Mahsun

48 4 0
                                    

Yapacak  bir şey kalmayınca evin içinde bir oraya bir buraya dolanmaya başladım. Saatin tik takları yetmiş yaşında bir adamın adımları misali ağır ağır ilerliyordu. Ölmüş olmak bile can sıkıntısına çare değildi demek.

Keşke azrail ne zaman döneceğini de söyleseydi, ona göre hareket ederdim diye düşündüm. İnsan ölü başına ne yapabilir ki? Nereye gidebilir?

İşte tam o sırada kafamın üstünde hayali bir ampül yanıp sönmeye başladı. 

'Tabi ya! Şuan mantıken beni kimsenin görememesi lazım, eğer öyleyse istediğimi yapabilirim!'

Kendi fikrimi yeterince beğenmiş olmanın verdiği gurur dolu tebessümle kapıya yöneldim. Önce elimi uzattım dışarı. Ruhumun güneşe vereceği tepkiyi merak etmiştim.

'Ee bir şey olmadı?'

Elimi bir sağa bir sola, bir yukarı bir aşağı salladıktan sonra kendime kızdım:

'Tabi olmaz aptal, vampir misin sen? Alt tarafı ölüsün.'

Hiçbir şey hissetmemenin verdiği sonsuz rahatlıkla dışarı attım adımımı. Bedenimi terk etmiş olsam da insani içgüdülerimden kurtulmak kolay değildi. 

'Ya olur da birisi beni görürse?'

Neyse ki o sırada önümden geçen hıyar silüetli Mahsun sayesinde bu düşünce bulutu da anında dağıldı. Beni görmeyi bırak, resmen sağ omzumun içinden geçmiş fakat her ikimiz de hiç bir şey hissetmemiştik. 

'Vay canına!' dedim yaşadığım olayın şaşkınlığıyla.

'Hakikaten de ölmüşüm ya ben.'

Gözlerim parlamıştı bu duruma.  Durumu daha fazla sorgulamadan Mahsun'un peşine takıldım. Bunu yaparken tek bir düşünce geçmişti aklımdan.

'Bakalım Selma bu herifte ne buluyormuş?'

Yamuk adımları, kirli sakalı ve tonu küflenmiş peyniri andıran yeşil kumaş takımıyla birlikte Mahsun, evin önünde durmuş elindeki poşeti karıştırıyordu.  İçinden koyu gri bir hediye paketi çıkararak zili çaldı. Birkaç saniye sonrasında gıcırdayarak açılan kahverengi ahşap kapıdan güneşi andıran bir ışık huzmesi yayıldı etrafa. Gözlerimi açıp kapayınca kapıda duranın Selma olduğunu gördüm. Gülümseyerek sarıldı Mahsun denen hıyarın boynuna. 

Paketi görünce de pek bir sevindi. Sokakta etrafı kolaçan edip 'içeri gel' dedi ardından.

'Mahalleye uluorta rezil olmayalım.'

Kendimi davet beklemeden onlarla birlikte içeride buldum. Dışarıdan bir gözün kendilerini izlediklerinden habersiz olan herkes gibi mimiklerinde su katılmamışçasına doğal, hareketlerinde ise kontrolsüz ve edepsizlerdi. 

'Yoksa bu tahmin ettiğim şey mi?' diye sordu Selma, Mahsunun kucağına oturmuş heyecanla gri hediye paketini fazla yıpratmadan açmaya çalışırken.

'Bak bakalım' dedi. 

'Artık bana cimri mimri demezsin.'

Paketin içinden altın bir bilezik göründü. Selma havalara uçarak hıyar Mahsun'u öpücüklere boğdu önce. Sonra da bileğine geçirdiği bileziği havaya kaldırarak 'Bunu Ayşegül'le Elif'e göstermek için sabırsızlanıyorum' dedi. 

'Mahsun onu sana asla almaz demişlerdi.'

