KANDİLİMİZ MÜBAREK OLSUN ARKADAŞLAR DUA DA BENİ DE UNUTMAYIN....;)
(Medya hastanedeki tablo)KEYİFLİ OKUMALAR;)
Yüzümün haline bakan herkes sabah insanı olmadığımı anlardı. Suratım beş karış oturduğum kahvaltı sofrasında yemek yemekten çok kahvaltılıklarla kavga ediyordum. Sabahın saat sekizinde kahvaltı mı yapılırdı ya? Tamam normal insanlar kahvaltılarını bu saatte yapardı ama ben ve hayatım normalliğin çok ötesindeydik. Bu yüzden hiç kimse bana sabahın bu saatinde kalkmamın sebebini açıklayamazdı.
İçimde yaşadığım huysuzluk yavaş yavaş karamsarlığa dönüşürken derin bir nefes aldım.
Her ne kadar dışarıdan sessiz sedasız bir şekilde kahvaltı eden bir profilim olsa da, olabildiğince aşağı sarkan dudaklarım ve uykumu alamamış olduğumun çığırtkanlığını yapan şişmiş gözlerim bu görüntüyü zedeliyordu.Esnemek için açılan ağzımı adabı muaşeret kurallarını bir kenara bırakıp özgürlüğüne kavuşturdum.
Önümdeki tabaktan biraz peynir alıp aheste bir şekilde çiğnerken gözlerim hemen karşımda oturmuş sakin bir halde kahvaltısını yapan Burak a takıldı.Dün akşam babamın mezarına gittiğimi öğrendikten sonra bana olan bakışlarının değiştiğini hissetmiştim.Sanırım onunla en büyük ortak noktamız babalarımızdı.Ne kadar acı bir ortak yöndü.İkimizin de babası ölmüştü. Bazen ona bakarken aynaya bakar gibi hissediyordum gözlerimizde aynı acının izleri vardı.Hatta aynı yapbozun birbirine eş iki parçası gibiydik. onun yanında kendimi tamamlanmış hissediyordum.Bu çok tuhaf bir duyguydu sanki ilk defa gördüğün birini uzun zamandır tanıyormuşsun gibi bir şey.
Yataktan yeni kalkmış olmanın saçlarına vermiş olduğu dağınıklık onu daha da çocuksu göstermişti.Ama gözlerine yerleşmiş olan kederin buğusu meskenini hiç değiştirmiyordu.Geniş omuzları çökmüş dalgınca kahvaltısını yaparken aslında onunla saatlerce konuşup sırtında anılardan oluşmuş yükü paylaşmak isterdim.Ama ne yazık ki konuşmuyordu.Sebebini bilmediğim bir kazadan sonra bu hale geldiğini gazetelerden öğrenmiştim.Yalnız anlamadığım gazete küpüründe kekeleyerek konuşabildiği yazıyordu ama bu eve geldiğimden beri sesini duymamıştım.Annesiyle bile kağıda yazarak anlaşıyordu.Acaba onu böyle bir yönteme iten sebep neydi?yoksa kendisini eksik mi hissediyordu? Onun hakkında bilmediğim ne kadar da çok şey vardı.Adeta kapalı bir kutu gibiydi.İçinde ki çocuğu demirden bir kafese kilitlemiş büyük bir mahsene hapsetmiş gibi duruyordu.Sanki dünyayı o demir parmaklıklar arkasından izlemekteydi..Hala birbirimize yabancı sayılsak bile anladığım kadarıyla Selma Hanım bile o mahsene girememişti.Belki de kimsesi yoktu.Bu zenginliğin ihtişamın ortasında o da yalnızlığı yaşıyordu sanırım.Aslında üzülüyordum onun adına kabus dolu gecelerin oluşturduğu tabutta kalakalmış kendisiyle savaşıyordu.
"Kahvaltıdan sonra İbrahim Bey in yanına gitmemiz gerekiyor çocuklar Burak ın randevusu vardı bugün."
Bu İbrahim Beyde kimdi? Olaylara karşı Fransız kalmaktan sıkılmıştım artık.Ben bu evin geliniysem birileri artık bana da açıklama yapsa fena olmazdı.
"İbrahim Bey kim anne?"
Sorum üzerine masada yaşanan sessizlik gerilmeme neden oldu. Yanlış bir soru mu sormuştum acaba? Niye böyle bakıyordu ki bu kadın bana?
"Burak ın terapisti kızım. Burak ın konuşmadaki probleminin düzelmesi için her ay düzenli olarak görüşüyorlar.Bugün sende tanışırsın biraz önce telefonda konuştuk seninle de görüşmek istediğini söyledi."
Selma hanımın açıklaması üzerine bakışlarımı tekrardan Burak ın üzerine çevirdim.Sanki ondan bahsetmiyormuşuz gibi gözlerini önündeki tabaktan kaldırmamıştı bile.Bu kadar vurdumduymaz olması çok sinir bozucuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEKEME AŞK-(ASKIDA)
ChickLitkoyu kahverengi gözlerinin buğusunda saklıydı yaşadıkları Burak Bahadır ın... O Bahadır holdingin tek ve en genç varisiydi... Magazin dergilerinde geçen adıyla 'SAKAT VELİAHT'... Ve yalnız kaldığı dünyasında ona uzanan yumuşacık bir el... Gaye Akman...