Okuduğum satırları tekrar tekrar üzerinden geçerken buldum kendimi. Elimde olmadan irileşen gözlerim, şaşkınlıktan hızlanan kalbim...Bu kadar inanılmaz olamazdı bu durum değil mi? Sevda sözleriydi bunlar. Leon'un birine sevdalanması o kadar sıradışı geliyordu ki. Demek onun için bu kadar istemişti bu defteri. Öğrenmemi neden istemediğini anlamamıştım. Zira isim falan yazmıyordu burada. Eğer dalga geçeceğimi düşünmüşse doğru düşünmüştü. Ama hayır, başka bir şey vardı ve ben Hilal isem öğrenecektim bunu.
Kapının sesini duymamla defteri yastığımın altına ittim. Uyuyana kadar abimi düşünüp durmuştum. Sevdalandığı kimdi? Bu kadar meyus muydu? Yazdığı kadar seviyor muydu sahi?
▫▫▫
"Bugün kimse dışarı adımını atmasın. Kırın dizinizi oturun babaannenizin dibinde."
Bugün o malum gün olduğu için annem ablamla beni ikaz ediyordu. Abim olsaydı ona da aynısını der miydi diye merak ediyordum. Sanki annemi dinleyecektide...
"O zaman sen de çıkma anne. Yanımızda kal." Bunu diyen ablamdı. Ben dışarı çıkmama konusunda kimseyle aynı düşünmüyordum. Neden çıkmayacakmışız ki? Kendi topraklarımızda istediğimiz kadar gezme hürriyetimiz olduğunu onlara göstermeliydik. Daha ilk günden mutabık içinde olduğumuzu sanmamalıydılar.
"Hastanede lazım olurum ben kızım. Siz kendinize dikkat edin." dedi annem evden çıkmadan önce. Sofrayı toplama işi de ben ve ablama kaldı. Babaannem tesbihini aldıktan sonra odasına heyecanla gidip Kur'an-ı Kerim'i getirince salona, gün boyu okuyacağını anladım. Evden çıkmak için de bir fırsat doğmuştu bana. Üstüme gelişigüzel bir şeyler giyip eşarbımı taktıktan sonra mutfağa, ablamın yanına indim.
Babaannem duymasın diye sessiz konuştum. "Abla."
Yıkadığı son tabağıda kurulayıp bana baktı. "Ne bu halin Hilal? Nereye?"
"Abla ben çok merak ediyorum neler olduğunu. Böyle elim kolum bağlı oturamam."
"Annem demedi mi dışarı çıkmak yok diye. Niye hiç annemi dinlemiyorsun sen? Babaannem n'olacak?"
"Abla nolur...İdare edersin sen beni."
Ablam başını onaylamazca sallayınca olabildiğince üzgün görünmeye çalıştım. Zaten ablamın gardını hemen indirebiliyordu bu.
"İyi tamam ama ben de geleceğim. Babaanneme yukarda uyuyacağımızı söyleyeyim."
"Tamam ben dışarda bekliyorum seni."
İçimin bir tarafı ferah bir tarafı meyus biçimdeydi. Belki bir şey olmuştur da gelememiştirler: bizimkiler bir kumpas kurup yok etmişlerdir donanmalarını. Mantığım bu fikrin imkansızlığını sunarken kalbim her zaman bir umudun olduğunu hatırlatıyordu beynime. Ablam yanıma geldiğinde cebinden bir şey göstermeye çalıştı. "Ne var orada?"
Kaş göz işaretiyle bir şey anlatmaya çalıştı ama anlayamadım."Ne var?" diye yineledim sorumu.
Kulağıma eğildi ve fısıldadı. "Annemin odasından silah aldım. Bir ihtimal kendimizi korumak zorunda kalırız diye."
Gözlerim irileşti. "Oha abla."
"Ne var be?"
Gülümsedim."Gitgide bana benziyorsun."
Meydana kadar dualarla yürüdük. Coşkulu çığlıkları duyduğumda anladım umutlarımın bertaraf olduğunu. Sokağın sonunda durdurdum ablamı. Belki tanıdık bir yüz vardır diye etrafı kolaçan ettim. Belki abim de buradaydı...
