5.BÖLÜM:
Uzun zaman sonra anlamadığı bir mutlulukla gözlerini açtı Sulli. Perdenin arasından sızan güneş canını yakmıyordu, aksine gülümsemesine neden olmuştu. Kafasını çevirdiğinde Sungyeol'u görememenin verdiği hayal kırıklığıyla suratı asıldı.
-"En azından uyanmamı bekleyebilirdin." diye iç geçirdikten sonra masanın üstündeki kâğıdı gördü.
"Uyandırmaya kıyamadım. Toplantı olduğu için gidiyorum. Sen dinlen, akşama uğrarım."
Kâğıdı sinirle yerine bıraktıktan sonra "En azından uyanmamı bekleyebilirdin." diye tekrarladı. Nedenini anlayamıyordu ama onu görünce mutlu oluyordu. Hep yanında olmasını istiyordu. Üstünü değiştirip evden çıktı. Ve kısa bir araba yolculuğundan sonra şirkete geldi. Kısaca karşılaştıklarına "Merhaba" dedikten sonra hızlıca Sungyeol'un odasına girdi, kapıyı çalmadan. Yanındaki genç ve güzel sekreteriyle iç içe olduğunu görünce daha çok sinirlendi.
-"Neden geldin? Dinlenseydin bugün." dedi Sungyeol.
-"İyiyim ben, sizi rahatsız ettim galiba. Gideyim en iyisi." deyip hızlıca çıktı odadan. 'Gelmesini de mi istemiyordu? Sevmiyor belki de beni, yaptıkları acıdığındandır' diye düşündü. Gereksiz tepki mi veriyordu yoksa. Odasına girip çantasını kenara fırlattı, hızlıca koltuğa oturdu. Kafasını kaldırdığında masadaki CD gözüne takıldı. Hızlıca cd'yi alıp laptopa taktı. Gördüğü görüntü karşısında şok oldu. Elleri sinirden titremeye başladı. Sungyeol ile sekreterinin birlikte olmaları yetmiyormuş gibi bir de kameraya çekip kendine göndermişlerdi. Gözlerinden bir damla yaş aktı.
-"O bunu hak etmiyor. Sana umut bile vermedi. Kendi kendine umutlandın." deyip elinin tersiyle gözyaşını sildi.
-"Sulli iyi misin? Neden ağlıyorsun?" diye endişeyle sordu Sungyeol. Sulli'nin odasına geldiğindeki tuhaf davranışlarından dolayı gelip bakmak istemişti. Ve geldiğinde durduk yere ağlıyordu. Sulli Sungyeol'u görmesiyle ayağa kalktı ve bağırmaya başladı.
-"Seni adi pislik. Neden bana bunu yapıyorsun? İstediğinle birlikte olabilirsin ama neden bunu benim gözüme sokarak yapıyorsun?" diye öfkeyle bağırdı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da Sungyeol'u yumrukluyordu.
-"Sen neyden bahsediyorsun Sulli?" diye şaşkınca sordu Sungyeol.
-"Sekreterinle sevişip sonra da bana gönderdiğiniz cd'den bahsediyorum." diye bağırdı.
-"Ne? Sekreterimle sevişmek mi? CD mi?" diye kekeledi.
-"Bir de inkâr mı ediyorsun? Bak görüntüler burda." diye laptopun ekranını işaret ettiğinde kapalı olan laptopun boş ekranını görünce şok oldu.
-"A... ama az önce açıktı laptop." diye kekeledi Sulli.
-"Ben geldiğimden beri kapalıydı. Ve sen siyah ekrana bakıp ağlıyordun." dedi Sungyeol.
-"Ne? A.. ama bu olamaz." diye şaşkınca baktı Sungyeol'a.
-"Sen iyi olduğuna emin misin Sulli?" diye endişeli gözlerle Sulli'ye baktı.
-"Bilmiyorum." deyip ağlamaya devam etti Sulli. Gözyaşlarını tek tek sildikten sonra Sulli'ye sarıldı Sungyeol. Ne kadar acıtır değil mi sevdiğinin günden güne delirmesi? Olmayan şeylere ağlaması? En kötüsü de o kötü durumdayken senin elinden hiçbir şey gelmemesi belki. O ağlarken senin kalbinin parçalanması.
Sungyeol Sulli'den ayrılıp onu sandalyeye oturttu.
-"Sen iyi değilsin hadi hastaneye gidelim." dedi yerdeki çantasını ve montunu alırken.
-"Ben hastaneye gitmek istemiyorum." diye itiraz etti Sulli.
-"Ama iyi deği...." diyorken sözünü kesti Sulli.
-"Gitmek istemiyorum." diye tekrarladı.
-"O zaman eve götürüyorum. Yatıp dinlenmelisin." dedi Sungyeol.
