4.BÖLÜM - TEK BAŞINA DEĞİL

9K 339 42
                                    

"Ölüm çiçeği demek..." dedi Burak gülümseyerek. "Ne istersin?"
Lavinya, Burak'ın ölüm çiçeğini bilmesine gülümsedi, donuk bir gülümsemeydi. Uzak, mesafeli bir gülümseme. "Bira."
"Hangisinden?"
"Fark etmez." diye cevapladı Lavinya. Barın ışığı yüzüne vuruyordu, bembeyaz teni ve ruhsuz gözleri arkasına yaslanmasıyla karanlığın içerisinde kayboldu. Bu tabureyi müşterilerin birçoğu bilmezdi bile. Anca ve anca içerken inzivaya çekilmek isteyenlere önerilirdi. Bu taburenin önünde bir bistro da vardı ve böylece bardağı almak için bar tezgahına uzanılması gerekmezdi. Barın karanlık noktasında kaybolan bu kızın problemini merak etmeden edemedi Burak. Korkutucu bir güzelliği ve bu güzelliğe ulaşılmasını engelleyen bir donukluğu vardı. Burak bir Carlsberg açıp getirdi, neden Carlsberg seçtiğini bilmiyordu. Birayı bar tezgahının üzerine koydu ve kızın karanlıktan çıkan eli birayı kendisi gibi karanlığa çekti.
Müşteriler yavaş yavaş hesapları ödeyip dağılırken Burak müziğin sesini biraz kıstı. Elbette henüz gitmeye niyeti olmayan bir müşterisi vardı ve kendisini nereden tanıdığını sormak için mekanın tamamen boşalmasını bekliyordu. Buca'da sürekli içen müşterilerin birçoğu Koza'yı ve kendisini bilirdi elbette fakat bu kız daha çok sorgular gibi sormuştu.
Bar tezgahının üzerine konan boş bira şişesiyle kafasını çevirdi. Hızlı bitirmişti. Burak şişeyi alırken:
"Bir tane daha." dedi kız. Sigarasından bir nefes çekince karanlığın içerisinde kırmızı bir nokta belirdi. Kızın siyah gözleri belli belirsiz göründü ve sonra tekrar karardı.
"Kapatmak üzereyiz." dedi Burak.
"Bir süre daha kalmak istiyorum. İçtiğimden fazlasını öderim." dedi kız.
"Mesele para değil."
"Sen de o yüzden mekanı satmayı düşünmüyorsun sanırım."
Burak bu cevabı beklemediği için kaşlarını çattı.
"Kimsin sen?" diye sordu.
"Herkes gittiğinde tanışırız."
Burak, Lavinya'nın ses tonunun flörtöz değil; tehditkar çıktığını hissetti ve bundan hoşlanmadı. Ancak bu tehditkarlığın kendisine yönelik olmadığını da düşündü. Bir bira daha getirdi. Lavinya dışındaki son müşteri de çıktıktan sonra Melis sandalyeleri düzeltmeye başladı. Melis'in arada bir Lavinya'ya kaçamak bakışlar attığını fark ediyordu.
"Yarın hallederiz. Gidebilirsin Melis." diyerek Melis'in erken çıkmasına müsaade etti.
"Yarın görüşürüz patron." dedi Melis gülümseyerek.
Mekanda sadece Guns'n Roses'in melodileri kaldığında Burak sabırla Lavinya'nın bir şeyler demesini bekledi fakat Lavinya da kendisi kadar sabırlıydı. Burak bir bira açıp bar bölümünden çıktı. Bir tabure sürükledi peşinden ve Lavinya'nın tam karşısına koydu. Karşılıklı olarak biralarını yudumladılar, sigaralarını içtiler. İkisinin de hiçbir şeye acelesi yok gibiydi; elbette Burak meraklanıyordu ve ne kadar sabırla beklerse beklesin bir açıklamaya ihtiyacı vardı. Karanlığın içerisinde yüzü görünmeyen Lavinya'nın da bu açıklamayı geciktirerek kendisiyle eğlendiğini hissediyordu.
"Ufak bir araştırma yaptım." dedi Lavinya ve sessizliği bozdu. "Bekir öldükten sonra Koza'yı sana bırakmış."