Şahit olduğum diyalogdan dolayı suratımı ekşitmiş, hayretle Mahsun'un yüzündeki anlamsız, bir o kadar da gururlu tebessüme bakıyordum. Sanırsın Mecnun olup çöllere düşmüş, Ferhat olup dağları delmiş. 

Ulan alt tarafı altın bilezik almış. 

Kıytırık bir bilezik aldı diye bu kadar sevinç gösterisi  yapılır mı be Selma?

Ben senin için ne şiirler ne destanlar yazardım, adımız tarih kitaplarında geçerdi. Gençler nesilden nesile bizi anlatırdı aşklarının boyutlarını gösterebilmek için. Hikmet ile Selma derlerdi. 

Hikmet kadar seviyormuş kızı ki kaçırmış derlerdi.

Bir Hikmet gibi olamadın, babamdan mı korkuyorsun abilerimden mi diye sorarlardı.

Hikmet gibi sevmek deyimler sözlüğünde bile geçerdi be Selma, sen sırf bir altın bilezik için şu hıyar silüetliye yar olmasaydın.

Ama çoğu insanın gözünde altın aşka galip geliyor.  

Ne hikmetse...


Gördüklerimden sonra kalbi kırık, her zamanki gibi yalnız, sadece tek bir farkla ölü bir adam olarak evime döndüm. Bedenimi görmek bu defa dehşete düşürmemişti beni. Yüzümü incelemeye başladım. Yahu ne kadar da kırışığım varmış. Oysa ilk futbol oynadığım günü, dizime atılan dikişleri, babamdan yediğim ilk tokatı dahi dün gibi hatırlıyorum. Bu çizgilerin ne zaman cildime işlenmeye başladığına dair ise tek bir anım bile yok. Belli ki zaman beni farkında olmadan ekstra yıpratmış. O televizyonda gördüğüm gençleştirici krem reklamlarına kanmadığım için, bu geçici hayatı fazla ciddiye alıp kızdığım üzüldüğüm her an için alnıma, göz kenarlarıma birer çizgi atıp beni cezalandırmış. Acaba çirkin bir adam mıyım ben? Daha önce hiç görüntüm hakkında düşünme fırsatım olmamıştı. Bunca yıl yaşadım, hangi takımın kaç gol atabileceğine dair şans oyunları bile oynadım, her hafta her gün kafa patlattım, bir kere ayna karşısına geçip şöyle uzun uzadıya kendime bakmadım.

En sevdiğim rengi hiç düşünmedim mesela. Bir insanın en sevdiği renk olmaz mı hiç? Biri ona bugüne kadar nasıl bir kere bile en sevdiği rengi sormaz? Benim en sevdiğim renk gri olsun o halde. Hayatımı özetlesin. En sevdiği rengi öldükten sonra seçme fırsatı yakalayan bir adama pembeyi maviyi seçmek yakışmazdı zaten. Gri olsun benim rengim. Selma'ya onu sevdiğimi yıllarca söyleyemedim. Hıyar Mahsun mahalleye henüz taşınmamışken, haftada bir iki kere de olsa manavda Selma'yla denk geliyorken bile cesaret edipte açamamıştım ona hislerimi. Bir günaydın demeye utanırken, insan nasıl olur da aşkını ilan edebilir ki? Kalbim durur da ölürüm korkusuyla yanına gidemiyordum. Hayatın şakasına bak, şimdi öldüm ya rahat rahat evine girip çıkabiliyorum. İstediğim her şeyi söyleyebilirim ona. Ama maalesef artık duyma şansı yok cümlelerimi. Çünkü kavuşma ihtimalimizi engelleyen dünyevi korkum, onu uzaktan istediğim kadar izleyebilme özgürlüğüm ve ben başbaşa kaldık. Şöyle basit bir matematikle elde var sıfır Selma.

























Kendi Cenazesine Katılan Ünsüz AdamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin