Thurisaz-endless
I was drowning in a dying moment
(Ölen bir zamanda boğuluyordum)Drowning in her eyes
(Onun gözlerinde boğuluyordum)Feeling the wings of faith embracing me
(Beni kucaklayan inancın kanatlarını hissediyordum)So unreal but I could feel
(çok düşsel Ama hissedebiliyorum)The yearning to her divine beauty
(onun ilahi güzelliğine özlem duyuyorum)A voice was sounding far away
(Bir ses uzakta yankılanıyordu)Never dying
(Asla ölmüyor)In the distance heard
(Uzakta Duydum)The wind calls her name
(rüzgar onun ismini çağırır)My burning flame
(benim yanan ateşim)Benim kaderim, mürekkep yerine katran doldurulmuş bir kalemle yazıldı. Hayatımın kurgusu bittiğinde ise kalemin içinde kalan katran, ucu keskin iğneyle vücuduma enjekte edildi. Ve ben bu bedenle bu hayatı yaşamaya mahkum edildim.
Cümlelerde şehirler yakıldı.
Kelimelerde cinayetler işlendi.
Ancak benim ölümüm, harflerin idamım için kalemi kırmasıyla gerçekleşti.
Ben ölmeyi ruhum katledilirken öğrendim.
Ben yaşarken ölmeyi beynim işlevini yitirdiğinde öğrendim.
Soruyorum sana ey dünya, bana hangi acıyı yaşatmadın.
Hangi acı kaldı, ruhuma ilmek ilmek işleyip beni daha nefes alırken toprağa gömmeyen.✨✨✨
Bir hafta geçmişti o günden sonra. Pusu'yu okul dahil hiçbir yerde görmemiştim. Şimdi ise okuldan çıkmış eve gidiyordum. Kulağıma taktığım siyah kulaklıktan yükselen melodi bana haykırışlarımı fısıldarken, bir hafta öncesine, beni eve bıraktığı güne gitti düşüncelerim. Bir ölüm sessizliği vardı oysaki o arabada. Bir mezarlıktı o araba. Çürüyen bedenleri hapsine almıştı. Ruhları ise birbirine kilitleyip aynı zamanda birbirine yasak kılan bir mahzendi onun gözleri. Ben o mahzende büyük bir gurur ve sevgiyle çürüyordum.
Evin bulunduğu sokağa girecekken boğazımdaki kuruluk beni köşede bulunan markete yönlendirdi. Girdiğim marketten bir şişe şu aldım ve kasaya gidip hesabı ödedikten sonra marketten çıktım.Bir ses misafir oldu kulağıma. Bir hayvan sesiydi. Yardım bekleyen bir çığlıktı. Bunu anlamıştım. Çünkü ruhu yaralı olanları sadece ruhu yananlar anlardı. Sesin geldiği yöne doğru adımlarımı attım. Gördüklerim haklı çıkartmıştı beni. O yaralıydı. Çalılıkların arasına saklanmış küçük bir kuştu gördüğüm. Yaklaşıp elime aldım küçücük bedenini. Kanadı kanıyordu. Acı taşıyordu ufacık bedeni. Bir insan evladı açmıştı bu yarayı. Küçük kanadını kaldırıp baktığımda küçük bir taş vardı etinin içine saplanmış. Acımasızdık. Biz çok gaddardık. Bir kuşu bile kendi vicdansızlığımıza kurban edebilecek kadar. Kuşu iki elimle tuttum ve yürümeye devam ettim. Veterinere doğru.
✨✨✨
Zar zor kilidini açtığım kapıdan içeri girdim ve anahtarı köşedeki masanın üstüne fırlattım. Elimdeki yaralı kuşumu koltuğun üstüne bıraktım. Çıkardığım ceketimi portmantoya astım. Mutfağa gittim. Yolda gelirken kuş için aldığım yemi küçük bir kabın içine yeteri kadar boşalttım. Bir başka kaba da su doldurdum ve salona götürdüm. Halının üstüne bıraktığım tepsinin yanına kuşu da bıraktım. Kuş yemini yemeye başlarken bende oturduğum koltuğa iyice sinip onu izlemeye başladım.
Taşı çıkarmış ve yarasını sarmıştı klinikteki doktor. Taş derine battığı için yarası da uzun süre ancak iyileşecekti. Öyle demişti doktor. Ve iki günde bir tekrar o doktora götürüp kontrol ettirmeliydim. Sonra teşekkür etmişti doktor onu orda ölüme bırakmadığım için. Sessiz kalmıştım.
Onu ben bulmuştum.
peki ya ben?
Beni kim bulup yaralarımı görecekti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFRETİN KUYUSU
General FictionBurası Pusat, buraya geliyorsanız tüm iyiliğinizi nefretle harcamadan gidemezsiniz. Burası pusat, burada nefreti solumadan çıkamazsınız. Burası pusat, buradan nefretle yoğurulmadan ayrılamazsınız. Burası hazin sonların şehri. Burası bir hayalin bin...