FARAH GÜNAY

24 2 2
                                    

''Bir savaşın içerisine düşmüşsen ya yaşarsın ya da ölürsün. Öldüğün zaman ise uyanma şansın yoktur. Çok açıktır ki: Ölüler tekrar ölemez, yaşayanlar ise tekrar yaşayamaz. Senin için seçilen son ile doğru orantılıdır bu. Ama ruh.. O hep bizim göremediğimiz bir yerlerdedir ve ölmüş insanların ruhları intikam için geri geldikleri zaman bin ton kurşunuzun hükmü kalacak mı sanıyorsunuz ? ''

Dizlerini yere koymuş, ağlayan bir kız çocuğu görünüyordu dağın eteklerinde. Konuşamıyordu çünkü çocukluğu çalınmıştı. Mavi hayalleri siyaha karışmış, rüyaları kabusların içerisine girmişti. Hayat, onu kuklası haline bürümüş, bir evin kenarında bıraktırmıştı tüm zamanlarını. Yağmur yağdı, güneş açtı, kar yağdı, fırtına koptu o çocuk büyüdü. Ona doğrultulan o yazgıya boyun eğdi ve senelerdir kaçtığı her şeye alışmayı öğrendi. Zamanın onu getirdiği bu hale katlanmayı, ruhsuz duygularına, ruhsuz bedenine ağır gelen her bir cümleyi görmezden gelmeyi öğrendi. Sonra o Farah Günay oldu. Onu görmezden gelenlere inat yeniden doğmayı öğrendi. 

Hayallerin içerisinde kaldığım bir dünyam hiç olmamıştı. Bunun yerine pusularla kaplı bir yola ilk adımlarımı atmıştım. Bu, gerçekten zordu. Organlarım derimin altında birleşmiş bir bütündü ve onları kimse göremiyordu fakat tek bir kişi hissedebiliyordu.  Onların kıvranışlarını, isyankar atışlarını, hareketlerini sadece ben hissediyordum fakat bunların yüzüme yansımış bir sıcaklığı yoktu. Soğuk bir varlıktım ben. Romanlarda geçen o kan emicilerden daha soğuktum ve insanlar bunu anlayamacak kadar boş ve anlamsız gözlerle bakıyordu bana. Düşüncelerim beni yaralıyordu ve her canım yandığında aynı şeyi yapıyordum; düşüncelerim ile tıkılmış sisli nefesimi havaya bırakıyordum. Sonra aynı duygular yine içimde birleşiyor ve zihnimde düşünceler halinde yerini alıyordu. Zihnimdekilerin belli bir cevabı yoktu sadece gözlerimin önüne aynı sahneler diziliyordu ve sorularım için cevap aramamı istiyordu. Bu çok zor diye sızlandım. Yüzleşmek için hazır değildim o zaman derin yeşil gözlerime saplanmış o sahneler  neden yıllarca içimde yer edinerek beni kindar birisi haline getirmişti? Evet kabul edemediğim sızlatıcı gerçeklerin sahipleri vardı ve ben yıllardır adını bile bilmediğim o intikam duygusuyla var etmiştim kendimi. Hayallerimde hepsiyle baş edebilecek kadar güçlü ve korkusuzdum fakat gerçekte daha adlarını bile bilmediğim insanların üzerime sinmiş kokularını yok edebilecek kadar güçlü, onlarla yüzleşme cesaretinde bulunacak kadar korkusuz değildim. Kararsızlıklarla dolu sisli dünyamda emin olduğum tek şey adımdı onun haricinde henüz beni ben yapan tamamen var olmamı sağlayacak o sahneye adımımı atamamıştım. 

''Dalmışız yine ?'' Bakmaya bile cesaret edemediğim o yüze karşı iç çektim. Belkide o sahneye çıkmanın ilk kademesi Asiye'den kurtulmaktan geçiyordu. Yinede cevap vermem gerekiyordu. ''Ya.. Öyle..'' diyerek onu geçiştirdim. Derin bir nefes aldı ve söylenerek yanıma oturdu. ''Sana bazen acıyorum.'' diye fısıldadı. ''Gerçekten.'' Omuz silktim ve göz alıcı sorumu ona yönelttim. ''Neden ?''  Bu soruyu sorarken onun kahverengi gözlerine ve esmer tenine odaklanmıştım. Tepemizde bizi parlatan güneş beni kendisine benzetirken Asiye'yi tüm çabasına rağmen aydınlatamıyordu. Hala çok esmerdi ve şuan canımı yaktığını düşünürek, bana bakarak gülümsüyordu. Sararmış dişleri güneşte daha da parlıyor düşmüş köpek dişi ona bakmamam için beni zorluyordu. ''Hayatın boyunca yalnız büyüdün çünkü ailen olmadı ve biz seni hiç sevmedik. Sevilmemek kötü bir şey olsa gerek.'' dedi yanıt vermemi bekledi. Onu tatmin edici cevabı hala duyamamıştı. Sonunda dayanamadı ve tekrardan sordu. ''Değil mi?'' İç çektim ve oturduğum yerden kalktım. ''Ya..Öyle..'' diyerek yanıt verdim. Başka bir Asiye iğnelemesi duymak istemiyordum bu yüzden yanıtını beklemeden olduğum yerden uzaklaştım ve bana ait olmayan o eve yürümeye başladım. Güneş kendini kapatmaya başlamış ve yerini rüzgara bırakmıştı. Rüzgar her şeyi bir toz bulutu gibi savuruyor ve bir böcek gibi ilerleyen küçük çocukları korkutuyordu. Bazen dinginleşiyor ve korkulması gereken şeyin başka şeyler olduğuna dair mesajlar veriyordu. Kah sert esiyor kah daha yumuşak esiyordu fakat asla yumuşak bir esinti değildi bu. Rüzgar son sert esintisini de bir tokat gibi savurdu ve gözlerimin içerisine kocaman bir toz bulutu yerleştirdi. Gözlerimi hafif kısarak tahta kapıya doğru ilerledim ve sertçe ittirdim. İçeri girdiğimde banyoya doğru koştum ve gözlerimi yıkadım. Birkaç dakika sonra gözlerimin acısının dindiğine emin olduktan sonra yüzümü kuruladım ve araladığım kapıyı açtım. Karşımda tanıdık duran o surete karşı çığlığı basmadan duramadım. ''Sakin ol kız.'' dedi amcam. ''Niye bağırıyorsun ?'' Sitemle karışık bir şekilde burnumdan nefes verdim. ''Korktum sadece.'' dedim yanından geçerek. Bir süre bir şey demedi ve az önce girdiği odada oyalandı. Gözlerim Şükran ablayı ve Asiye'yi arıyordu. Bir süre merakla odalara bakındıktıktan sonra gözlerim amcam ile buluştu. ''Diğerleri neredeler ?'' Amcam eline aldığı suyu bir yudumda içti ve çenesinden akan sulara kolunu sildi sonrasında bana tuhaf bir bakış yöneltti. ''Birileri çağırmış, misafirliğe gittiler.'' Anladığımı belli edercesine başımı salladım ve küçük odaya geçtim gözlerim kitaplarımı aradı ve en sonunda elime Mai ve Siyah kitabı geldi. Bir süre eski sayfaları karıştırdım duygulanmamak elde değildi. ''Ahmet Cemil'' diyerek fısıldadım ''ne kadar da kötü bir kader.'' İç çektim ve İkbal'in öldüğü sayfayı açtım ve son sayfasında yazan o cümleyi anımsadım. ''Şimdi bu gözler onun bu feryadına karşı sessiz kaldı; hala ona bakıyordu, fakat artık onlarda bir şey eksikti.'' İster istemez titremiştim fakat duygusal bir titremeydi bu.. En acıklı sonlarda bile ağlayamazdım buda kaderin bana nasıl bir ödülüydü bilemiyordum. İç çektim ve tekrardan sayfaları karıştırmaya başladım. Gözlerim yine bir ok gibi aynı iki kelimeyi hedef aldı. ''Zavallı kadınlar!'' bu duygu dolu cümleye bir süre göz gezdirdim ve kelimeleri fark etmeden dudaklarımdan dalından düşen yapraklar misali döktüm. ''Zavallı kadınlar.'' 

''Farah?'' Duyduğum sese karşılık kitabımın kapağını kapadım ve omzumun üstünden amcama baktım. ''Yemek hazırla bana.'' dedi emrivaki bir şekilde. ''Birazdan çalışmaya gideceğim.'' Kitabı masaya bıraktım ve onun çıkmasını beklemeden odadan çıktım. İçten içe söyleniyordum daha doğru düzgün yemek yapmasını bilmeyen birinden nasıl bir şey bekliyordu?  Ona en fazla salata yapabilirdim veya tost. Mutfağa gittiğimde buzdolabını açtım ve içinden iki salatalık ve domates çıkardım ardından onları doğramaya başladım. Doğrarken arada gözlerim dışarının karanlığını izliyordu. Kapalı camlara rağmen rüzgarın ürkütücü uğultusunu duyabiliyordum. Az sonra işaret parmağımda tarifsiz bir duygu hissettim ve acı içinde bıçağı bıraktım. ''Dikkatli olsana kız.'' Amcamın rahatsız edici sesine döndüm ve onu gölgem kadar yakınımda buldum. Ürkmüştüm. Bir adım geriledim ve sırtım balkon kapısının camı ile buluştu. 

''Hey'' diyerek bağırdım kurtulmak istercesine ''çekil.'' Amcam umursamadı ve saçlarıma dokundu. Ayva göbeğini bedenime değdirirken, ekşi nefesi yüzüme doğru çarparken midemin bulandığını hissettim. Çenesini geçen sakalları artık yüzüme değiyordu. Zoraki bir şekilde yüzümü çevirdim ve ağzımdan istemsiz bir çığlık çıktı hemen ardından kulaklarımı delecek bir patlama. Şaşkınlıkla önüme döndüm ve kolunu tutan amcamı bir adım geri ittim. Rengi acıdan dolayı sararmıştı. Birkaç saniyelik şaşkınlıktan sonra balkona çıktım, neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. İnsanlar yavaş yavaş evin önüne toplanmaya başlamıştı fakat gözlerim silahını Ağrı'ya karşı patlatan o kişiyi arıyordu. ''Farah'' dedi bir ses. Bağırıyordu ve adımı üst üste söylüyordu. Kapıyı açmak için  bir adım geriledim fakat gözlerim  anlık bir karartı gördü ve o karartı aşağı doğru yürümeye başladı. Arkadan gelen gölgesini görebiliyordum fakat göze çarpan elinde sıkıca tutulmuş silahının gölgesiydi. 

Az sonra ağaçların arasından kayboldu.

EFENDİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin