Siyah gözlerini, soğuk duvarların boşluklarına dikmişti. Bakışları duvarlarda donarken içinde bir
yerleri yanıyordu. Bu yangını söndürmek için gözlerindeki okyanusu kullanıyordu fakat gözlerindeki okyanus kurumaya başlamış ve yangını söndürmeye
gücü yetmemişti hatta yangın o kadar büyümüştü ki gözlerine kadar ulaşmış, siyah gözleri yangından
sonra simsiyah olmuştu.Göz çukurlarında beliren birkaç adet tuzlu damlayı, avuçlarında biriktirmek için küçük ellerini
çenesinin altına koymuştu. Yanaklarını yakarak inen
gözyaşlarının kuruma tehlikesi ile karşı karşıya olan okyanusunun, son damlaları olduğunun farkındaydı. Artık gözyaşlarını idareli kullanmalıydı.
Cılız bedeni zihninde canlanan senaryolara uyum sağlamaya çalışıyor, sık sık irkilerek titriyordu. Bu titreyişten nasibini alan siyah saçları ise kömür karası gözleriyle yakaladığı uyumdan korkmaya başlamış ve bir kaç tel saçı siyahtan beyaza dönüşerek kendini ateşten gizlemişti. Soğuk duvarlarda canlanan acı senaryodan
göz bebeklerinin olumsuz etkilenmemesi için gözkapakları sık sık kapanıyordu. Buna rağmen gözleri duvarları görebiliyordu çünkü az önceki yangın gözkapaklarını eritmişti. Göz kapakları duvar ile gözleri arasında sadece ince bir perde görevi görüyordu.Rüya’nın gözkapakları kapandığında etraf kapkaranlık değildi artık. Rüya, yirmi beş yaşında bedeni genç ama ruhu
yaşlı bir kızdı. Aklına demir atmıştı geçmişin gemisi, zaman
geçmişti fakat geçmiş hep onunla kalmış, geçen zamana Rüya ile ayak uydurmaya çalışmıştı.
Yürüdüğü yolda parmaklarını sıkıca tutan ve hiç bırakmayan bir çocuktu Rüya’nın geçmişi. Duvarlarda gece gündüz sahnelenen senaryonun yazarı bilinçaltıydı. Başrol oyuncuları ise çocukluk arkadaşı olan Ahmet ve kendisiydi. Senelerdir birbirlerini görmemiş iki tanıdık onlar ya da birlikte büyümüş iki yabancı…
Rüya ve Ahmet on sekiz yıllarını Muğla’da beraber geçirmişlerdi. Aynı mahallede oturmuşlar aynı okullarda okumuşlardı. Yedikleri ayrı olsa da içtikleri hiç ayrı gitmezdi.
Okul çıkışlarında hep aynı simitçiden simit alırdı Ahmet Rüya’ya, Rüya ise kendi elleriyle yaptığı poğaçadan uzatırdı Ahmet’e. Kendi yaptığı po-
ğaçayı yiyemezdi Rüya, tadı hoşuna gitmezdi. Zaten Ahmet’ten başka kimse de yemezdi Rüya’nın poğa-
çasını. Birbirlerinin karnını doyururken;Yemek öncesi ve sonrası bedava sevgi servisi yaparlardı birbirlerine.
Simit ve poğaçanın üzerine sevgi sürerlerdi peynir yerine. Bu yüzden o simitle poğaça baldan tatlı gelirdi onlara. Bir şişe de su alırlardı ve her gün aynı banka oturup yemeklerini yerken sırayla bir yu-
dum Ahmet içerdi aynı sudan bir yudum Rüya ve her defasında bir yudum sevgi artardı şişelerinde.
O fazla gelen sevgiyi su şişesinden alarak başlarının üzerinde dönüp duran kuşlara verirlerdi.
Onlar vicdanlı insanlardı ama zaman acımasızdı.
Yaprakları hızla dökülürken takvim ağacının, onlarda aynı ağacın ayrı iki yaprağı gibi saçılmışlardı
boşluklara; aynı geçen on sekiz yıl artık ayrı geçmeye
başlamıştı onlar için. Bu ayrılığın ilk günlerinde tarifsiz bir boşluk hissetmişlerdi içlerinde. O zamanlar
o boşluğun ismi yoktu, şimdilerde adı özlem oldu.Rüya ile babası yedi sene önce Muğla’dan taşınmak zorunda kaldılar. Daha güzel bir iş, daha
güzel bir hayat ümidiyle İstanbul’a taşındılar ama pek de umdukları gibi olmadı. Bir şirkette temizlik
elemanı olarak çalışıyordu babası, kendisi ise aynı şirketin çay ocağında çalışmaya başlamıştı, bulabildikleri en iyi iş buydu. Hayat daha zordu buralarda, yaşam pahalıydı.
Nefes az, insan çoktu İstanbul’da.
Rüya, kalabalık yaşama bir türlü alışamıyordu.
Her gün farklı kalabalıklarda hep aynı boşluğun içine düşüyordu. O boşluğu yok etmeyi çok denemişti
ama bir türlü başaramamıştı. Var olmayan bir şey nasıl yok edilebilirdi ki?Boş kalabalıklardan gizlemek istediğin öyle değerli
bir şey var ki... Hissedebiliyorum kendi içinde bir yerlere
kaçmak istediğini. Kaç, gizlen ama sakın boşluklarını kalabalıkla doldurmaya çalışma.
Unutma! Ancak boşluk doldurur boşluğu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK SANCISI
RomanceD&R, idefix, emek, kitapyurdu vb. internet sitelerinden sipariş verebilirsiniz.