Her savaşın mağlubu vardır ama kazanan yoktur esasen, der her zaman babaannem. Çünkü her iki taraftan da bir sürü kayıp verilmiştir. Mağlup olan taraf karşı tarafa göre daha çok kayıp vermiştir sadece. Kazanılan ganimetlerin hiçbir önemi yoktur: Çünkü gidenleri geri getirmez hiçbir altın, gümüş. Vatan uğruna feda edilen canlara olan borç, can alınarak mı ödenir ve bu her zaman böyle midir? Zulme zulümle karşılık vermedikçe mi kaybederiz yoksa sahiden güçsüzlüğümüz müdür bizi kara kuyuya sürükleyen?
Hayır, yerimize sinmişliğimiz hırpalanmışlığımızdandı. Şehitlerimizin yüreğimizde bıraktığı kordandı bu suskunluk. Ama yeterdi, eğilmeyecektik daha fazla!
Sabaha karşı Halit İkbal adıyla yazdığım yazıyı basılması için matbaaya götürmüştüm. Eve dönüş yolunda yağmur çiselemeye başlayınca hızlandım. Yağmuru sevmezdim ben: ne zaman yağsa bir fenalık olacak gibi gelirdi, ya da belki yağmur içime sıkıntı verdiğindendi böyle hissetmem.
Yağmur daha da hızlanınca koşmaya başlamıştım.
Evin merdivenlerini çıkarken ayağım taşa takıldı. Ben yerle bir olmadan vücudumu saran ellerin sahibine kalbim ağzımda bakakaldım. Leon'du.
"Konuşmamız lazım."
Doğrulmama yardım ederken yüzüme çarpan nefesi hala sarhoş olduğunu tescil ediyordu. "Ne hakkında?" diye sordum.
"Benimle gel, anlayacaksın ne hakkında olduğunu."
"Gelmem."
"Lütfen." Belimdeki elini sıkarken kendimi geri çektim. Biri görse bu halimizi ne derdi? Boğazıma oturan yumru yutkunmama sebep oldu.
"Sabahın bu saatinde sokakta ne yaptığımı sormayacak mısın?" diye sordum.
Güldü."Cevap verecek misin sanki bana?" Haklıydı.
Kaşlarımı kaldırdım. "Ama merak etmiyor musun?"
"Ediyorum."
Başımı salladım.
"Küçük hanım akşama kadar bekleyebilirim ama zatürre olma riskimiz de var, bilesiniz."
"İyi işte gelmeyeceğim. Madem o risk var bırak gireyim eve."
Etrafa kurtarın beni dercesine bakışlar atarken suratını inceleme fırsatı buldum. Niyetini kestirmeye çalışmak imkansızdı. Her geçen dakika hızlanan yağmur alkolün etkisini geçiriyor gibi görünüyordu ama bu da belirsizdi.
"Bir kere de inat etme Hilal. Bir kez olsun bırak kendini." derken gözlerime sabitledi gözlerini. Benden cevap alana dek gözlerimiz birbirinde kaybolmaya devam etti.
"P-peki g-gidelim."
Yüzü aydınlandığı an başımı yola çevirmiştim kızardığımı görmesin diye. Ceketini çıkarıp omuzlarıma koyarken itiraz etmek istesem de edemedim. Kollarımı hafifçe sıkarken, "Bak üşümeye başlamışsın bile: titriyorsun." dedi.
Nabzım ağzımda attığı için kekelememi, soğuktan sanmıştı. Güldüm hafifçe. Benden kat be kat hızlı yürüdüğü için koşar adımlarla takip ettim onu. Tabii ki vardığımız yer meyhaneydi. Onun esas eviydi burası sanki.
Meyhanenin içi sımsıcacıktı: Sanki insanlar buradan biraz evvel dağılmışlar gibi hissettim. Belki de öyleydi.
Ben etrafa bakınırken Leon şalımı aldı başımdan. Ağzımı açacakken de açıklamaya girişmişti bile:
"Ipıslak olmuş üşütmeyesin."
Edilen her kelama dil uzatınca kendini açıklamaya gidiyordu insanlar. Yanlış anlamadığımı bildikleri halde, üstelik bu beni güldürüyordu.
