Bölüm I

834 23 11
                                    

3 Yıl Sonra

Esen meltem bir nebze olsun teselli ediciydi, üstünde daha çim bitmemiş mezarların başında bekleyen iki kardeşi serin dokunuşlarla yatıştırmak ve cesaretlendirmek istiyor gibiydi. Beyninin hafifçe çınlamasına neden olan uğultusu genç adamın kulaklarına ‘Daha bu bir başlangıç bile değil.’ diye fısıldıyordu sanki.

Tauburn’un kalbinde hiç kapanmayacak muntazam bir delik açılmıştı. Hiçbir şey genç adamın kalbindeki sızıyı hafifletemezdi, o yara sonsuza kadar kan ve irin kusacaktı, o bu köyden ayrılsa da bir parçası burada, annesi ve babasıyla birlikte ölmüştü. Tauburn arkasını dönüp bu harap olmuş köye bir daha dönmemek üzere gitmeden önce annesi Elluka ile babası Midorima’nın mezarına son bir kez daha baktı, kendi kendine bu son bakışım diye düşündü. Yazın habercisi güneş, tepedeki iki mezarda sonsuz uykularına yatmış olan iki insanın hizmetindeydi adeta. Güneş ışığının bu kadar yakınlarında olmasına rağmen Tauburn iliklerine kadar üşüyordu, bir daha da asla ısınamayacağından neredeyse emindi. Genç adam boğazındaki yumruyu yok etmek istercesine yutkundu ve gözyaşlarını içine attı. Güçlü olmak zorundaydı, zayıflık gösterdiği günler geride kalmıştı. Babasının onunla gurur duymasını istiyordu. Ne pahasına olursa olsun o kızı kurtaracaktı. Kahraman olacaktı, ismini bütün imparatorlukta duyuracaktı. Ya yapacaktı, ya yapacaktı. Başka çıkış yolu yoktu.

Ancak bunlar ölmeden önce yapılacaklar listesinde başı tutmuyordu. Bir numara arkadaşlar edinmekti, yapmak istediği yegane şeylerin en önemlisiydi bu. Köylerinde Tauburn’un yaşına yakın tek üvey kardeşi olan Nobume vardı, o da kızdı ve ondan üç yaş büyüktü. Tauburn hep gerçek arkadaşlığı tatmak istemişti, babasını hep ziyaret eden silah arkadaşları gibi. Öyleydi ki, Tauburn o kaba saba ancak candan insanların ziyaretlerini dört gözle bekler olmuştu, savaş, özellikle de kahramanlık hikayelerini bir grup kafadarın ağzından dinlemenin tadı damağında kalırdı hep. Babasına bundan bahsettiğinde adam yapmacıktan dudak büker ve ‘Neremi beğenmiyorsun? Gayet de güzel hikaye anlatıyorum ben!’ diye takılırdı ona. Daha sonra da Nobume’ye döner ve ‘En azından kız kardeşin değerimi biliyor.’ diyerek kızın saçlarını karıştırırdı.

Göz ucuyla Nobume’ye baktı. Kızın elinin eklemleri annesinin kılıcına sımsıkı sarılmaktan bembeyaz kesilmişti ve metalinden hafif tıkırtı sesleri geliyordu, titriyordu elleri muhtemelen. Tauburn annesiyle Nobume’nin arasında nasıl bir bağ olduğunu hiçbir zaman anlayamamıştı, ablası nereden bakarsan bak hep biraz melankolik ve üzgün gözükürdü, zaten Tauburn kadınları pek anlayamazdı. Nobume üvey evlat olmasına rağmen genç adam ona her zaman öz kardeşi gibi davranmıştı, ona göre kan bağının ilişkiler söz konusu olduğu zaman önemi yoktu. Nobume onun kız kardeşiydi ve hiçbir şey bunu değiştiremezdi. Onu koruyacağına yemin etmişti annesine ve koruyacaktı da.

Kendini son bir çabayla toparlayarak derin bir nefes aldı. “Gidiyoruz Nobume, oyalanma!” diye kıza seslenerek topuklarının üstünde döndü ve mezarların tam aksi yönünde yürümeye başladı. Adımlarını uzun ve yavaş tuttu, çünkü ne kadar hızlı giderse gitsin Nobume’nin ona her türlü yetişeceğini biliyordu. Hem daha önlerinde çok uzun bir yol yok muydu? Sonuçta bir imparatorluğu kurtarmak zor, yorucu, zaman gerektiren ve insanı içten içe tüketen bir işti.

 Ama Tauburn tükenmeyecek ve pes etmeyecekti.

***

Kılıcın metaline sürtünürken rüzgârın çıkardığı hafif ve keskin ıslığın eşliğinde “Daha fazla çalışmamız gerek.” dedi Nobume. Kılıcı savurarak kendine doğru çekerken Tauburn kızın, kamplarını kurdukları alandan biraz uzakta çalıştığına şükretmişti. Genç kız kılıçlar ve keskin aletlerle anormal derecede haşır neşir olduğundan delikanlı kızın yanında hep gardını alarak gezerdi, Nobume’nin sağı solu hiç belli olmuyordu.

Ai Günceleri: Ai'nin KristaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin