ALAZ
Benim hayallerim, buluttandı. Üflesem, toz olur, kaybolurdu.Öyle naif, kadife gibi, büyülü birşeydi ki, kıyamayacağım, kağıttan gemi yapıp sulara koyacağım kadar önemsiz değildi. Ama ben, acılarımı, öfkelerimi, kızgınlıklarımı ve kırgınlıklarımı kağıttan gemi yapıp, sulara hatta okyanusa bırakabilirdim. Bütün olumsuz şeyler, aşk'la giderdi. Sevgiyle giderdi çünkü ben; aşka ve sevgiye o kadar muhtaç ve susuzdum ki bir damla suyu kana kana içebilirdim, o kadar zorluklara karşın.
Aşk...
Üç harfli falan değildi. Üç harfle anlatılacak birşey değildi. Aşkın anlamı vardı; İki kişinin birbirine tutkuyla bakması, aşkla bakmasıydı. Sevgi aşılayacak birşeydi. Aşk anlatılamazdı. Aşk pembe bulutların içinde yaşanırdı.
Yüzümdeki kanlara aldırmadan doğrulmaya çalıştım ama kaburga kemiğimin acısıyla yüzümü buruşturup, duvara yaslanabildim. Dudaklarımdan, kaşlarımdan ve burnumdan akan kan kendini fazlasıyla belli ediyordu. Ve çok acıyordu. Hafifçe kana dokundum ve çatık kaşlarla elimdeki koyu kırmızı sıvıya baktım. "Alaz! Alaz, iyi misin?" endişeyle yanıma gelen, ve adının Ceyda olduğunu öğrendiğim kız yanıma geldi. "Kötü görünüyor! İyi misin? Ağrın nerde?" deyip çenemden kaldırıp yüzümü inceledi. "Hastane'ye gitmemiz gerek!" O anda, gülerek gelen ve beni gördüğü anda yüz ifadesi değişen bir Almira gördüm. "Alaz! Alaz!" Çabucak yanıma gelip yanıma çömeldi. Ciddi yüz ifadesini takınıp, "Bunu kim yaptıysa, o yaşamayacak!" diyerek tısladı. Elini uzattı. "Elimi tut," deyince ilk eline sonra Almira'ya bakıp elini tuttum. "Alaz nereye gidiyorsun?" diyen Ceyda'ya, "Cehennemin dibine! Gelecek misin?" diye bağırdı. Ceyda da pişkin pişkin gülüp, "Alaz varsa, neden olmasın?" dediğinde Almira takmayıp, Gizem'e döndü. "Gizem, kamera kayıtlarını bul. Toplantıdan sonra ki kayıtlar. Yarın odamda olsun." Dedi. Gizem onaylarcasına başını salladı. "Elini boynuma dola," dedi bana da. Dediğini yaptım ve dışarı çıktık. "Almira hanım! Alaz Bey! İyi misiniz? Götüreyim mi hastaneye?" Şoför'e, "Sağol Mehmet Bey. Arabam burda zaten." Baş selamı verip otopark'a ilerledik. Kendi elleriyle koltuğa oturtup, emniyet kemerimi taktı. "Çocuk muyum ben Almira? Kendim takabilirdim." Dedim. "Halini görmüyor musun? Dudağın çok kötü. Konuşma." Dedi. İyiliğimi düşünmesi ne kadar da güzeldi ya. Kırmızı ışıkta durunca, "Hastaneye mi gidiyoruz?" diye sordum. "Hayır tabii ki de! Asistanımın iyi şekilde tedavi edilmesi gerekiyor." Deyince, "Yani evine mi gidiyoruz? Beni sen mi tedavi edeceksin?" diye sordum şaşkınlıkla. "Evet de, beğenemedin sanırım?" diye sordu yandan bir bakış atıp geri önüne dönerken. "Hayır, sadece patronumun beni tedavi edecek olması, ne bileyim, garibime kaçtı." Dediğimde çoktan evine varmıştık bile. "Dikkatli in! Ya da dur bekle! Geliyorum!" deyip yanıma geldi. "Tekrar boynuma dola elini. Yaran acımasın."
Yaran acımasın.
Yaran acımasın.
Yaran acımasın.