"Ne diyeceksin?" diye sordum sabırsızlıkla. Başıyla oturmam için sandalyeyi işaret etti. Oturdum.
"Albay Cevdet'le konuştum Hilal. Ailemi sordum, kim olduğumu sordum. Sen de merak etmez misin hiç?"
Gözlerimi kıstım. "Baba sıfatı ne zaman yerini Albay Cevdet'e bıraktı Leon? Öz ailen olmadığımızı öğrendiğinden beri mi yoksa?"
Sessizlik oldu. Sükûnet içinde konuşmamıza rağmen hırsla bakıyorduk birbirimize. Ya da benim hırsım ikimize de yetiyordu.
"Ben yeni öğrenmedim bunu Hilal. Küçüklüğümden beri biliyorum. Albaya neden böyle hitap ettiğimi sen de iyi biliyorsun." Sesi toktu. "Nereden vuracağını iyi biliyorsun küçük hanım. Ayrıca zekisin de."
Gülümsedim. Dediklerimin haklı olmasını o kadar isterdim ki; bizi ailesi olarak görmemesini ve bizden nefret etmesini isteyecek kadar hırslıydım.
"Ben annemi de babaannemi de öz bildim. Onlar bir yana dünya bir yana benim için."
"Peki ya ben? Peki ya ben, Leon? Şimdiye kadar işitmediğim sözler ediyorsun bana? Nasıl inanırım bu samimiyetine?"
İçimi titretecek çarpık gülümsemesini sunarken, "Sen benim canımsın, kanımsın." kelamları döküldü dudaklarından. Sonra birden yüzü düştü. "Nasıl kendinden şüphe edersin Hilal? Seninle anlaşmazlığa düştüğüm her vakit sevgim palazlanır şuramda." Elini göğsüne, kalbinin üzerine götürdü.
Dün gece onu saklı tutmaya söz verdiğim Hilal koltuğun arkasından başını çıkarıp seslendi tüm uzuvlarıma: Yumuşat artık yüreğini, mehlül mehlül bakan suratını al avuçlarının içine, yanağını değdir yanağına; bağrına bas.
Kulak versem tüm bunlara, kendimi kaybedeceğimi biliyordum. Diğer yanım, kalbimin en ücra köşelerinde ona karşı beslediğim hislerimi bana çok fena bir şeymiş gibi nükseden yanım, onu itmemi söylüyordu. 'Bugüne kadar nasılsan öyle devam et Hilal...Ne değişti ki?' diyordu durmadan.
"İyi o vakit." diye cevap verdim, düz sesle."Albayla ne konuştuğun beni ilgilendirmez Leon. Bugüne kadar nasılsan öyle ol. Derdime dert ekleme benim."
"Merak etmez misin hiçbir şeyi? Bu kadar mı ilgisizsin bana? Abin olup olmamam bu kadar mı fark etmez senin için?" Gözlerindeki hayal kırıklığını görmek göğsümde bir yerlere darbe vursa da yılmayacaktım. Kararımı vermiştim.
"Merak ediyorum tabii..." dedim. "Annem ağır hastalık geçirmedi, şükranından ebeye koydurtmadı senin adını. İyi kılıf uydurmuşlar. Sana önceden söylediler mi bunu?"
"Söylemediler." dedi."Ben tesadüfen öğrendim bunları Hilal. Size de beni dışlamanızı istemediklerinden anlatmamışlar besbelli."
Dudaklarımı ıslattım. Başımı kucağımda birleştirdiğim ellerime indirdim. "Derdime dert ekleme benim." diye yineledim kendimi. Göz ucuyla baktığımda başını sallıyordu Leon.
Eşarbımı aldım masadan. Yavaşça uzaklaştım oradan. Sağanak kendini çiseye bırakmıştı. Soğuk yüzüme çarparken silkeledim kendimi iyice. Doğru olanı yaptığım için iyi hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vaveyla
Fanfiction'Adımı iç kavurucu bir ahenkle söylemesi kulaklarımda yankılanmaya devam ediyor, dokunduğu yer uyuşuyordu saat ilerledikçe. Yatmadan evvel söz verdim kendime: bu gecelik, sadece bu gecelik izin verecektim böyle lüzumsuz şeyler hissetmeye, yarın yine...