3.BÖLÜM - TANIŞIYOR MUYUZ?

10.8K 407 36
                                    

Ölümün bir gün geleceği çok açık olmasına rağmen insan hiçbir zaman buna tam anlamıyla hazır olmazdı. Burak, Bekir'in yaşlı ve çok içen bir adam olduğunu bilmesine rağmen yakın zamanda öleceğini aklına bile getirmemişti. Nereyi veya kimi arayacağını bilmediği için bir süre öylece cesedin yanında durdu. Bekir'in gözleri kapalıydı, uyuyor gibiydi fakat yüzü beyazdı. Yüzündeki huzur ölümü kendisinin de beklemediğini gösteriyordu veya... Veya her zamankinden çok daha hazırlıklıydı ve geldiği anda da kabullenmişti. Burak mantığı ile hareket etmeye alışkın bir insan olmasına rağmen mantığı tamamen tökezlemişti ve yere yığılmıştı. Zihninden tek bir düşünce dahi geçmiyordu. Daha önce de samimi olduğu insanların ölümünü görmüştü; elbette bu kadar sakin bir şekilde değil. O ölümlerin hepsi bulundukları duruma uygundu. Travmatikti ama sebebini ve nasıl olduğunu anlayabiliyordu. Bunu ise anlayamıyordu; insan öyle bencil bir varlıktı ki bu kısa süre içerisinde kendi önünü göremediğini de fark etti. Kendi düzeni de bu ölümle beraber paramparça olacaktı.
"Yapacak bir şey yok." diye düşündü. Telefonunu cebinden çıkardı ve polisi aradı. Bürokratik işlemler, bir doktorun ölümü onaylaması, çevredeki bar çalışanlarının Burak'a baş sağlığı dilemesi... Koza birkaç gün kapalı kalacaktı.
***
Burak tatil yapan biri değildi; kendisine ayırdığı günler yoktu ve birkaç gün boyunca içmekten ve tavanı izlemekten başka hiçbir şey gelmedi aklına. Bu süreçte sadece bir kere kapısı çalındı. Akşama doğru kapıyı açtığında karşısında Elif'i gördü. Yarı açtığı kapıdan bir süre bakıştılar.
"Duydum Bekir Abi'yi. Çok üzüldüm."
Burak kafasını salladı ve kapıyı ardına kadar açıp salona yürüdü. Elif daha kapının girişinde yoğun alkol kokusunu aldı. Salona girdiğinde sehpanın üzerinin boş şişeler ve dolu küllüklerle dolu olduğunu gördü. Muhtemelen bir süredir havalandırılmamıştı da, sigara kokusu neredeyse burnu sızlatacak kadar ağırdı. Elif bir şey demeden pencereleri açtı, odaya soluk gün ışığı girdi.
"İyi görünmüyorsun." dedi lafı dolandırmadan.
"Kafamı toplamaya çalışıyorum."
"Daha çok dağıtmaya çalışıyor gibi görünüyorsun."
"Dağıtmadan toplayamam."
Elif, Burak'ın tam karşısındaki tekli koltuğa oturdu. Burak'ın yaslandığı koltuğun üstünde Liz, yanında ise Duman vardı ve sanki bilinçsiz bir şekilde tüylerini okşuyordu.
"Neden ölmüş?"
"Kalp krizi dediler. Uykusunda."
"En azından acısız bir ölüm."
"Öyle midir acaba?" diye sorguladı Burak. "Ne yaşadığını bilmiyoruz ama olan oldu."
"Bir süre yanında kalmamı ister misin?" diye sordu Elif kısa bir sessizliğin ardından. Burak'ın bakışları tavandan yavaşça Elif'e döndü.
"Neden böyle bir şey isteyeyim?"
"Sadece sormak istedim."
"Neyse..." dedi Burak. "Uğradığın için teşekkür ederim."
Elif, kovulmayı beklemiyordu fakat hassas bir dönemde olduğu için bunun üzerinde durmadı. Burak'a göre ise Elif bu durumu istismar ediyordu. Elbette kafasının bir yerinde fazla reaksiyon verdiğini de düşünse de yalnız kalınca rahatladığını hissetti.

