4. BÖLÜM:

102 5 0
                                    

Ölmek için yatar ya insan geceleri ama hayal kırıklığıyla uyanır. Olmamıştır yine, gerçekleşmemiştir isteği. Öyle şeyler yaşarsın ki o gün hiç kalkmamış olmayı dilersin bazen.

Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerini açtı Sulli. Erken kalkmak. Alışamamıştı hala. Kim alışmak ister ki erken kalkmaya? Bir süre uykusunun hafiflemesini bekledikten sonra kalkıp banyoya gitti. Ilık bir duş alıp çıktıktan sonra üstünü giyinip hazırlandı. Huzursuz hissediyordu bugün ve hiç olmadığı kadar umutsuz. Kahvaltı yapmak istemedi canı. Evden çıkıp şirkete geldi. Normal sıradan bir gün. Şimdi sahilde olmayı diledi. Dalgaların kıyıya vuruşunu dinlemek. Ama sorumluluklar her zaman öne geçer ve hayallere belki de hiç fırsat olmaz. Odasına girdiğinde çantasını kenara koyup montunu askıya astı. Yerine geçip oturduğunda masasında kapalı bir zarf buldu. Yeni anlaşmaya çalıştıkları şirketten gelmiş olduğunu düşünerek hevesle açtı. Keşke yapmam dediğimiz anlar olur ya. İşte Sulli o anın dibine vurmuştu resmen.

-"Sen Katilsin!" yazısını görünce dondu kaldı. Unutmaya çalıştığı şeyler her gün yüzüne vuruluyordu. Annesinin ölümünü bile kabul edememişken ölümünden kendisinin sorumlu olduğunu hatırlaması kahretmişti Sulli'yi. Ne kadar ayakta hiçbir şey yapmadan bekledi bilemiyordu. Belki yarım saat, belki bir saat, belki de beş dakika bile olmamıştı. Kapının çalınmasıyla kendine geldi. Ayaklarının fazla atakta beklemesinden kaynaklanan ağrısını hafifletmek için oturdu ve "Gel" diye bağırdı. Sekreter Hana içeri girdi.

-"Yarım saat sonra toplantınız var. Hatırlatmamı söylemiştiniz." diye konuştu. Şüphesiz dünkü kahve olayından dolayı korkuyordu.

-"Toplantıyı iptal et. Kendimi iyi hissetmiyorum." dedi Sulli, zorla konuştu.

-"Ama çok önemli bir toplantı." diye fısıldadı adeta Hana.

-"O zaman Bay Sungyeol'a söyle. O katılsın toplantıya." deyip önündeki kâğıdı alıp sıkmaya başladı.

-"Tamam." dedikten sonra sekreter çıktı. Tamamıyla yalnız kalmıştı artık. Yalnızken sessiz olması gerekmiyor muydu ortamın? Ama aksine her yer bağırıyordu "Sen katilsin!" diye. Kulaklarını tıkayıp:

 "Ben katil değilim. İstemeden oldu. Anne ben seni öldürmek istemedim. Anneğğ." diye ağlamaya başladı. Konuşuyor muydu belli değildi. Fısıldıyordu, sanki içine, kalbine fısıldıyordu.

Gökyüzündeki mavilik yerini kızıllığa bırakmış, hava karamaya başlamıştı. Tüm gün odasından çıkmayıp ağlayan Sulli çantasını alıp yavaşça yerinden kalktı. Asansörün gelmeyeceğini anlayınca merdivenlere yöneldi. Uzun bir sürü topuk seslerini dinleye dinleye aşağı inip şirketten çıktı. Arabası gelmiş, şoför bekliyordu. Tam arabaya bineceği sırada karşıdaki yolda annesini gördü.

-"Anne?" diye bağırdı kimsenin duyamayacağı bir sesle. Yaşlı kadın arkasını dönüp yürümeye başladı. Her adımında daha da hızlanıyordu.

-"Anne gitme. Beni bırakma." diye bağırıp arkasından koşmaya başladı. Bir yandan koşuyor, bir yandan bağırıyor, bir yandan da ağlıyordu. Annesi geri dönmüşken tekrar terk etmesini kabul etmiyordu, edemiyordu. Sessizce koşan önündeki kadını uzunca takip etti. Nereye gittiğini bilmeden, zamanla düşünmekten vazgeçmiş yerini boşluk almıştı. Amaçsızca, hissizce koşuyordu. Topuklu ayakkabıyla ne kadar koşulursa tabi. Ayaklarının ağrısı artınca ve yavaşlamaya başlayınca ayakkabılarını çıkarıp kenara fırlattı. Ayağına batan taşlar, soğuk beton umurunda değildi. Sadece annesine yetişip kendisini affettirecekti. Karanlık etrafa iyice yayılmıştı. Tam göremiyordu ama durduğunu seçebiliyordu öndeki yaşlı kadının. Tükenmiş olan enerjisini son bir kez daha zorlayıp koştu. Duvarın dibine geldiğinde her şeyin bir boşluktan ibaret olduğunu gördü. Koskoca bir boşluk. Amaçsızca bir sağa, bir sola koştu. Ama çıkmaz bir sokağa gelmişti ve kendisinden başka kimse yoktu. Ayakları yorgun bedenini taşıyamadı artık. Yere düştü. Bir yandan durmadan akan gözyaşları kalan enerjisini bir bir alıyordu. Gözleri kapanmak üzereydi.

-"Sulli? İyi misin?" diye başında bağıran birini gördü. Seçemiyordu kim olduğunu. Ağlamaktan gözleri buğulanmıştı. Her şey netliğini kaybetmişti.

-"Sulli? Ben Sungyeol. İyi misin? Bir şeyler söyle. Delireceğim." diye tekrar bağırdı Sungyeol çaresizlikle.

"Uykum var. Yorgunum." diyebildi sadece Sulli. Sonra gözleri kapanmıştı tamamen.

Koşmak mıydı onu yoran, böyle halsiz düşüren? Yoksa pişmanlık mıydı? Pişmanlık... İnsanı yavaş yavaş işkence ederek öldüren, ölü gibi yaşatan tek duygu..

..........

Başındaki şiddetli ağrıyla açtı gözlerini. Gözlerinde tarif edemediği bir acı.

-"Sulli iyi misin?" diye bir ses duydu. Yavaş yavaş netleşmeye başlamıştı görüntü. Sungyeol? Sahi dün gece ne olmuştu? Ve neredeydi Sulli?

-"Neredeyim ben?" diye sordu Sulli. Etrafı incelediğinde beyazın yoğun olduğunu gördü.

-"Hastanedeyiz. Dün bayılınca seni ben getirdim. Çok endişelendirdin beni." deyip saçlarını okşadı Sulli'nin. Gülümsemesi ise insanın içini ısıtacak cinstendi.

-"Dün gece ne oldu?" diye merakla sordu. Aklı bulanıktı. Hiçbir şeyi tam olarak hatırlayamıyordu.

-"Hatırlamıyor musun?" diye endişeyle sordu Sungyeol.

-"H..Hayır." diye kekeledi, son bir kez daha hatırlamaya zorladıktan sonra beynini.

-"Önemli bir şey yok. Açlıktan tansiyonun düşmüş." dedi gülümseyerek. Ne diyebilirdi ki? Amaçsızca deli gibi koştun. Aynı zamanda "Affet beni anne." diye bağırıyordu. En son çıkmaz sokağa girdin ve bayıldın mı? Bir kez daha hatırlatmak tekrar üzmek değil miydi?

-"Şimdi sen dinlen. Doktor uyanınca çıkabilirsiniz demişti. Ben çıkış işlemlerini halledeyim geliyorum. Tamam mı?" diye sordu Sungyeol.

-"Tamam." diye cevap verdi Sulli. Aradan beş dakika geçtikten sonra Sungyeol işlemleri halledip gelmişti. Sulli de hazırlanıp arabaya bindiler. Sulli'yi evine getiren Sungyeol odasına kadar kucağında taşıdı. Tek istediği Sulli'nin iyi olmasıydı. Ve gerekirse onun için canını bile verebilirdi. Sulli'yi yatağına yatırdıktan sonra mutfağa gidip bir şeyler hazırladı. Tepsiyi alıp yukarı çıkardı. Zorla bir iki kaşık yedirdikten sonra Sulli kendini uykuya teslim etti. Bir süre Sulli'yi izledikten sonra tüm gece uyumamanın yorgunluğuyla kendi gözleri de kapandı Sungyeol'un. Sandalye de iki büklüm. Kafası Sulli'nin yastığının ucuna düşmüştü.

Çocuklar gibi mışıl mışıl uyuyan bir çift. Sulli uyandığında burnunun dibindeki Sungyeol'u gördü. Hafif bir tebessüm yerleşti yüzüne.

"Neden sana karşı tuhaf hissediyorum. Sen yanımdayken acılarımı, pişmanlıklarımı unutuyorum. Seni görmem gülümsememe neden oluyor. Teşekkür ederim. Yalnız olduğumu hissettiğim anlarda bile aslında yalnız olmadığımı düşündürdüğün için. Kendi karanlığımda boğulurken, bir mum yakıp bana elini uzattığın için......

Bölüm Sonu.....

ŞİZOFREN~~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin