Tam beş hafta olmuştu, ben ona alışmıştım, o da bana alışmıştı. İlk elimi tuttuğu an, alfabeyi ters düzeyde okuyabilecek düzeyde konuşabilecek, ona 'Seni çok seviyorum...'diyecek duruma geldim ama bu durumun bozulmasından korktuğumdan yine sustum. Bir gün, 'Kulenin oraya gelir misin?' diye mesaj attı telefonuma. Koşa koşa gittim... Kulenin oradaki banka oturmuş ağlıyordu. Yanına gittim, el işareti ile 'Ne oldu?'dedim. Bana en cüretkâr kelimelerini sarf etti. "Şu zamana kadar kimseye duymadığım sevgiyi duydum sana. Hayatıma giren çoğu insanla, anlaşamıyoruz diye ayrıldık. Senin konuşamamak gibi bir kusurun olmasına rağmen, seni çok iyi anladım. Sen de beni çok iyi anladın. Aşk konuşmak değil, anlamakmış, anlaşmakmış meğer."dedi ve devam etti, "Keşke bir kere, bir kere bana seni seviyorum diyebilseydin, bunun için herşeyimi verebilirdim."dedi. İşte tam o anda, cep telefonumun mesaj kısmına 'Sana bir şey söyleyeceğim ama bana kızmayacaksın. Söz mü.'yazdım. Kafasını salladı, ben sana kızabilir miyim dercesine. Bütün desibel rekorlarını kırarcasına bir sesle, 'Seni çok seviyorum...'dedim. Bakakaldı bana, eliyle 'Ne oluyor?'dercesine bir görüntüye girdi. "Seni çok seviyorum. Seni arkadaşlarınla gittiğin o kafeden tanıyorum. Yediğin yemeklerden çaya attığın iki kesme şekere, dinlediğin müziğe, hatta gülünce çenende oluşan o çukura kadar her şeyi biliyordum ama seni görünce dilim tutuldu, iki kelime bile edemedim. Sen de 'Dilini mi yuttun?'deyince, bir anda bu yalana sığınmak zorunda kaldım. Kusura bakma."dedim.
O kusura baktı, ben yoluma...
Aşk susmakmış,
O an anladım...