***

Bekir'in avukatı Bekir'in vasiyetini açıklamak için Koza'ya geleceğini haber verdiğinde de pek hali yoktu fakat cenazeden sonra Bekir ile alakalı tek olay buydu. Buna da saygı duymak ve orada bulunmak için Sefa ile Koza'da buluştular ve avukatı beklemeye başladılar. Burak, Sefa'dan her daim tiksinmişti fakat Sefa'nın heyecanlı ayak sallamaları, dönüp dönüp kapıya bakışları içinde onu öldürme isteği uyandırıyordu. Bekir'in öldüğü gün haber verdiğinde Koza'ya gelmiş ve oldukça sahte bir üzüntüyle bu ölümü kabullenemiyormuş gibi davranmıştı. Fakat Burak biliyordu ki Sefa bu ölümün bu kadar erken olmasından dolayı oldukça memnundu. Bu ölümden çıkarları vardı. Elbette bunu kimse dillendiremeyecekti; kimse itiraf etmeyecekti. Yine de gerçek buydu ve gerçek ikisinin ortasında duruyordu.
"Bir sigaran var mı be kanka?" diye sordu Sefa. Burak belki de ilk defa bu soruya sinir olmadı. Hayatının allak bullak olacağını biliyor, kafasını bu düşünceden uzaklaştıramıyordu. Sefa'nın bu irrite edici sorusunu bu yüzden sakince karşılamıştı bu sefer.
Birkaç müşteri Koza'nın tekrar açıldığını sanarak geldi fakat geri dönmek zorunda kaldılar. Sonunda elinde bir çantayla avukat içeri girdi. Kısa boylu, göbekli, gür saçlı ve gözlüklü bir adamdı.
"Başınız sağolsun." diyerek ikisinin de elini sıktı ve masaya oturdu. "Bekir Abi çok sevdiğim biriydi. Beni okutan adamdır. Hiçbir zaman desteğini esirgemedi sağolsun. Elbette böyle erken ölmesi beni de çok şaşırttı."
"Allah'ın işi, yapacak bir şey yok." dedi Sefa. Bacakları hızlı hızlı sallanıyordu. "Vasiyetini getirdiniz sanırım?"
Burak, Sefa'ya bakmamak için kendini zor tuttu çünkü bakışlarını kontrol edemeyecekti.
"Evet, evet. Bir süre önce Bekir Abi vasiyetini bana teslim etti. Sanki ölümünü hissetmiş gibi. Hayat çok garip."
"Evet, çok garip." diye onayladı Sefa. Avukatın bir an önce sadede gelmesi için yanıp tutuşuyordu.
Avukat, çantasından bir zarf çıkardı ve mührünü kırdı. İçindeki kağıdı çıkardı ve okumaya başladı:
"Bu hayatta pek fazla bir şeye sahip değilim." diye başlayan vasiyette bazı bankalarda bulunan ve fena olmayan bir paraya denk gelen bazı varlıkların Sefa ve Sefa'nın annesi, yani Bekir'in kızına bırakıldığı açıklanıyordu. Vasiyet kısaydı.
"...adresinde bulunan Koza Bar ve hemen üstünde yer alan dairemi; ayrıca buraları idare etmesi için yardımcı olması adına banka hesabımdaki 200.000 TL'yi Burak Karakış'a bırakıyorum."
Burak duyduğu şeyi algılayamadığını düşündü. Kafasını kaldırıp avukata baktı.
"Vasiyet bu kadar."
"Koza ve üstteki daireyi bana mı bırakmış?" diye sordu Burak inanamayarak. Avukat gülümseyerek onayladı. Sefa'nın bacak titremeleri durmuş, Burak ise Bekir'in bu jestine teşekkür dahi edemeyecek oluşunu düşünüyordu.
"Ha, bir de Bekir Abi'nin özel olarak bana teslim ettiği ve sana vermemi istediği bir mektup var." Çantasından mektubu çıkarttı ve Burak'ın önüne koydu. Avukat bürokratik işlemleri daha sonrasında halledeceklerini söyleyerek izinlerini istedi ve yanlarından ayrıldı.
Burak ve Sefa birkaç dakika boyunca sessizce oldukları yerde oturdular. Sefa tırnaklarını yemeye başlamıştı. Burak ise herhangi bir şey düşünememenin şaşkınlığı içerisindeydi. Nasıl olur da insanın aklından en ufak bir düşünce dahi geçmezdi? Burak oturduğu masadan Koza'nın sahibi olarak kalktı ve dolaptan bir bira alıp geri döndü. Bir sigara yaktı. Birkaç dakikaya yayılan bu sessizlik Sefa'nın öksürmesiyle son buldu:
"Hayırlı olsun." dedi Sefa. "Eee, Koza'ya ne yapıyoruz şimdi?" diye sordu. Burak, Sefa'nın orada olduğunu unutmuştu bile. Kafasını kaldırıp Sefa'ya baktı.
