında onlara boşluğu izletirken ben de hiçbir zaman azaptan kurtulamayan ruhumla onları izlemek isterdim. Sonra beyaz kendinden desenli suni deri bir kanepenin üzerinde ölmek isterdim eğer ille de bir kanepenin üzerinde ölmem şartsa. Kahverengi kırmızıyı göstermezdi, nubuk da leke tutmazdı sevgilim, şöyle bir kez siliverdiler mi kanım da benimle birlikte yokluğa karışırdı. Bu dünyaya hiçbir iz bırakamadan ölüp gitmek istemezdim, kimse istemezdi herhalde.
İşte böyle düşüncelerler, ölümün bazen ne tatlı, ne yakışıklı ama ne de uzak olduğu buhranlı düşüncelerimden bahsediyorum, o kanepede uzanmış öylece yatıyordum. Açtım, toktum dünya umurumda değildi. Junmyeon'un bin ikincisinde bile Yifan'la seviştiği bin bir senaryo oynuyordu zihnimin içerisinde.
Telefonum kısa bir mesaj sesiyle titrediğinde, önce uzanıp alasım gelmedi onu hiç, sonra alasım gelmemeye devam etti ama yine de uzanıp aldım onu. Ömrüm boyunca hiç yapasımın gelmediği her şeyi yapar dururum zaten.
Mesaj tahmin ettiğim gibi Minseok'tandı. Eğer birimizle iletişime geçmesi gerekirse daima mesaj atardı, sesimiz ömrünü kısaltıyormuş, onun bu nefret dolu tavırlarına aldırma lütfen. ''Kendi başına bir halt beceremeyeceğini bildiğimden.'' diye başlıyordu mesaj. Kalan kısmı başka bir mesaj kutusunda devam ediyordu. ''Senin yerine ben hallettim, aklın varsa bozuntuya vermezsin aradığında. Flörtünle seviştiğim -sevişip durduğum için- (ne kaçırdığından haberin yok senin) bir özür mahiyetinde yapıyorum bunu. Bir an için bile olsa kendin için bir şeyler yapacak cesaretin olsun artık. Kendin için yap.''
Kaşlarımı çatarak ekrana boş bir bakış attım. Anladığım tek şey Chanyeol ile seviştiği, sevişip durduğu ve benim de çok şey kaçırdığımdı. Yani şimdi bakınca baya da bir şey anlamıştım aslında sevgilim, ama meselenin özünü kaçırıyormuşum hissine kapılmaktan da alı koyamıyordum kendini. ''Bu ne be?'' dedim telefonu yanımdaki koltuğa bırakırken, sesimi duyunca irkildim ama yine de devam ettim. ''İçmiş mi bu ne diyor?'' Eğer bütün bir gün yalnızsam kendi kendime sırf konuşmak için konuşurum bazen, kendimle ilgili her şeye yavaşça ve hiç de fark etmeden yabancılaştığım gibi, sesime de yabancılaşmaktan korkuyorumdur belki, bilmiyorum şimdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
çirkin bir ananastı ama onu sevmiştim // suchen
Fanfiction''Neden ağladığımı biliyor musun?'' der tatlı tatlı, o hep tatlı tatlı konuşur sevgilim. ''Çünkü ereksiyon olamıyorsun.''