-"Ama.." diyorken bu seferde Sungyeol sözünü kesti Sulli'nin.
-"Âmâsı filan yok." deyip Sulli'yi kucağına alıp arabaya kadar taşıdı. Sulli ve Sungyeol'u gören herkes fısıldamaya başlamıştı. Hepsi az çok tahmin ediyordu Sungyeol Bey'in Sulli'ye karşı bir şeyler hissettiğini. Yoksa neden batmak üzere olan hatta batmış bir şirkete diğerlerinden iki kat daha para verip ortak olsun ki?
Sungyeol Sulli'yi koltuğa oturtup emniyet kemerini de taktıktan sonra kendide şoför koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı. Kısa bir süre sonra Sull'ye baktığında çocuklar gibi uyuduğunu gördü.
-"Neden bu kadar tuhaf davranıyorsun? Yıllar önceki Sulli nasıl bu kadar değişti?" diye geçirdi içinden arabayı durdururken.
Dışarı çıkıp Sulli’nin kapısını açtı. Uyandırmamaya çalışarak yavaşça kucağına aldı. Evin zilini çalıp hizmetlinin kapıyı açmasından sonra Sulli'yi yatağına bıraktı. Tam gideceği sırada Sulli elini tutup:
-"Beni seviyor musun?" diye sayıkladı. Şüphesiz hala uyuyordu ve ne yaptığının bilincinde değildi.
-"Evet." dedi Sungyeol. Sulli'nin kendisini duymayacağını bildiği halde "Evet" dedi. Elini tutan Sulli'nin elini yavaşça yatağa bırakıp üstünü örttü. Odadan çıkıp uzaklaştığında Sulli hala sayıklıyordu.
-"Seni seviyorum Sungyeol. Sende bırakma beni."
Ne yazık ki bu sözleri duymamıştı Sungyeol. Kendisini artık sevmediğini, unuttuğunu düşünüyordu Sungyeol. Ve bu daha da acıtıyordu kalbini. Sulli'nin tuhaf davranışları bir yanda, kırık kalbi diğer yanda. Bir yanı onunla kalmak istiyordu ve onu delice seviyordu, diğer yanı ise kendisini unuttuğu için kızıyor, bazen de nefret ediyordu. Uzak durmak istiyordu ama yapamıyordu.........
Çalan alarmın sesiyle gözlerini açtı Sungyeol. Bir yandan bu saatte kendisini uyandıran alarma ardı ardına küfürler saydırıyor, bir yandan da hala çalmakta olan alarmı yarı uyanık bir biçimde kapatmaya çalışıyordu. En sonunda pes edip yatağından kalktı ve banyoya gidip buz gibi suyla yüzünü yıkadı. Üstünü değiştirip aşağı kata indi. Hazırlanmış kahvaltı masasına oturup kahvaltı etmeye başladı. Gözleri masanın köşesinde olan gazeteye takıldı. Babası eskiden her sabah gazete okurdu ve gazetenin arkasından "Günaydın" derdi Sungyeol'a. Ama artık babası yoktu. Şirketi oğluna bırakıp annesiyle birlikte Amerika’ya yerleşmişti. Her şey Sungyeol'un omuzlarına kalmıştı. Gazeteyi eline alıp okumaya başladı. Birinci, ıkinci sayfa derken gazeteyi yarılamıştı. Saatine baktığında geç kaldığını gördü. Gazeteye bırakıp hızlıca evden çıktı. Tam arabanın yanına geldiğinde anahtarı evde unuttuğunu fark etti ve eve geri döndü. Açık pencereden gelen rüzgâr gazeteyi dağıtmıştı. Tam anahtarın üstündeki gazeteyi çekip anahtarı aldığı sırada gazetedeki haber dikkatini çekti.
"Son günlerde yaygınlaşan hastalıkların en başında Şizofren geliyor. Şizofren; kişilik bölünmesi, zayıf kişilikli olma, zekâ geriliği veya tembellik değildir. Önemli ruhsan hastalıklardan biridir. Hastalar genelde gerçekle hayal dünyasını ayıt edemez. Şizofren hastaları dünyayı değişik algılar. Normalde çevrede var olan uyaranlar dışında olmayan sesler, hayaller, garip kokularla dış dünya karışık ve anlaşılmazdır. Bazı şizofren hastalarında ise şüphecilik ön plandadır. Kendisine kötülük yapmak isteyen kişiler ve güçler vardır, bununla ilgili sesler işitmektedir. Bu nedenle evde perdeleri kapatıp oturmakta, yemek yerken zehirlenme riski olduğunu düşünerek yemeği kendi önünde hazırlatmakta ya da kendi yaptığı yemeği yemektedir. Aynı zamanda hatırlama yeteneği kaybolur."
Bölüm Sonu....