"Tanır mıydın Bekir Abi'yi?"
"Hayır ama yalnız bir adammış. Neden torunu yerine sana bıraktı?"
"Bütün bunları nereden biliyorsun?"
Lavinya kısa bir süre cevap vermedi.
"Benim işim bu diyelim."
"Bu cevap bana yetmez." diyerek tersledi Burak.
"Fakat şimdilik yetmeli." dedi Lavinya sakince. Ses tonu gerçekten de insanı hem sakinleştiriyor hem de ürkütüyordu.
"Bu bilgilerin olayı nedir ki?"
"Mekanınla ilgileniyorum diyelim." dedi Lavinya. Elbette bu cevap da hiçbir işe yaramıyordu.
"Boşuna yormuşsun kendini. Koza satılık değil diyelim." dedi Burak ve Lavinya bu iğneleyici lafa belli belirsiz bir gülümseme fırlattı.
"Çünkü burası sadece para kazandıran bir bar değil?"
"Evet, aynen öyle." dedi Burak net bir sesle.
"Saygı duyuyorum. Güzel bir yer. Belki ben de böyle bir yer açarım. Senden bazı tavsiyeler alabilirim."
"Verilecek bir tavsiye yok aslında. Nasıl bir müşteri profili istiyorsan o müşteri profilinin isteğine göre dizayn edeceksin her şeyi. Para kazanmayı ikinci plana koyacaksın ve sonra da bekleyeceksin."
"Hepsi bu kadar mı?"
"Sayılır." diye cevapladı Burak.
"Sakin ve sade bir insansın."
"Öyleyim." diyerek onayladı Burak.
"Ben de bu sakin ve sadeliğin sebebini öğrenmeye geldim. Seni tanımak istiyorum."
"Peki neden karanlıkta saklanıyorsun?" diye sordu Burak kışkırtıcı bir biçimde. Karşısındaki beden yavaşça öne doğru eğildi ve yüzü aydınlandı. Burak, Lavinya'nın yüzünü hızlıca inceledi ve aklına gelen ilk kelime 'travma' oldu. Onun dışında bir çıkarım yapması mümkün değildi. Lavinya'nın ne gözleri ne de yüzündeki mimiksizliği hiçbir şeyi ele vermiyordu.
"Saklanmıyorum. Sadece rahat hissediyorum." dedi Lavinya. Burak, Lavinya'nın en ufak bir yapmacıklığı barındırmadığını, hem müthiş bir şekilde açık hem de korkunç derecede kendisini gizlediğini hissediyordu. Elbette bunların hepsi önyargı, temelsiz çıkarımlardı fakat birisini hiç konuşmadan analiz ettiğinde çoğunlukla isabetli sonuçlar çıkarırdı. Lavinya ise bunun antitezi gibi duruyordu. Üstelik bu doğuştan kazanılmış bir özellik değil; zamanla meydana gelmiş bir anomaliydi. Burak, Lavinya'nın yaşadığı şeyleri büyük bir açlıkla dinlemeye hazırdı ve elbette bunun için doğru zamanı beklemesi gerekecekti. İnsanlara 'Sen ne yaşadın?' diye sormazdı. Sadece ne yaşadıklarını anlatmaları için uygun zemini hazırlardı ve gerisi kendiliğinden gelirdi. Bazen kibirli; bazen küstah görünebilirdi ancak yaptığı çıkarımların hiçbiri çok bilmişlikten değil; karşı tarafı gerektiği şekilde dinlemesi sayesinde oluyordu.
"Üzgünüm ama tanınacak pek bir yönüm yok. Gördüğün yer kadar hayatım." diyerek Koza'yı işaret etti başıyla. Lavinya'nın dudakları belli belirsiz bir gülümsemeyle kıvrıldı.
"Kimsenin hayatı göründüğü kadarıyla sınırlı değildir."
"Mekanın en karanlık yerine oturan biri için anlaşılır bir cümle."
Aralarında bir flört yoktu, flörte yakın bir şey bile yoktu. İki zihnin birbirini analiz etmek için yavaşça dans etmesine benziyordu.