"Ne yapıyoruz derken? Ne yapacağımı soruyorsun herhalde?"
"Biz ortak sayılırız. O benim dedemdi." dedi Sefa.
"O senin dedendi fakat biz ortak değiliz Sefa."
"Bu mekanda senin kadar benim de hakkım..."
Burak tamamen gayrıihtiyarı bir yumruk attı Sefa'nın suratına. Sefa'nın kırılan burnundan anında kan boşalırken Burak birasını yudumlamaya döndü. Çok uzun süredir bu kadar rahatladığını hatırlamıyordu. Sefa ise iki eliyle burnunu kapatırken şaşkınlıkla Burak'a bakıyordu.
"Manyak mısın lan sen?"
"Bıktım senden. Koza benim. Senin de bir gram hakkın yok. Siktir git, sikmeyeyim belanı."
Sefa koltuğundan kalkarken:
"Neye bulaştığını bilmiyorsun. Millet gözünü buraya dikmiş bekliyordu." Sefa bardan bir peçete aldı ve burnundaki kanı sildi. Masaya yaklaştı. "Bak Burak." dedi sesini kontrol etmeye çalışarak. "Bekir Abi'yi sever sayarlardı fakat Koza şu an çevredeki barların hepsinden daha değerli. O ölünce burayı rahat bırakmayacaklarını biliyorum."
"Nereden biliyorsun?"
Sefa tekrar sandalyeye oturdu. Arada bir burnuna tampon yapıyordu.
"Konuştum. Mekanın bana kalacağını düşündüğümüz için bana geldiler ve bir anlaşma yaptık."
"Ve anlaşma karşılığında bir şey aldın?" diyerek bir tahminde bulundu Burak.
Sefa birkaç saniye sessiz kaldı ve kafasını salladı.
"Bir şey diyeyim mi Sefa... Hiç umurumda değil. Bir daha buraya gelmezsen sevinirim."
Sefa uzaklaşırken Burak ona bakmadı bile. Koza'nın sahibi olarak tek başına birasını yudumlamaya devam etti. Ardından gözü bardaki bilgisayara takıldı. Ayağa kalkarken bu yaptığı şeyin kendisini iyi etkilemeyeceğini biliyordu. Bekir'in öldüğü gece güvenlik kameralarının çektiği görüntüleri izledi. Özellikle Bekir'in tüm mekan boşaldığında kapıyı üstüne kilitleyip tek başına bilgisayardan kendisine şarkı açıp rakısını yudumlamasını izledi. Daha sonra birkaç kez göğsünü sıvazlayışını, kafasını bara dayayıp öylece uyuyuşunu. Ne zaman öldüğünü anlamak mümkün değildi. Gerçekten acısız bir ölüm gibi görünüyordu.
***
Burak, Koza Bar'ı tekrar açtı ve kapıya bir ilan astı:
"Çalışan aranıyor!"
Astıktan on beş dakika sonra ilk talip geldi. Burak hemen hemen iki gün mülakat yaptı. Barı tek başına yönetmek zorunda olduğu için müşteriler anlayış göstererek siparişleri bardan alıyordu. Aldıkları şeyi ödüyorlar ve yerlerine dönüyorlardı. Her zamanki gibi mekan tıklım tıklım doluyor; fakat gelmesine alıştığı bir kişi gelmiyordu. Bekir'in yokluğu, bar masasının en köşesinde duran kasanın yanına koyduğu taburede oturmayışı ve arada bir homurdanmayışı Burak'ın beklediğinden daha büyük bir yalnızlık çekmesine sebep oluyordu. Tek bir kişinin olmaması koskoca barın boş olduğunu hissettiriyordu kendisine. Yavaş yavaş bu duruma alışacağını biliyordu; her şeye her şekilde alışılırdı. İnsan zihninde açılan yaralar da yavaş yavaş iyileşir, silikleşir ve belli belirsiz bir kabuk olarak orada dururdu. Kimi zaman kabuğu görünce yara hatırlanır fakat acıtmazdı. Burak bunun bilincinde ve tecrübesindeydi ancak henüz her şey çok yeniydi.
