Meraba arkadaşlar hikayeme hoş geldiniz.Birlikte güzel bir aile olacağımıza inanıyorum.lafı hiç uzatmadan hikayeme kapak yapma konusunda bana yardımcı olabilecekleri bana ulaşmalarını rica ediyorum ...Keyifli okumalar:)
Karanlık bir sokakta uyuşuk adımlarla yürüyordum.Nereye gideceğimi bilemez bir halde öylesine attığım adımlar, beni daha izbe yerlere çekiyordu sanki.Kafamda bin bir takla atıp beni yalnız bırakmadıklarını gösteren anılarım, unutmak istediğim şeyler listesinde ilk sıradaydı hiç şüphesiz.Ne sokak lambalarından gelen cılız ışıklar ne de gökyüzünde bir asilzade gibi salınan ay aydınlatabiliyordu gözlerimdeki buğuyu;içine hasret kaçmıştı belli ki...
Kuyruğunu paçalarıma sürterek geçen bir kedinin başını okşayarak devam ettim yürümeye...
Kaldırım taşlarını sayarak ilerlerken gözümün önünden bir film şeridi gibi geçip giden anıları durdurmaya gücüm yetmiyordu.Tam üç yıl önce bugün kaybetmiştim babamı; tam üç yıl önce bugün yapayalnız kalmıştım yedi milyar insanın içinde.İşte tam o zaman anlamıştım babasızlığın ne demek olduğunu ve belki de ilk defa o kadar çok sızlamıştı babasız kaldığını anlayan yüreğim; böyle içten içe alev alev yanmıştı bir kor gibi...O gün herkes için batan Güneş benim için bir daha doğmamıştı ve anladım ki geçen zaman bile sadece kabuk bağlatabilmişti yaralarıma...Bir elimle rüzgardan karışmış saçlarımı düzeltirken etrafa göz gezdirdim alalade biçimde; güneşliği çekilmiş evler kaldırım kenarlarına park edilmiş arabalarla beraber bütün şehir gecenin koynunda uyuyordu.Karanlığın kol gezdiği, sükutun kahkahalarının yankılandığı bu sokakta tek başımaydım.
Adımlarımı sahile doğru çevirip yürümeye devam ettim...
Hafif hafif çiseleyen yağmurla beraber buruk bir gülümse yayıldı yüzüme.Yağmuru çok severdim.Çünkü bana göre yağmur gökyüzünden gelen şefkat mektuplarıydı.Milyonların gözü önünde yeryüzüyle gökyüzünün özlemle yapılan kucaklaşmasıydı.Masumdu, merhametti yağmur; yanaklarına buseler kondururdu yetim çocukların;önce şehirleri yıkardı sonra sokakları daha sonraysa insanların paslanmış ruhlarını...
Sahile geldiğimde sırılsıklam ıslanmıştım. Esen her rüzgar iliklerime kadar üşütüyordu beni.Kıpkırmızı olduğuna emin olduğum burnumu çekip üzerimdeki cekete sıkıca sarıldım.Soğuktan buz tutmuş parmaklarımı ısıtmak için avuçlarıma üflerken her zaman ki oturduğum banka doğru ilerlemeye başladım.Şehrin ışıklarıyla dalgaların arasında bir görünüp bir kaybolan yakamozların, yıldızlara karşı yaptığı raks ne kadar seyirlik bir manzara olsa da gözlerime yerleşen hüzün buna izin vermiyordu...
Işıkların arkasında siyaha bürünmüş İstanbul'un silüeti kimbilir kaç kişinin dert ortağı olmuştu?Bir nakış gibi nasılda işlemişti tarih kendisini bu güzel şehrin gölgesine...
Önüne geldiğim bankın köşesine yavaşça oturdum. temiz havayı derince soludum önce birkaç defa.Sonra boğazımı ağrıtan bir yumru halinde ki hıçkırıkları serbest bıraktım sessizce.Gözlerimden peşpeşe düşen damlalar ne kadar görüşümü bulanıklaştırsa da;gerçekler silinmeyecek kadar güçlü duruyordu karşımda.
Bugün babam ve benim ölüm yıldönümümüzdü.Aramızdaki tek fark onun bedeni yerin altındayken benimkisi yerin üstündeydi.
Ben Gaye Akman, hayata karşı eli boş kaldığında diğer eline sımsıkı tutunan kız...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEKEME AŞK-(ASKIDA)
ChickLitkoyu kahverengi gözlerinin buğusunda saklıydı yaşadıkları Burak Bahadır ın... O Bahadır holdingin tek ve en genç varisiydi... Magazin dergilerinde geçen adıyla 'SAKAT VELİAHT'... Ve yalnız kaldığı dünyasında ona uzanan yumuşacık bir el... Gaye Akman...