"Üstü kapalı cümleleri sevmem. Bana benziyorsun, seni tam olarak tanısam dahi bir yanının bana benzeyeceğini biliyorum." dedi Lavinya. Burak da aynısını düşünüyordu.
"Bunun ne önemi var ki?"
"Her zaman kendimiz gibi insanlarla tanışamayız."
"Biz kimiz ki?"
"Kaybolmuş insanlarız. Sen ve ben. Bunu anlamak için çok fazla düşünmeye gerek yok."
"Benim kim olduğumu bilmeden çok iddialı laflar bunlar." dedi Burak.
"Kim olduğunu bilmeme gerek yok. Bakışlarından belli."
Lavinya çantasından bir sarma çıkardı. Burak içinde esrar olup olmadığını sormaya ihtiyaç duymadı çünkü olduğunu biliyordu.
"Bazen dürtülerimizle hareket etmemiz gerekir. Çünkü doğduğumuzdan beri bunun doğru olmadığını öğrettiler bize. Bu dünyada kurulmuş sistem, özellikle bu ülkede işleyen sistem dürtülerimizi baskılamak ve yok etmek üzerine kurulu." dedi Lavinya ve Koza'da esrar içilip içilmediğini sorma zahmetine katlanmadan sigarasını yaktı, bir nefes çekti. Dumanı içinde tutup sigarayı Burak'a uzattı. Burak, Koza'da bulunduğu sürece kimsenin esrar kullanmadığını söyleme zahmetine katlanmadan sigarayı aldı ve eşlik etti.
"Çünkü hayat sadece dürtülerimizi gerçekleştirebildiğimizde güzeldir." dedi Lavinya. "Kalan her şey bir hapishane kodesinde kaçma hayalleri kurmaya benziyor."
"Bunları konuşacağın doğru kişi olduğumu nereden biliyorsun?" diye sordu Burak.
"Bilmiyorum, hissediyorum." dedi Lavinya. "İlk gördüğüm an hissettim bunu. Bazen sadece hissedersin ve doğru olduğunu kabul edersin. Eğer doğru değilse hayatına devam edersin ve şu ana kadar beni hiç şaşırtmadın. Seninle konuşacağımız çok şey var."
Burak'ın boğazı yandı, ciğerleri acı çekti fakat itiraz etmedi. Esrar kullanmazdı, aramazdı fakat ortam uygundu. Bu kızın deli mi yoksa kendisinin antitezi olup olmadığını görmek için önünde uzun bir gece vardı. İkisinin de bedeni gevşedi, biraları tükendi ve yenileri açıldı. Burak, çok ama çok uzun süre sonra konuşabileceği biri bulduğunu gördü. İnsanları dinlenmeye değer fakat konuşmaya değmeyen varlıklar olarak görmesine rağmen ağzından çıkan her şeyin büyük bir iştahla yutulduğunu görüyordu. Lavinya, kendisine benzer bir iletişim kuruyordu. Üstelik birbirlerine geçmişlerini değil; düşüncelerini anlatıyorlardı; ki düşünceler yaşanmışlıklardan çok daha önemlidir. Geçmişte yaşanan travmalar düşüncelerin nasıl oluşuğunu anlatmaya yararken düşünceler var olan karakterin aynasıdır. İkisi de düşüncelerini çok uzun süredir zihinlerinde saklı tutmaya alışık olduklarından kendilerini ifade ederken duraksamalar yaşıyorlardı. Her şeyi anlatamasalar bile en derine inmiş problemlerin ve yalnızlıkların; üzüntülerin ve hayallerin kıyısında yüzüyorlardı. Kim olursa olsun paylaşmak isterdi. Bazıları paylaşmanın artık bir boka yaramadığını düşündüğünden kendisiyle sohbet etmeyi öğrenirdi. Böyle durumlarda zihin bir meydan muharebesinden çıkmış gibi yorgun ve ölü olurdu.
Şimdi bu iki insan cesetleri toplamaya çalışıyorlardı; ne var ne yok rahatça anlatamasalar bile anlatmış kadar oluyorlardı. Birbirlerine yaşadıklarını anlatmak yerine dünyaya bakış açılarıyla ipucu veriyorlardı. Eninde sonunda merak soruları da beraberinde getirecekti. İlk kurşunu da Burak atacaktı:
"Sen birini mi kaybettin?"
Lavinya'nın gözleri bir anlığına mekana kaydı ve tekrar Burak'a dikildi.
"Kim kaybetmemiştir ki?" diye kaçamak bir cevap verdi Lavinya.
"Neyden bahsettiğimi biliyorsun. Herkesin maskeleri var fakat sen ortaçağdaki bir asker gibi zırh kuşanmışsın adeta."
Lavinya ilk defa güldü.
"Enteresan bir benzetme ama evet, çok yakın birini kaybettim. Üç yıl önce."
"Toparlayamadın sanırım?"
"Toparlamaya başladım." dedi Lavinya. Burak tekrardan Lavinya'nın gözlerinde bir kıvılcım gördü. Ne yaşandığını merak etmesine rağmen daha fazla deşmemeye karar verdi çünkü anlatmak isterse anlatırdı. Bu ortam kurulmaya başlanmıştı. "Peki sen? Sen kimi kaybettin?"
"Askerde beş arkadaşım yanımda öldü."
"Sıcak çatışmaya girdin demek."
"Genelde sıcak çatışmaya girmezdik. Normalde geldiğimizin bile anlaşılmamasına alışıktık. O gün bir iletişim sıkıntısı yaşadık ve hazırlıksız yakalandık."
"Özel bir birlikte miydin?"
"Kısa bir süre, evet... Ama bana uygun bir şey olmadığını anladım. Öldürmek istediğim insan profilinin farklı olduğunu gördüm." dedi Burak gülümseyerek.
"Hayat seni vahşi birine dönüştürmüş."
"İnsanlar beni vahşi birine dönüştürdü ama duruldum. Değmiyor çünkü."
Esrar bitince ikisinin de kafası yeterince bulanmıştı. Yorgunluk ve uyku gözlerine ve zihinlrine hücum etmeye başlamıştı.
"Artık gitmem lazım." dedi Lavinya. "Yine geleceğim." dedi ve tabureden kalktı. Kaskını kolunun altına yerleştirdi. Burak da ayağa kalktı. Lavinya'nın peşinden çıkışa doğru yürüdü.
"Ben de Koza'yı kapatıp eve çıkarım. İstersen bugün bende kalabilirsin. Yorgunsan yani."
Lavinya çapkın bir gülümsemeyle Burak'a baktı.
"Beni yatağa atmaya çalıştığını hissediyorum şu anda."
Burak olumsuz anlamda kafasını salladı.
"Bugün değil." dedi. Samimiydi.
Lavinya, Burak'a doğru yaklaştı. Gülümsemesi silinmiş, belli belirsiz bir iz kalmıştı sanki. Aralarında birkaç santim kala durdu. Aralarındaki boy farkı hemen hemen 20-25 santimdi ve Lavinya kafasını biraz kaldırmak durumundaydı. Elini Burak'ın yanağına koydu ve oldukça kısa olan kirli sakalından okşadı.
"Bugün değil ama seni tanıdığıma sevindim."
"Sonuçta ikimiz de kaybolduk."
Lavinya kafasını salladı ve arkasını dönüp mekandan çıktı. Kaskını taktı, motoruna bindi ve çalıştırdı. Oldukça güzel bir yarış motoruydu. Son defa kafasını çevirip Burak'a baktı ve gazlayarak uzaklaştı. Burak bir süre arkasından baktı.
"Ama sen benden daha çok kaybolmuşsun..." diye düşündü. Hayat garipti.
***
Kapı zili aralıksız çalıyordu. Gözleri yavaş yavaş açılırken saatin henüz çok erken olduğunun farkındaydı. Bu da uykusunu alamaması demekti ki bu iyiye işaret değildi. Yatağında doğrulmadan önce zilin susmasını bekledi ama hayır, ısrarla ve ısrarla çalmaya devam ediyordu. İşin garibi Burak'ın kapısını kimse çalmazdı. Ne bir kargocu ne de hazır yemek için kendi evinin adresini vermemişti. Hepsi Koza'ya giderdi.
Biraz agresif bir şekilde kalktı yataktan, üstüne bir tişört geçirdi ve kapıyı açtı.
"Günaydın!"
Elif elinde bir fırın poşetiyle ve tüm enerjisiyle içeri daldı.
"Günaydın?" diye cevapladı Burak sorgular bir sesle.
"Çok geç uyanıyorsun sanırım. Hadi, iyi bir sabah kahvaltısı yap."
Burak yarı uykulu gözlerle Elif'in arkasından bakakaldı, ardından kapıyı kapattı.
"Ne oluyor Elif?"
Elif sanki Burak'ın uyanma saatinden dört saat önce gelmemiş ve haber vermesi gerekmiyormuş gibi normal bir ifadeyle yüzüne baktı.
"Bir şey olduğu yok. Sana geçen günkü kabalığını affettirme fırsatı sunuyorum."
"Çok ince düşüncelisin, teşekkür ederim."
Burak iki kişilik koltuğa yığılırcasına kendini bıraktı ve ardından masanın üzerinde duran sigara paketini aldı.
"Hayır, hayır. Önce kahvaltı."
"Saçmalama. Asla sigaradan başka bir şeyle başlamam güne."
"Bugün değil."
Elif uzanıp Burak'ın ağzından sigarasını aldı ve sıcak bir şekilde gülümsedi. Sıcak bir şekilde gülümsemeseydi Burak'ın kusmuk gibi ağzının ucuna gelen küfür çıkmak üzereydi.
"Elif, bu hiç hoşuma..."
"Gitmiyor, biliyorum."
Elif iki tane meyve suyu çıkardı. Simitlerin altına peçeteleri serdi.
"Uyumak istiyorum. Bunu sonra konuşmalıyız."
Elif cevap vermeden simidi ikiye böldü.
"Bugün bir iş teklifi aldım. İyi bir maaş teklif ettiler."
"Sevindim. Sigara içmem lazım."
"Simidini ye."
"Sanmıyorum."
Elif uzanarak Burak'ın yarım simidini aldı ve uzattı.
"Uykusuzluğumu manipüle ediyorsun."
Simidi çiğnemeye başladı. Kurumuş bir ağız ve uyanır uyanmaz beslenmeye alışık olmayan midesi duruma isyan etse de karşı koyacak kadar uyanamamıştı.
"Kusmak üzereyim." dedi Burak.
"Sağlıklı bir hayat lazım sana. Seninle tanıştığımdan beri düşündüğüm şey bu."
"Çok yanlış düşünmüşsün. Öncelikle iyi uyumam lazım ki sağlıklı olabileyim. Onun dışında rutinlerime saygı duyan insanlarla sağlıklı bir iletişim kurabilirim."
"Sana annelik taslıyormuşum gibi hissettim ama belki de sendeki eksiklik budur." diyerek güldü Elif. Burak ise gülmüyordu. Elif kötü bir noktaya değindiğini hissetti. "Yanlış bir şey mi söyledim?" diye sordu. Burak omzunu silkti. Simidi çiğnemeye devam etti. Uzanıp meyve suyundan bir yudum aldı. İnkar etse de iyi hissediyordu. "Ailenle iletişimin nasıldı Burak?"
"Gerçekten mi?" diye sordu Burak gözlerini devirerek. "Çocukluğuma mı ineceksin?"
"Neden olmasın?"
"Neden olsun?"
Elif, simidi masanın üzerine bıraktı. Tekli koltuktan kalkıp Burak'ın yanına oturdu.
"Belki de sana ve bana lazım olan şey budur. Senin anlatman ve benim de dinlemem lazımdır."
"Elimden tutup okula götürmediler fakat başka şeyler öğrettiler. Annemle babamın arası iyi değildi; ben çok küçükken de değildi, şimdi zaten konuşamazlar. Bunun dışında anlatılacak pek bir şey yok."
"Belki de bu yüzden hiç sevgilin olmamıştır. İlişkilere inancının olmama sebebi ebeveynlerin olabilir."
Burak güldü.
"Hayır, ikisi de birbirine saygı duyan insanlardı. Sadece anlaşılabilir sebeplerle yürütemediler ve zorlamadılar. Bence ideal bir ilişkiydi."
"Yürümeyen bir ilişki mi?"
Burak kafasını salladı.
"Bazen en iyi ilişkiler yürümeyen ilişkilerdir."
"Sen nereden bilirsin ki?" diye sordu Elif gülümseyerek.
"Bir şeyi bilmek için deneyimlemek mi gerekir?"
"En azından hissetmek gerekir."
"Hissetmediğimi nereden biliyorsun?"
Elif bu cevapla şaşırdı.
"Kimdi bu şanslı kız?"
"Tamam, kimse olmadı ama konumuz bu değil. Simidini yemeyecek misin?"
"Konuşuyoruz şu anda."
"Sıkıldım." dedi Burak ve meyve suyunu bitirip kutusunu sehpanın üzerine fırlattı. "Hadi." dedi ayağa kalkarak.
"Kovuluyorum sanırım." dedi Elif kabullenmiş bir gülümsemeyle. Burak kafasını salladı.
"Evet, yatak odama doğru."
"Bu konuşmayı bitirsek önce?" diye sordu Elif ama Burak onun gözlerindeki ateşi gördü.
"Devamını kulağına fısıldarım." dedi ve arkasını dönüp salondan çıktı. Elif arkasından baktı, güldü, kalkıp yatak odasına yürüdü. Burak kulağına hiçbir şey fısıldamadı.
***
Henüz müşteri gelmediği ve mekanı tamamen silip süpürdükleri için sandalyelere oturmuş pinekliyorlardı. Melis telefonuyla ilgileniyor, Burak ise müziği dinliyordu.
"İnanılmaz değil mi gerçekten ya? Şu seri katil?" diye sordu Melis.
"Ne seri katili?" Burak'ın hiçbir şeyden haberi yoktu. Melis şaşkınlıkla Burak'ın yüzüne baktı.
"Bilmeme ihtimalin yok."
"Var." dedi Burak.
"İnternette de mi görmedin? Twitter? Instagram?"
Burak tuşlu ve eski telefonunu çıkarıp Melis'e gösterdi. Melis:
"Cinayetleri duymamış olamazsın."
Burak omuz silkti.
"Dokuz cinayet işlendi. Öldürülenlerin hepsi uyuşturucu satıcısı. Tanık yok, çatışma yok, kamera görüntüsü yok."
"Güzel." diye cevapladı Burak. Melis kaşlarını çatıp Burak'a baktı.
"Bir psikopat dışarıda cinayet işliyor. Neresi güzel bunun?"
"Ortalık yere ateş açsa hak veririm ama muhtemelen karşılaşmak istemeyeceğim kişileri temizleyen biri."
"Adaleti kendimiz mi sağlıyoruz?"
"Sağlayan birileri çıkmış demek ki."
"Bunun adı kaos."
Burak oturduğu sandalyeden kalktı ve Melis'in yanına yaklaştı. Elini omzuna koydu ve dışarıyı gösterdi:
"Bu topluma bir kaos lazım. Çünkü kimse gidişatı umursamıyor. Şu insanlara bak; korna çalındığı için cinayet işlemeye hazır primatların arasında yaşıyoruz. Birilerinin bunları ya eğitmesi ya da temizlemesi lazım. O yüzden bu seri katil her kimse umurumda değil."
Burak elini Melis'in omzundan çekti ve bir sigara yaktı.
"Toplumu böyle değerlendiremeyiz. Bu doğru değil."
"Doğrusu yanlışı yok. Kimsenin ölmek istemediği ama herkesin öldürmek istediği toplumlar kana boğulur. Ne yazık ki bu ülke de bunu kovalıyor. Eğer polisin enselemediği bir uyuşturucu satıcısını seri katilin biri temizliyorsa ben buna itiraz etmem."
"Medeniyet böyle kurulmaz."
"Medeniyet tam da böyle kurulur." dedi Burak net bir sesle. "Medeniyet halkın delirmesi ve değişim istemesiyle gerçekleşir..." duraksadı Burak ve devam etti. "...veya çağının çok ilerisinde bir liderle."
Melis katılmıyordu ve bunu belirtircesine kafasını salladı.
"Bu kaosta hayatta kalabileceğinin garantisi yok."
Bir cevap bekler gibi Burak'a baktı fakat Burak gülümsüyordu.
"Hayatta kalıp kalmamak önemli değil sanırım senin için?"
