Bu benim ilk hikayem. Bölüm parçası Evanescence - Lost In Paradise
'Her yer karanlıktı. Ortama ölüm sessizliği çökmüştü. Altımda hissettiğim yumuşaklıkla bir yatakta yattığımın farkına vardım. Üzerimde askılı beyaz saten bir gecelik vardı. El yordamıyla bulduğum bir sabahlığı üzerime geçirip karanlık koridoru adımladım. Koridorun sonunda bir ışık huzmesi vardı. Işık huzmesinin ardında yaşlı, ufak tefek, bana benzeyen bir kadın belirdi. "Katre kızım buraya gel." Olduğum yerde donup kalırken arkamdan bir ses daha duymamla arkamı döndüm. Annem! Dehşete düşmüştüm. "Senin burada ne işin var?" "Bana gel kızım." Diyerek elini uzattı annem. Arkamdaki kadın ismimi haykırıyordu. İkisini de görebilecek bir pozisyon alıp ikisine de baktım. Olduğum yerde kalakalmıştım. Kimi seçeceğimi nasıl düşünürdüm. Adımlarım kontrolümden çıkmış gibi yavaş ve ritimli adımlarla bana kızım diye seslenen kadına doğru gidiyordu. Transa geçmiş gibiydim. Birden kadın kayboldu. Önümde beliren siyah siluete doğru yürümeye devam ediyordum. Fakat içimde tehlike çanları çalıyordu. Girdiğim trans gördüğüm bir çift mavi gözle son buldu. Annem hala arkamdan ismimi haykırıyordu. Ancak bu sefer sesinde farklı bir tını vardı. Pişmanlık? Korku? Siyah siluet birden üstüme atlayınca yüzünü göremedim. Korkudan gözlerimi kapattım ve gelecek darbeyi bekledim. Fakat yere savrulmuştum. İçimdeki hücreler çığlık çığlığaydı. Ben de çığlık aymak istiyordum. Ama sesim çıkmıyordu. Göğsüme sivri bir şey hissettim. Ama gözümü açamıyordum. Annem ve kadın ağlayarak yapma diye bağırıyorlardı. Ne yapmayayım? Ne oluyor? Diye düşünürken göğsümde keskin bir acı hissetmemle gözlerimi açtım. Açmamla o mavi gözleri görmem bir oldu. "Hak ettiğini buluyorsun. Bizi mahvettin, annemi mahvettin." Duyduğum son sözler bu nefret dolu iki cümleydi.'
Güneşin, 'sabah oldu, kalk seni tembel,' dercesine gözüme nüfus eden ışıklarıyla gözlerimi araladım. Bu günün hafta sonu olduğunu hatırlamanın rahatlığıyla yatağıma daha çok yayıldım. Tavanla bakıştığımız sıralarda aklım dün gece gördüğüm rüyayla meşguldü. Fazla gerçekçiydi. Mavi gözlerindeki nefret parıltısı, savrulduğumda rüzgarın tenimi yalayıp geçmesi, göğsümde hissettiğim acı... Ellerimin buz kestiğini, tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Daldığım düşüncelerden ev telefonunun melodisiyle çıktım. İnleyerek yataktan kalkarak telefonu açtım ve yatağa döndüm. Uzay... Uzay'ı seviyorum. "Günaydın uykucu."
"Günaydın adamım." Yatakta oturur bir pozisyon almıştım. Yatağımın karşısındaki aynadan gördüğüm kadarıyla berbat görünüyordum.Terden alnıma yapışmış saçlarımve kaymış pijamalarımla Uzay'ı dinliyordum. "Bu gün Dilşat Hanım'la olan olan randevuna beraber gidebilir miyiz?" sesi annesine istediğini aldırmaya çalışan küçük çocuklarınki gibi çıkıyordu. Yansımamın kaşları meraktan çatıldı. "Olur, da neden ki?" "Eğer bu gün evde kalırsam anneme ev işlerinde yardım etmek zorunda kalacağım." Gözlerimi devirdim. "Delisin sen."
"Bende seni seviyorum minik kuş." Sesimi asabi tutmaya çalışarak yanıtladım. "Ben minik kuş değilim ve üçte hazır ol." Kahkaha atıp telefonu kapadı. Ben de kıkırdayarak yataktan kalktım ve duş almak üzere banyomun yolunu tuttum. Banyodaki işlerim bittiğinde giyinmek için kıyafet dolabıma yöneldim.her zamanki gibi cepli bol pantolonlarımdan asker yeşili olanı giyip üstüme yine asker yeşili atletle giydiğim salaş krem rengi tişörtümü giydim. Aşağı inip spor ayakkabılarımı giyerken portmantonun aynasına gözüm takıldı. Gelişi güzel bırakılmış kumral uzun hafif dalgalı saçlarım, iri mavi gözlerim ufak tefek bedenimi saran salaş ve bol cepli kıyafetlerimle ben gibi olmuştum. Zilin çalmasıyla aynadaki gözlerim kapıya gitti. Gelen muhtemelen Uzay'dı. Kapıyı açıp dışarı çıktım. "Tam vaktinde adamım," omzuna küçük bir yumruk geçirdim. "Ne sandın kızım odamı toplamaktan iyidir." Gülerek arabasına bindik. Yol boyu şakalaşarak Dilşat Hanım'ın muayenehanesine vardık. Muayenehane beş katlı nezih bir apartmanın en üst katıydı. Beşinci katın balkonundaki tabeladaki yazılar gayet dikkat çekiciydi. Psikolog Dr. Dilşat Tekin. "Hoş geldiniz çocuklar." Bizi neşeyle karşılayan Dilşat Hanım sımsıkı topuz yaptığı sarımsı saçları, siyah çerçeveli küçük gözlükleri ardındaki iri yeşil gözleriyle her zamanki gibiydi. Uzay, Dilşat Hanım'a selam verip odadan çıktığında beklemeye başladım. "Katre öncelikle sana iyi haberlerim var." Kaşlarım merakla devam etti. "Sosyal fobin gittikçe iyiye gidiyor. İki ay sonra tedavini sonlandırıyoruz." Ağzım şaşkınlıkla O şeklini alırken düşündüm. Bütün o saçma korkularım son bulacaktı. Yaşadığım durumu anlatmamı isteselerdi -olmayan- arkadaşlarım, ailem, akrabalarım, tanıdıklarımla dolu bir odada çırılçıplak bulunmak derdim. Uzay'da bende her gün bu lanet fobi yüzünden bu duyguyu yaşıyorduk. Hatta biz Uzay'la Dilşat Hanım'ın muayenehanesinde tanıştık ve birbirimizin en yakın arkadaşı oluverdik bir anda. Bunu Uzay'a söylemeliyim. İki ay sonunda bu aptal cepli pantolonları giymeyeceğim. Özgürce kahkaha atabilecek, insanları gözlerinin içine korkmadan bakabilecek, onlarla konuşabilecektim belki bir cep telefonum olurdu. Edindiğim arkadaşlarımla özgürce partiye, kafeye gidebilecek, etkinliklere katılabilecektim. Belki de daha pek çok şey yapardım ama bunları yaparken yanımda Uzay'da olsun istiyordum. Bu hastalığı birbirimize destek olarak aşacaktık. "Katre, Katre beni dinliyor musun?"
"Kusura bakmayın Dilşat Hanım dalmışım. Ne diyordunuz?" Sesim heyecanlı ve mutlu çıkıyordu. Dilşat Hanım sesimdeki heyecanı fark etmiş olacak ki o da gülümsedi. "Tedavin bittikten sonra uğramamazlık yok. Neyse ben seni fazla tutmayayım. Uzay'la belki bunu kutlamak istersiniz." Gülümsemem genişledi. Bunu kesinlikle kutlayacaktık. "Teşekkürler Dilşat Hanım. Her şey için."
"İşim bu benim deli kız."
Dilşat Hanım'ın yanından ayrıldıktan sonra Uzay'a büyük haberi vermiştim. Tahmin ettiğim gibi çok sevinmişti. Ama ne yazık ki hala ikimiz de bu lanet olası fobiye sahip olduğumuz için oraya buraya gitmedik, dans falan etmedik. Biz kendimize özel kutlayış şeklimizle kutladık. Tabii ki yemek yiyerek! Uzay'ın her zaman gittiğimiz bir pastaneden aldığı çikolatalı bir yaş pastaya plastik çatallarla artık nasıl dalınabiliyorsa dalarak pastayı silip süpürdük. Sonra arabada son ses şarkı açıp çalan şarkıları bağırarak söyledik. "Uzay artık eve gitmeliyim." Arabayı bir tepede durdurmuş, güneşin batışını izliyorduk. Sesimle daldığı olağan üstü güneş manzarasından gözlerini ayırıp gözlerime baktı ve gülümsedi. "Peki minik kuş o zaman sıkı tutun." Emniyet kemerlerimizi taktığımız an gaza basıp arabayı evin yoluna sürmeye başladı.
Eve vardığımızda arabayı durdurup inmemi beklerken yanağına bir öpücük kondurdum. "Çöpçatanlığa başlayabilirim adamım, hazırlıklı ol," deyip arabadan indim. Oda gülerek arabayla uzaklaşırken yolda kaybolana kadar arkasından baktım. Gülerek eve doğru ilerleyip zile bastığımda hava kararmıştı. Zaman ne çabuk geçiyordu. Gülümseyerek kapının açılmasını beklerken kapı açıldı. Gülümsemem yüzümde donmuştu. Annemin her zaman düzenli ve toplu olan kır saçları birbirine karışmış, ağlamaktan şişen ve kızaran gözleri, silmekten pembeleşen burnuyla karşımda duruyordu. Daha dün kırklarında gösteren kadın, şimdi karşımda adeta çökmüştü. Çatılan kaşlarımla etrafa huzursuz bakışlar atıp içeriye girdim.
Bütün ev ahalisinin salonda olduğunu gördüm. Salona geçtiğimde fobimi ve saygıyı bir kenara bırakarak hiddetle bağırdım. "Biri bana neler olduğunu söylesin!" sesin sonlara doğru azalmış ve titremişti. Çaresizliği daha şimdiden hissetmeye başlamıştım. En sonunda annem zayıf ve titrek sesiyle konuşmaya başladı. "Katre,"
"Katre kızım, baban..." Cesaret verici bakışlarım etkisini göstermiş olacak ki annem sonunda diyeceğini deyip hıçkırıklara boğuldu.
"Katre, kızım... Babanı kaybettik."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözlerime Bak
Teen Fiction. “Bana bak.”yumuşak sesi beni şaşırtıp gözlerimi açmama sebep olurken daha da şaşırıp gözlerimi büyütmeme sebep olan şey gülümsemesiydi. Ellerini yüzümün iki yanına yerleştirip yüzünü yüzüme doğru yaklaştırmaya başladı. ‘Ne oluyo lan?’ demeye kalma...