Diğer bir şey ise Sefa'nın olmayışıydı. Burak buna alışmakta zaman kaybetmedi ve Sefa'nın yokluğunda hissettiği huzuru sevdi. Koza Bar'da henüz hiç kadın çalışan olmamıştı. Bu bir cinsiyetçiliğin ürünü değildi elbette; sadece öyle denk gelmemişti. Burak belki de bir kadın çalışan almayı düşünebilirdi. Barda çalışma konusunda oldukça tecrübeli kadınlar da geliyordu ancak hiçbiri aradığı profilde değildi. Sert duruşlu bir çalışan gerektiğine karar verdi Burak. Müşterilerle mesafeyi korumayı bilecek; kendisine karşı da belli bir mesafede durabilecekti. Elbette iş arkadaşı olacakları için aralarında bir şey yaşanmaması da gerekiyordu.
Burak bu insanı beklemeye başladı ve hemen hemen kapıdan giren gençlerin hiçbirinde bu hissiyatı alamadı. Gönülsüz mülakatlardan sonra bir gün kapıdan zayıf, omuzlarına inen kısa kumral saçlarıyla güzel bir kız girdi. Burak bu kıza dikkatlice baktı ve içmek için değil; çalışmak için geldiğini umdu. Daha önce bu kızı hiç Koza'da görmemişti.
"Hoşgeldiniz." dedi Burak, bar bölümündeki taburelerden birinde oturuyordu.
"İş ilanı için gelmiştim de."
"Tabii ki. Otur lütfen."
Kız, Burak'ın yanındaki tabureye oturdu.
"Adın ne?"
"Melis."
"Kaç yaşındasın?"
"23."
"Daha önce hiç barda çalıştın mı?"
Kızın çevreye istemsiz bakışlar atması bu sorunun sorulmasından korktuğunu gösteriyordu.
"Hayır, daha önce hiç çalışmadım." dedi dürüstçe.
"Ne okuyorsun ya da okuyor musun?"
"Hukuk bitirdim bu yıl."
Burak bu cevap karşısında gözlerini kıstı.
"Dört yılda hukuk bitirdin ve garson olmak mı istiyorsun?"
"Bir süreliğine evet. Okul süresince çok sıkı çalıştım ve pek kendime ayıracak, kendi paramı kazanacak zamanım olmadı. Biraz bunu yaşamak istiyorum."
Burak tabureden kalktı ve barın arkasına doğru yürüdü. Kız ise reddedildiğini düşünmesine rağmen sakince oturmaya devam etti. Burak bardan bir bira çıkardı ve açıp kızın karşısına koydu; kendisi de bir bira açtı ve barın arkasında bulunan tabureye oturdu.
"Pekala, belli şeyleri netleştirmemiz lazım. Sana şimdi maaş ve kuralları anlatacağım. Kabul edersen bugünden itibaren çalışmaya başlayabilirsin."
Heyecanını gizlediğini düşünen fakat gözünden mutluluğunu saklayaman kız sakince anlatılacakları dinlemeye hazırlandı. Burak biraları yudumlarken barda çalışmanın nasıl bir şey olduğunu, kendi isteklerini kısaca anlattı. Herhangi bir sorunda kendisine gelmesinden çekinmemesini, Koza'nın belli bir itibarı olduğunu, ilk kadın çalışan olması dolayısıyla kendisi için daha dikkatli olacağını söyledi. Melis'e önerdiği maaş Melis'in tahmininin hemen hemen iki katıydı. Zamanla şartların iyileşebileceğinden, bunun kendi performansına bağlı olduğundan bahsetti. Her zaman hata yapabileceğinden, paniklememesi ve gereğinden fazla iş yükünü yüklenmemesi gerektiğini de hatırlattı. Melis hemen hemen hiçbir şey söylemeden dinledi ve bu imkan için teşekkür etti. Burak, Melis'in zeki bir kız olduğunu sessiz kaldığı anlardan anlayabiliyordu. Bazen insanlar konuştuğunda değil; sessiz kaldıkları yerlerde zekalarını belli ederlerdi.
Burak, Melis'le anlaştıktan sonra konuşacakları bir şey kalmamıştı ve havadan sudan muhabbet etmeye başladılar. Melis, mekana bakınırken üstünde örtü olan piyanoyu gördü.
"O piyano çalışıyor mu?"
"Bayadır çalışmadı. Tozlanmasın diye üstünü örttük."
"Bakabilir miyim?"
"Tabii ki."
Melis mekanın bir köşesinde duran piyanonun örtüsünü nazikçe kaldırdı.
"Oldukça tozlanmış. Silebilirim." dedi. Bezi alıp yaklaşık beş dakika boyunca piyanoyu özenle sildi.
"Çalabilir miyim?" diye sordu temizlik bitince.
"Çalabiliyor musun?"
Melis buruk bir gülümsemeyle Burak'a bakıp kafasını salladı. Piyanonun taburesine otururken ne çalacağını düşünüyor gibiydi. Burak dikkatle Melis'i izledi. Melis, ne çalacağına karar verdikten sonra parmakları piyanonun tuşlarında gezinmeye başladı. Burak, Melis'in çaldığı parçayı bilmiyordu fakat parmaklarının sihir yarattığını görebiliyordu. Ne dışarıdaki korna sesleri, ne de mekana sessizce girmiş dört müşteriyi duymuştu. Parça bittiğinde Burak gülümsedi. Melis'e arada bir piyano çalmak isteyip istemediğini sordu. Koza'nın yeni bir piyanisti vardı.
***
Burak, Koza'yı yeniden rayına sokarken müşteriler de aynı hızla gelmeye devam etti. Melis tecrübeli bir çalışan değildi ve zamana ihtiyacı vardı; fakat Burak'ın aradığı kişi olduğunu ilk günden kanıtladı. Burak, Melis'in bir profesyonel gibi davrandığını görüyor ve sendelediği noktalarda yardım etmekten çekinmiyordu. Yine de Koza'nın artık yeni sahibiydi ve farklı sorumlulukları vardı. Hesap kitap işlerinden nefret etse dahi gece sonu bilançosuna bakıp muhasebesini iyi yapmalıydı. Bunun yanında Bekir'in bıraktığı mektubu okumaya henüz hazır hissetmiyordu.
Koza'nın yeni sahibi olduğu hızlıca duyulmuştu ve tebrik etmeye gelenler oldu. Bunlar Burak için pek de önemli değildi. Barmen veya barın yeni sahibi olmanın arasında bir fark yoktu onun için. Sorumluluktan kaçmamasına rağmen bundan pek hoşlanmadığının farkındaydı. İnsanlar onun patron olduğunu biliyordu ve Burak bunu önemsemiyordu. Bunu bilmeyen biri varsa o da Elif'ti. Bir gün Koza barın kapısından girdi, bar taburesine kuruldu ve Burak daha o ağzını açmadan birasını önüne koydu.
"Hoşgeldin."
"Hoşbulduk."
Burak siparişleri tamamladıktan sonra Elif'le muhabbet etmeye girişti. Elif de mekandaki durumu sordu.
"Kim yönetiyor artık burayı?"
"Ben." diye cevapladı Burak.
"Peki kime kaldı mekan?"
"Bana."
Elif gözlerini şaşkınlıkla açıp Burak'a baktı.
"Nasıl yani? Vasiyette sana mı kaldı?"
"Evet."
"Çok sevindim. Nasıl hissediyorsun peki?"
"Bekir'in yaşamasını tercih ederdim." diye cevapladı Burak. Elif gözlerini devirdi.
"Orası elbette öyle fakat olan oldu."
"Olan oldu mu?" diye sordu Burak kaşlarını çatarak.
"Ne demeye çalıştığımı biliyorsun."
Burak omuz silkti.
"Buradaki sorun şu. Bekir Abi bana güvenip mekanı teslim ediyordu, ben güvenip kimseye teslim edemem. Artık buraya bağımlı durumdayım."
"Belki de kendine yeni bir barmen bulman ve Bekir Abi'nin oturduğu taburede oturman gerekiyordur."
Burak kafasını iki yana sallayıp gülümsedi:
"Bunu yaparsam hayattan keyif alamam."
"Sen hayattan keyif alıyor musun ki?" diye sordu Elif iğneleyici bir sesle. Burak gözlerini kaldırıp baktığında Elif'in alaycı bir şekilde kıvrılmış dudaklarını gördü.
"Bazen evet." dedi gülümseyerek. Bazen gerçekten de keyif alıyordu, çoğunlukla hiçbir şeyin hiçbir anlamı olmadığını hissetse dahi. Elif bir süre sessiz oturdu fakat bir şey söylemek istiyor gibiydi ve sonunda cesaretini topladı:
"Yarın bir şeyler içelim mi?"
"Olur." dedi Burak omuz silkerek. "Kapanışa doğru gel istersen."
"Yok, öyle değil. Öğleden sonra kahve gibi..."
Burak kafasını yana yatırıp sorgular gözlerle baktı.
"Neden?"
"Sadece seninle vakit geçirmek istiyorum."
"Geçiriyoruz zaten. Geçirmiyor muyuz?"
"Geçiriyoruz ama..."
"Ama senin istediğin şekilde değil. Senin istediğin gibi davranmıyorum ve sen de bunu elde etmek istiyorsun."
"Hayır"
"Evet. Mevzu bu. Mevzu vakit geçirmek olsaydı zaten geçirdiğimizi görürdün. Hayır, sen kafanda idealize ettiğin şeyi istiyorsun benden. Beni kendi kafanda idealize ettiğin şeye dönüştürmek istiyorsun. Diğer kadınlarla konuştuğum gibi değil de; onlardan farklı bir yere konumlanmak istiyorsun. Sen beni özel biri yapmak istemiyorsun, kendini özel biri yapmak istiyorsun. Çünkü bu sana yetmiyor. Beni umursamaz ve sadece seks odaklı biri zannediyorsun ama yanılıyorsun. Ben umursamaz değilim; ben kendimi umursuyorum. Ne istediğimi biliyorum ve senden de fazlasını istemiyorum. Bence benden ne istediğini değil; kendinden ne istediğine bak önce."
Burak bunları söylerken bulaşıkları yıkamaya devam ediyordu. Bar bölümünde oturan herkesin sessizleştiğini görünce bunları sesli söylediği için kendine kızdı. Elif'in kalbini kırdığını biliyordu fakat bunu böyle açık seçik yapmak, hiç tanımasa dahi birkaç kişinin önünde utandırmak hoş olmamıştı. Elif kırgın kırgın bakmıyordu ve şaşırtıcı bir biçimde alaycı bir ifade belirmişti yüzünde.
"Sadece seni daha iyi tanımak istiyordum." Çantasını aldı ve cüzdanından hesaba göre daha fazla para bırakarak kalktı.
"Gerek yok." dedi Burak.
"Sonra konuşuruz." dedi Elif ve bardan çıkıp gitti. Burak istifini bozmasa dahi kafasında az önce geçen konuşmaları düşünüyordu. Sorgulamak ve sorgulamak... Her şeyi, her şekilde sorgulamak durdurulamaz bir lanet gibiydi.
Konuşmaları yakından duymuş olan Melis boş şişeleri barın üstüne bıraktığında Burak onun tedirgin bakışlarıyla karşılaştı.
"Söyle, içinde kalmasın." dedi.
"Hak etmiş miydi?" diye sordu Melis. Burak kafasını olumsuz anlamda salladı:
"Kimse böyle bir şeyi hak etmez."
"Neden böyle yaptın peki?"
"İyi bir insan olmadığımdandır."
Melis buna bir cevap veremedi ve konu kapandı.
***
Melis'in kimi zaman piyano başına geçmesiyle Koza daha klas bir mekana dönüşmüştü. Müzik kapatılıyor ve piyanonun sesini dinliyordu herkes, dinlemeyenler de fısıltıyla muhabbete dönüyordu. Melis'in belli bir repartuvarı yoktu; çoğunlukla doğaçlama takılıyordu ve yeteneğini fark etmemek mümkün değildi. Gecenin son demlerine yaklaşılıyordu ve mekanın hemen önünde bir motor durduğunu duydu Burak. Son hesapları aldığı için dönüp bakmadı fakat az sonra kapı açıldı ve içeri bir kadın girdi. Kısa boylu, simsiyah saçlı, simsiyah motorcu tulumu giymiş; bunlara tezat olarak bembeyaz bir tene sahipti. Bakışlarında, simsiyah gözlerinde donuk bir ifade vardı. Kolunun altında siyah kaskını taşıyordu. Obsesif bir biçimde siyaha bürünmüştü.
"Kapatmak üzereyiz." dedi Burak.
"Hayır, değilsiniz." dedi kız. "Bana en sakin sandalyeni gösterir misin? Bara yakın oturmak istiyorum."
Burak gülümsedi. Normalde böyle davranan bir insana siktir çekerdi fakat bu kıza karşı bunu yapmak istemedi. Kıza en karanlık, hemen hemen kimsenin oturmadığı, ışığın hiç vurmadığı ve barın yanında bulunan tabureyi gösterdi. Depo duvarıyla barın arasında kaldığı için karanlık, ıssız bir tabure.
Kız tabureye oturdu, kaskını koydu.
"Adın Burak mı senin?" diye sordu. Burak bu kızı, bu denli güzel bir kızı daha önce görmediğine emindi. Kaşlarını çattı.
"Evet, tanışıyor muyuz?"
"Hayır." dedi kız.
"Seninki ne?"
"Lavinya."

SİYAH KELEBEKLER (YENİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin