Ruhumu şeytana sattım!
Evet evet, doğru duydunuz... Ruhumu şeytana sattım! Yoksa şurada idamını bekleyen bir mahkûmun umutsuzluğunu duyumsadığım halde hala oturuyor olmamı nasıl açıklayacaktım ki... Ruhum ipotek altında olmasa bu işkenceye dayanmam nasıl mümkün olabilirdi! İnsan psikolojisi üzerine üretilen tüm tezleri çürütmeye ant içmiş insanlarla uğraşıyor olmamı başka türlü nasıl açıklayabilirdim?
İnfilak etmeme az bir zaman kalmıştı! Bünyem 'error' verdi verecekti yani... Her an 'Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor' mesajıyla karşılaşabilmeniz olasıydı! Allah'ım ben bu işe nasıl bulaşmıştım! Hah, bendeki de soruydu yani... Bu işe nasıl bulaştığımı benden iyi kim bilebilirdi ki!
Domino Etkisi diye bir şey kesin vardı, artık bundan neredeyse emindim! Başka türlü bütün aksiliklerin ardı sıra beni bulmasını nasıl açıklayacaktım? Oysa daha birkaç ay öncesine kadar neredeyse mükemmel bir hayatım vardı benim. Kendime ait bir kliniğim, evim, nişanlım... Yirmi sekiz yaşında bir genç kadının isteyebileceği her şeye sahiptim(neredeyse yani!) Her şeyin tepe taklak olması tek bir taşın yerinden oynamasına baktı! Dogmatik yaklaşımlar pek tarzım olmasa da Barnabas İncili'ndeki o ayet tam da benim olayıma söylenmiş gibiydi: İlk taşı günahsız saydığım atmıştı*
Yok yok, inanın bana abartıyor falan değildim. Düşünün bir kere, tüm hayallerinizi bağladığınız, gözünüz kapalı güvendiğiniz ve de âşık olduğunuzu sandığınız adamın adi bir kumarbaz olduğunu öğrenseniz siz ne hissederdiniz! Ben ne mi hissetmiştim! Sağa sola şaşkınca bakınıp bir yerlerden kameraların çıkmasını beklemiştim, çünkü o an talihsiz bir şakaya maruz kaldım zannetmiştim. Herkesin espri anlayışı benimkine benzeyecek diye bir şey yoktu sonuçta değil mi! Ama ne kamera vardı ortada, ne de öğrendiğim şakaydı; nişanlım kumarbazların önde gideniydi!
Hani düğün gecemde gelip de 'Ben homoseksüelim' dese bu kadar şaşırmazdım herhalde! Bir kumarbazla üç sene çıkıp, bir sene de nişanlı kalıp hiçbir şey anlamayan benden başka süzme arasanız da bulamazdınız! Üstelik her şeye rağmen onu affedebilirdim, düğünümüze on gün kalmıştı çünkü... Ta ki dolandırıldığımı da anlayana kadar!
Aslına bakarsanız nişanlım tarafından dolandırıldığımı ve aynı adamın adi bir kumarbaz olduğunu aynı anda öğrendim! Hem kumarbaz, hem dolandırıcı hem de nişanlı... Murat Bermuda Şeytan Üçgeni'nin ta kendisi çıkmıştı! Ona layık daha bir düzine sıfatı argo sözlüğünün kıyı ve köşelerinden itinayla bulup çıkarırdım ya neyse! Aldığım darbenin zavallı ruhumda yarattığı travmayla mücadele etmem en öncelikli meselem olmuştu. Tabi bir de üzerime yıkılan borçların bir an evvel ödenmesi durumu vardı ki onu saymıyorum bile. Yani haciz memurları acıyan gözlerle beni izliyorken 'Lütfen ruhumun toparlanması için biraz süre tanıyın!' diyemezdim, değil mi? Ha, evet bir de o mevzu var: Haciz memurları... Dünya üzerinde tanışmayı arzu edeceğiniz son meslek grubudur bu mesleği seçenler. Yani en azından benim için öylelerdi. Ama hayat benim arzularıma bakmayalı çok olmuştu ve bir anda kendimi haciz memurlarıyla fazlasıyla içli dışlı(!) buluvermiştim. Evim, arabam, eşyalarım, kliniğim… Evet, kliniğim de bu darbeden nasibini almıştı. Kendimi devleti dolandıran Uzan’lar gibi hissediyordum ama hortumculuğu ben değil Murat yapmıştı. Üstelik o adi herif benim tüm mal varlığımı, artı ruh varlığımı, manevi dayanaklarımı tek tek acımadan hortumlamıştı! Hüp diye içine çekmişti resmen!
Ah, adamın borcuna neden benim mallarım haczedildi diye ben de gelen memurlara sordum elbette. Ama bunu sorarken klinik için kurduğumuz şirketteki imza yetkilerimi Murat’la paylaştığımı unutmuştum. Ben saf saf hayat müşterektir, benim olanlar aynı zamanda nişanlımındır derken adam bana bir dünya borç takıvermişti. Sonuç… Dımdızlak ortada kalıvermiştim! Murat ısrarla her şeyi ödeyeceğini söyleyip durmuştu ama sizce o saatten sonra onun ağzından çıkana kim inanırdı ki! Sağ yüzük parmağımdan parıldayarak gözüme takılan tek taşın bile gerçekliğinden şüphe ederek çıkarıp nişanlım olacak düzenbazın suratına fırlatmıştım. The End! Böylelikle bizim çakma aşk hikâyemiz de aynı üçkâğıtçı tarafından hortumlanmış olmuştu!
Eğer hayatımı dramatik bir filme benzetecek olsaydım bundan sonrası için kullanacağım tek replik ‘Hayatın acımasız rüzgârları beni İzmir’den İstanbul sokaklarına sürükledi’ olurdu. Ama gerçekte sürüklenmeyi bırakın adeta ışınlandım! Daha yaşadıklarımın şokunu atlatamadan kendimi İstanbul’da, üniversiteden eski bir arkadaşımın kliniğinde işe başlamış buldum. Netice ödemem gereken bir dünya borcum daha vardı. Her ne kadar bir avukat tutmuş borca itiraz etmiş olsam da lehime bir karar çıkacağını zannetmiyordum. O anki şartları göz önüne alıp, içine düştüğüm kuyunun dipsizliğiyle yüzleşince Ayşegül’ün uzattığı ip hayatımın fırsatı gibi görünmüştü. Oysa bunun hayatımı tam bir karmaşaya çevireceğini nerden bilebilirdim ki!
Ayşegül kim mi? Üniversiten arkadaşım işte! Kendinden yirmi beş yaş büyük kocasının açtığı klinikte psikologculuk oynayan sevimli mi sevimli bir kadıncağızdır kendileri. Üstelik şu sıralar hamile… İşte ben de böylece onun can simidi olarak buluverdim kendimi. Önüme anlaşma diye ne uzattılarsa imzalayıp boynuma ilmeği kendim geçirmiş olduğumu biraz geç fark ettim yalnızca…
O andan sonra başkalarının satranç tahtasında öne sürülen basit bir piyondan farkım kalmadı adeta! Kimsenin istemediği bir grup danışan ve uyduruk bir evlendirme programının setinde buluverdim kendimi. Psikoloji deneylerinde denek olmayı kabul edip Pavlov’un Köpeği’ne dönüşsem bundan daha iyiydi! Ne demek istediğimi danışanlarımla tanışınca anlayacaksınız, emin olun!