Anahtarıyla kapıyı açtı ve içeri geçtik. "İçeri geç sen. Ben hemen geliyorum." Deyip yukarıya çıktı. Birkaç dakika sonra elindeki çantayla içeri girdi. Islak bir pamukla kurumuş kanlarımı temizledikten sonra, Tentürdiyot ve pamuk çıkartıp, pamuğa tentürdiyot sürüp yaralarıma değdirince ürperdim. Bu ürpermenin sebebi acı veya pamuğun soğukluğu değildi. Almira'nın dokunduğu yerlerin alev alev yanmasıydı. Yüzümle son derece ilgili bir şekilde ilgilenirken ben yüzünü inceliyordum. "Bana öyle bakma! Ayrıca, merak etme! Hala yakışıklısın." Dedi. "Sence öyle miyim?" deyince, "Evet, elbette." Dedi. İçimden kahkaha etmeden edemedim. "İşte oldu!" deyip yaralarıma yara bandı yapıştırdı. "Ama, kemiklerinde kesin bir sızı vardır. Krem de getirdim. Sızısını alır!" deyip kremi verdim. Tişörtümü çıkartıp sızıya sürmeye çalıştım ama arkada kalıyordu ve hareket ettikçe canım daha çok yanıyordu. Birden elimdeki krem kayboldu. "Canın acıyor. Ben sürerim," deyip parmağına sıktı ve sızıma kremi sürdü. Kesinlikle, daha çok rahatlamıştım. "Dur sana, rahat birşeyler getireyim." Dediğinde bileğinden tuttum. "Neden fazla iyi davranıyorsun?" diye sordum. "Öyle davrandığım yok. Gerekenleri yapıyorum." Dedi. "Doğruyu söyle," dediğimde oflayıp, "Suçlusu benmişim gibi geliyor. Berk yaptırdı biliyorum. Anla işte, benim yüzümden." Deyince, "Hiçbirşey senin yüzünden değil, sakın kendini suçlama!" dediğimde hiçbirşey demeden yukarı çıktı. 5 Dakika sonra, bir tişört ve eşofmanla geri geldi. "En küçük bunu bulabildim." Dedi. Ben eşofmanlara bakarken, eski sevgilisinin eşyası diye düşünürken, "Babamın," diye açıklamasıyla rahata kavuştum. "Sen üstünü giyin, misafir odasını hazırlayayım." Dedi. Bende üstümü giyip yukarı çıktım. Arkası dönük telefonla konuşuyordu. "Tamam, hallederim ben. Tekrar ararım."
Arkasını döndüğünde beni gördüğüne şaşırmıştı. Beni süzüp, "Yakışmış," dedi. Gülüştük. "Odan hazır. Yatıp dinlen. Yarın izinlisin. Ben yan odadayım. İhtiyacın olduğunda seslenmen yeterli." Dedi. "İyi geceler patron,"
"İyi geceler asistan,"
ALMİRA
Son kez parfümümü sıkıp, misafir odasına girip çarşafı açılmış Alaz'ın üzerini örtüp, aşağıya indim ve arabama bindim. Ve şirkete sürdüm. Varınca, Gizem'e "Ceyda'yı odama gönder." Deyip odama girdim ve masamda ki CD'yi bilgisayar'a koyup herşeyi izledim. Bilgisayar'ı hiddetle kapatıp tekrar Meriç'i aradım. "Saat ikide hazırsınız değil mi? Sakın bir aksilik çıkmasın. Depo'da görüşürüz." Dedim. "Merak etme Almira, herşey hazır." Dediğinde kapattım ve Melisa'yı aradım. "Melisa, halloldu mu?" dedim. "Evet Almira. Gönderdim maillerine bak." Dedi. Telefonu kapatıp mailleri bir sadist edasıyla okudum ve sinsice gülümsedim. Okurken o kadar çok şaşırmıştım ki! Ceyda, çok pislik birisiydi.Kapım çalınca "Gir!" dedim ve salına salına Ceyda girdi. Oturunca direk konuya daldım. "Konu kısa ve öz. Alaz'ın yanına yaklaşmayacaksın! Yüzüne bile bakmayacaksın! Kısaca yakınında dolanmayacaksın!" dediğimde sırıtarak, "Bunu neden yapacak mışım?" dediğinde, bilgisayarımı dönderdim. "Beni hafife alma Ceyda KAYA!" Kızgınca ve şaşkınlıkla bana baktı. "Nerden buldun bunları sen? Ayrıca soyadım KAYA değil!" Kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Uzak dur, yoksa sadece baban değil, magazin ve şirket de duyar! Şimdi çabuk çık!" Kapıyı hızla çarptıktan sonra hemen toparlanıp arabaya atladım ve de Meriç'le buluşacağımız depo'ya geldim. "Selam!"
"Selam!"
"Nerde?"
"İçerde. Sandalye'ye bağlı. Komutunu bekliyoruz."
"Öyleyse... Şimdi,"
Yarım saat sonra hırpalanma, bağırış sesleri kesilmiş, dışarıya fena dağılmış Berk çıkmıştı. Beni görünce, "Sen!" diye tısladı. "Hoop dedik! Yaklaşma sakın!" dedim. Ve içimde kalmasın diye tekme attım. Acıyla iki büklüm olurken ben Meriç'e teşekkürler sunuyordum. "Teşekkür Ederim Meriç. Sen olmasaydın... Olmazdı. Her zaman yanındayım. Ne olursa olsun ilk yanıma gel." Omzumu dostça sıkıp, "Peki. Benim için de zevkti." Dediğinde gülüştük. Vedalaştıktan sonra, hızla Alaz'ın yanına gitmek için arabama bindim.
SIRLARI ÖĞRENMEK İÇİN BÖLÜMLERİ BEKLEYİİİN! BİR GÜNDE İKİ BÖLÜM.. EMEK İÇİN YORUMM VE VOTE. GÖRÜŞMEK ÜZERE!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAH TOZDAN DÜŞLER
Teen FictionAcı bir kayıptan sonra, işe odaklanmış genç bir kız. İstanbul'a ilk defa gelmiş bir erkek. Patron, asistan ilişkisi olarak mı devam edecek? Yoksa, kelebekler özgür kalacak mı? HERGÜN YENİ BÖLÜM, YAYIMDA!