Burak omzunu silkti.
"Hayatı gözünde fazla büyütüyorsun Meliscim. Bak adam hayatını burada yaşadı ve burada öldü."
Bekir'in her zaman oturduğu ve o öldükten sonra kimsenin oturmadığı tabureyi gösterdi.
"Yaşamasaydı burası olmazdı ama." diye cevapladı Melis mekanı işaret ederek.
Burak omuz silkti. Melis tartışmaya daha fazla devam etmenin anlamsız olduğunu düşünerek konuşmamayı tercih etti.
Burak'ın telefonu çalana kadar sakinlik devam etti ve müşteri de yoktu. Telefonda organizatör vardı. Bir dövüş teklifi, Burak bunun imkansız olduğunu söyledi. Eğer dövüşe giderse Koza'yı idare edemezdi.
"Beş bin TL daha fazla."
Burak iyi para kazanıyordu ve kazandığı parayı harcadığı hiçbir yer yoktu. Ona rağmen parayı duyunca bir süre düşünmek istediğini söyledi. Koza'yı kime emanet edebilirdi? Melis zaten garson olarak çalışıyordu, kasaya birinin bakması lazımdı ve kokteylleri kim hazırlayacaktı? Elif'in dediği gibi, belki de Bekir'in taburesine oturmanın zamanı gelmişti ama kendisi yerine koyabileceği herhangi birini bulup bulamayacağı konusunda emin değildi. Koza'ya sadece hizmet etmemiş, onunla bütünleşmişti. Onu korumuş ve içine giren insanların daha mutlu olması için çaba sarf etmişti. Şimdi kim kendisi gibi davranırdı? Sonsuza kadar dövüşlerden uzak duramazdı. Bedenine aldığı darbeler, yorgunluk, öfkesini attığı yumrukla tanımadığı bir bedene aktarma meditasyonunu bırakamazdı. Evine alacağı bir kum torbasıyla çözemezdi durumu.
"Seni arayacağım." dedi Burak ve cevabı beklemeden telefonu kapattı. "Bir günlüğüne mekanı sana emanet etsem işin üstesinden gelebilir misin?" diye sordu Melis'e. Melis böyle bir sorumluluk beklemediği için bu teklife biraz tereddütle baktı. "Eğer yapamayacağını düşünürsen başka bir yol bulacağım."
"Kokteyl yapmayı bilmiyorum, biraları ve diğer içkileri dağıtabilirim fakat aynı zamanda kasaya bakmak da çok kolay olmayacaktır."
"O güne özel birini bulabiliriz sana yardımcı olacak fakat bulamazsak da nakit usulüyle çalışırsın. İnsanlar bardan alıp nakit öderler, hesap kitapla uğraşmazsın."
Melis kısa bir an daha düşündü ve fikir aklına yatmaya başladı.
"Peki biri hesabı ödemeden kaçacak olursa ne yapacağım? Fark edemeyebilirim."
Burak gülümsedi:
"Burada kimse öyle bir şeye cesaret edemez."
"Eğer öyle diyorsan. Ne zaman gideceksin?"
"Bugün." dedi Burak.
Melis'e yardımcı olacak birini bulamadıkları için kapıya 'SELF SERVİS' yazısını astılar. Burak çıkmadan önce Bekir'in o öldüğünden beri boş olan sandalyesine baktı ve aklına bir fikir geldi.
***
Her zamanki gibi bir dövüştü. Karşısına çelimsiz ve kendisinden beş santim daha kısa birini çıkarmışlardı. Yine de yumrukları şaşırtıcı derecede hızlı ve sertti. Ringde onu yakalamak sinir bozucu derecede zordu.
"Sigara içmiyorsun galiba." dedi Burak bir ara ikisi de gardlarını kaldırmış birbirlerini test ederken. Rakibinin sürekli oradan oraya hareket edip, üstüne gelir gibi yapıp geriye kaçmasından bunalmıştı. Burak'ın ani bir yumrukla dudağı patlamıştı fakat karşısındaki 'İskelet'in, ki lakabı buydu, iki gözünün de üstünde açılma vardı. Kan bazen gözlerine geliyor, eliyle silmesi gerekiyordu ve Burak da İskelet'in kanı gözlerine ulaşırken yumruk atmayı ihmal etmiyordu. Rakibinin dikkatinin dağıldığının farkındaydı, bunu kullanmak zorundaydı.
