BİRİNCİ HAFTA
İstanbul… En sıradan hayallerimin, geleceğe dair planlarımın içinde bulunmayan, yanından yöresinden bile geçemeyen tek şehirdi. Hayır, İstanbul’u sevmediğimden değil, bu şehre bayılıyordum o ayrı. Sadece yaşamak için fazlasıyla hareketli bir şehirdi İstanbul. Ben asosyal ortamların, sakim mekânların, düzenli kentlerin insanıydım. Kendi yağında kavrulmayı seven bir undum neticede! İstanbul benim için ballı şerbetten çok daha fazlasıydı! Ama nihayetinde buradaydım… Yanımda hiç durmadan konuşan ve sanki ben anlama güçlüğü çeken biriymişim gibi her şeyi defalarca anlatan insanlarla, ömrümde ilk kez gördüğüm bir yayın stüdyosundaydım. Allah’ım benim burada ne işim vardı! Ben kamera insanı değildim ki! Fotojenik falan değildim ben… Toplu resimlerde en embesilvari yaratık hep ben çıkardım bir kere! Mavinin tuhaf bir tonu olan gözlerim pörtler, dudaklarım yüzümün yarısını kaplamış gibi görünürdü sırıtınca. Üstelik ekranların görüntüye on kilo eklediği doğruysa bir de şişko görünecektim! Tamam, psikolog olabilirdim; ama neticede ben de bir kadındım. Böyle bir durumda kendimi teskin etmem mümkün değildi! Bulabildiğim ilk kilitli kapının ardına saklanmak istiyordum!Ben ki hayal gücü sınır tanımayan bir hatun kişiyimdir; ama en ütopik hayallerimde bile kendimi evlendirme programlarında hayal etmemiştim. Evet evet... Evlendirme programı! Durun durun, sizin aklınıza gelen türde değil elbette, o kadar da değil! Danışman olarak katılmam rica(!) edildi ve kendimi sette buluverdim… Bendeniz bilirkişi, ilişki terapisti olarak dâhil oldum ÇÖPÇATAN programının kadrosuna. Resmen demirbaş listelerindeki yerimi aldım!
Beni makyaj odasına alıp suratıma filmlerde hep dalga geçtiğim pudra süngerleriyle saldırmaya başladıklarında Ayşegül de kulaklarıma işkence etmeye kaldığı yerden devam etmeye karar vermişti anlaşılan. Hayır, Ayşegül’den nefret etmiyordum, pek haz etmiyor olabilirdim ama bunun adı nefret değildi. Sadece onun o vıcık vıcık hallerine tahammül edemiyordum!
“Yerinde olmak için neler vermezdim! Aslında ben dâhil olacaktım yayın kadrosuna, anlatmıştım sana. Ama yayın zamanı sarkınca ve benim hamileliğim ortaya çıkınca sana kaldı. Neyse sen benim kadar iyi olamasan da idare edecekler artık!”Ah, bu kısmı atlamıştım değil mi! Bir de Ayşegül’ün ego destek torbası olup çıkmıştım. Özgüveni yaralandığı an kadın bana sarıyordu. Ben olsam bu kadını psikoloji diploması vermezdim; ama ezberci eğitim sistemi işte ne yaparsınız!
“İnan şu an seninle yer değiştirebilmeyi çok isterdim Ayşegül!”
“Neyse artık! Unutma burada bizi temsil ediyorsun… Ağzından çıkanlara dikkat et! Politik ol, başarabilirsen biraz da sevimli görün!”Sevimli görüneyim! Ne kadar sevimsiz görünüyordum o an acayip merak etmiştim! Zira benim gibi bir şeylere mecbur bırakılsa çok sevgili arkadaşım ne kadar sevimli(!) görünebilecekti merak ediyorum. Gerçi hakkını yemeyeyim; Ayşegül güzel bir kadındı. Oryalle açılmış, kaynakla uzatılmış sarı saçları çekici buluyorsanız çekiciydi. Üniversitede koyu kahve olduğuna yemin edebileceğim gözlerindeki yeşil lensler, her daim manikürlü beş santim tırnaklar, ardım sıra takırdayan topuklarla çekiciydi evet! Her neyse! Suratımın yeterince boyandığını düşündüklerinde beni yönetmen yardımcısının yanına götürdüler ve sabahtan beri dinlediğim nutuğu son bir kez de onun ağzından dinledim. Şaka maka kadrolarına dâhil edilmiş uzman psikolog bendim!
Tam kendimi ikna etmiş, bu fikre biraz olsun alışmaya çalışırken arkamdan gelen bariton sesle yerimden sıçradım. Ama duyduklarımı idrak edince çok daha büyük bir şaşkınlık yaşayacaktım!
“Psikolog olarak bula bula bunu mu bulmuşlar. Psikologdan çok her şeye benziyor bu be!”
Başımı çevirip birkaç adım ötemdeki sesin sahibine delici bakışlarla baktığımda karşımdaki adamı tanıdığımı fark ettim. Tamam, yüz yüze bir tanışıklığımız yoktu; ama bu adam şu sıralar pek gündemde olmayan arabesk-fantezi sanatçılarından biriydi. Eleştiri sahibime bakın hele siz!