Yunanların karşısında ama onların kalabalıktan göremeyeceği mesafede duran Hasan abimi gördüm. Elinde silah, onlara doğru tutuyordu. Ablam da nereye doğru baktığımı anlayınca ağzından şaşkınlıktan çıkan bir 'hah' nidası duydum. Kaşla göz arasında olmuştu olaylar. Hasan abimin namlusundan çıkan kurşun: bir Yunan askerini vurduğu an Hasan abim yere serilmişti. Kendime hakim olamadan bir çığlık attım. Yerde yatan Hasan abimin yanına koşacakken ablam tuttu beni. Etrafa beş dakika içinde toparlayabileceklerini düşündüğüm bir karmaşa hakim oldu. Ortalık tekrar sessizleşirken Hasan abimin götürülen cansız bedenini izledim. Daha ayak bastıkları an kan dökmüşlerdi. Büyük bir titremeyle gelen öfke sardı bedenimi. Islak yanaklarımı elimin tersiyle sildim. Ablama baktığımda o yere bakıyordu: şoke olduğu anlaşılıyordu yüzünden. Kolundan tutarak topluluğun arasına doğru sürükledim onu. "Hadi abla bakalım rezaletlerini nasıl açıklayacaklar."
Hiçbir şey olmamış gibi fesatça gülümsemesiyle konuşmasına devam eden Yunan ordusunun başıydı zaar.
"Dostlarım...Beş asır önce kadere terk edip geride bıraktığımız dostlarım...İşte buradayız. Bugün İzmir bizim; yarın Trabzon. Ve elbette o büyük gün geldiğinde Konstantinopolis de bizim olacak."
Yanaklarımı ısırmaya başlamıştım cümlelerinden sonra. Canhıraş vaziyetteydik. Kulaklarım uğulduyordu. Bir rüyadan, rüyalara bile girmeyecek bir lakırdıdan söz ediyordu.
"Osmanlı'nın yelkenlerini şişiren rüzgar söndü!"
Elimi ablamın cebine götürüp silahı aldım. Ellerim titriyordu silahı kavramaya çalışırken.
"Hasta adam can çekişiyor."
Başımı olabildiğince dik tutmaya çalıştım. Alnımdan terler akıyor, dudağım titriyordu. Birden namlu elimden kaydı.
"Napıyorsun sen Hilal?"
Abimdi silahı elimden alan kişi. Bir hışımla onu geri almaya çalışırken onun eli de benimkine sarıldı. "Abi bırak Hasan abiyi vurdular bırak!"
"Hilal saçmalama ver şunu bana!"
"Yeter!" Kalbimin durduğunu sandım. Abim yanlışlıkla havaya ateş edince korkup geri çekilen kalabalığa beni de itti. Korku taşan gözlerimizle birbirimize baktık. Askerler bize doğru gelirken ellerini kaldırıp başının arkasında birleştirdi abim. Ablamın feryat eden sesini duyunca koşmaya başladım abime doğru. "Hayır! Bırakın onu! Bırak!" İki asker önüme geçti. "Çekilin! Barbarlar!"
Zaten dolu olan gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı çoktan. Bağırmaya devam ettim. "Bırak! Leon! Yalvarırım bırakın! Onun bir suçu yok."
Abimi götürürlerken ağzını oynattığını gördüm ama duyamadım. Allah'ım ben ne yapmıştım böyle? Neden düşünmeden davranmıştım? Askerler beni itince direnmeyi bırakıp yere, dizlerimin üzerine çöktüm. Gırtlağımı yırtan bir vaveylayla kulaklarım bile inlerken iyice bıraktım kendimi. En son hatırladığım şey gözlerimin karardığıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vaveyla
Fanfiction'Adımı iç kavurucu bir ahenkle söylemesi kulaklarımda yankılanmaya devam ediyor, dokunduğu yer uyuşuyordu saat ilerledikçe. Yatmadan evvel söz verdim kendime: bu gecelik, sadece bu gecelik izin verecektim böyle lüzumsuz şeyler hissetmeye, yarın yine...