"İçmiyorum. Her gün koşuya çıkıyorum. Sen de bir yaşlı gibi soluyorsun ama canım yanıyor."
"Vurmamamı istediğin bir yer var mı?"
"Göğsüme vurmazsan sevinirim. Nefesimin kesilmesi hiç hoşuma gitmiyor."
"Anlaştık." demişti Burak. Dövüş boyunca hiç göğsüne vurmadı ancak hareketlilikten bıktığı için onu köşeye kıstırmaya karar verdi. Birkaç kere de köşeye kıstırdı ve gardını sert yumruklarla açarak yüzüne vurmaya devam etti. İskelet çelimsiz olsa da dayanıklıydı. Özellikle çenesine yediği bir yumrukta sendelememesi Burak'ı şaşırtmıştı. Elbette bu dövüş seyircileri çılgına çevirmişti. Lupus'un her zamanki gibi kazanacağı belliydi fakat İskelet'in pes etmeyişi, arada bir şaşırtıcı yumruklar çıkarması onları eğlendiriyordu.
İkinci raund bittiğinde İskelet'in yüzündeki hasarı temizlediler ve kanı bir süreliğine durdurdular. Üç kişi onunla ilgileniyor, biri yaralarını temizliyor, biri su verip sırtına masaj yapıyor, biri de koçluk yaparak nasıl saldırması gerektiğini söylüyordu. Burak'ın ise hiçbir zaman ringin kenarında kendisine yardım eden tanıdıkları olmamıştı. İskelet'e yapılan yardımların hepsini tek başına yapıyordu. Elbette bu kendi tercihiydi, bunu ücretsiz olarak yapabileceğini söyleyen taraftarların isteğini geri çevirmişti. Eğer o kadar darbe alıyorsa yıkılabilirdi, sorun değildi.
Dudağındaki kanı peçeteyle sildikten sonra ayağa kalkıp rakibinin gelişini beklemeye başladı. Normalde İskelet'e yapılan müdahaleler uzayacaktı fakat Lupus'un kalktığını görünce geri durmadı ve ayağa fırladı.
"Daha bitmedi." diyen koçuna parmağını salladı ve Lupus bunun üzerine gülümsedi. Şu ana kadar dövüşmekten en keyif aldığı rakibin İskelet olduğu kesindi ve Lupus'u her maçta izlemiş taraftarlar da bunun farkındaydı. Yine de Lupus sıkılmıştı. Hakem üçüncü raundu başlatır başlatmaz İskelet'in üstüne atıldı. İskelet karşılık verdi fakat yaklaşık on beş saniyelik bir yumruk yağmurundan sonra İskelet yere düştü. Öyle de kaldı. Yerden kalktığında kafasını sallarken gülümsüyordu ama maskeden belli olmuyordu. İzleyiciler coşmuştu ve Burak onları böyle görmeyi seviyordu.
Yine de bu coşku kısa sürdü çünkü korumalar acilen dağılmaları gerektiğini bağıra bağıra bütün seyircileri paniğe sürükledi. Burak sakince neler olduğunu izliyordu.
"Gitmen lazım Lupus!" diye bağırdı organizatör. Burak ringden indi, İskelet çoktan toz olmuştu. Soyunma odasına gidip hızlıca giyindi, organizatör yanına geldi.
"Olacak iş değil." dedi.
"Ne olmuş?" diye sordu Burak.
"Dışarıda birini vurdular, az sonra polis buraya dahil olacak."
"Silah sesi duymadık?"
"Susturucu kullanılmış. Şu seri katilin işine benziyor."
Burak, Melis'in dediklerini hatırladı.
"Öldürülen kişi torbacı mıydı?"
"Hayır. Ciddi bir adamdı, sıkıntılı bir tip. Uyuşturucuyla bağlantısı var sanırım ama öyle alalade bir torbacı değildi. Birazdan polisler ve medya buraya damlayacaktır."
Organizatör içi para dolu zarfı uzattı.

SİYAH KELEBEKLER (YENİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin