Adsız Bölüm 1

17 2 0
                                    


  Her zamanki gibi, zorlukla ve acıyla yatağında doğruldu ve bir süre sadece öyle durdu. Bugünkü uyanışında normalin dışında bir endişe de hissediyor gibiydi. Acı ve zorluk dolu kalkışlara alışmıştı son derece, en azından öyle hissediyordu, fakat bu endişe onu hayli rahatsız hissettirdi. Aslında onu rahatsız eden şey hissettiği şeyin ne olduğu değil, halihazırda hissettiği şeylerin arasına bir yenisinin eklenmiş olması idi. İnsanlar çoğunlukla alışıktır aynı duyguları hissetmeye,-bunlar acı,üzüntü ve bunun gibi normalde kaldırması zor gelen hisler olsa bile- sadece biraz zaman gereklidir bunların sindirilmesi için ve sonrasında insan her şeye,her boka alışır, doğasındadır. Aynı insanlar, rezil ortamlarda yaşamaya maruz bırakılmışlardır fakat seslerini çıkarmamışlardır ki bir de onlardan hele en az önem verdikleri kendileri ile ilgili bir şeyi düzeltmek, belki de iyileştirmek için ses çıkarmalarını,çabalamalarını beklemek absürttür. Fakat yeni bir şey eklenince bu duyguların arasına ki bu şey iyi bile olsa bir tehdit olarak görülür. Hatta ve hatta, durumu epey kötü olan biri iyi bir şey gördüğünde,hissettiğinde normalde düşünülen tepkiden çok daha fazlasını verir. Tristeza'nın da pek bir farkı yoktu bu konuda diğer insanlardan ve aynı rahatsızlığı o da hissetti. Sonunda kalkabildiğinde yatağından neredeyse on dakika geçmişti bu düşünceler gezinirken bir yandan kafasında. Saatine baktı ve uzun zamandır başardığı bir şekilde hep aynı saatte kalktığını fark etti. Bunu fark ettiğinde herhangi bir insanın yapacağı gibi kendisinin sıkıcı, değişmez, gündelik hale getirdiği hayatına küfrü bastı. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Tristeza, bir yandan daha da diğer insanlara çok benziyordu ki bu da onlar gibi bu durum konusunda hiçbir şey yapmamak, yapamadığını hissetmek ve tek elinden gelenin ve iyi olanın boyun eğmek olduğunu düşünmekti. İnsanlar bildiklerinde aslında korkunun onları engellediğini bir şey yapmaktan, aslında yapabileceklerini ama sırf korktukları için yapamadıkları gerçeğini, buna bir kılıf ararlar ve bu kılıflar genelde aile,hayat,kader,tanrı gibi genelde bu kılıf giydirilmeden sonra küfür yiyen kavramlar olur ki bunların da kaçı gerçekten vardır tartışılır. İsminin son derece önemsiz olduğu, aslında insanlara göre önemli fakat bir o kadar da önemsiz olan bir iş yapıyordu. Aslında insanların iş hayatlarıyla ilgili tek sorulması gereken soru gerçekten bu işi isteyip istemedikleri,mutlu olup olmadıklarıdır, kaç para kazandıkları ya da mevkilerinin ne olduğu değildir. Biz asıl sorulması gereken soruyu dünya üzerinde yaşamış ve yaşayan tüm insanlara soracak olsak, eminim ki çok yüksek bir kesimi gerçekte yapmak istedikleri şeyin başka bir şey olduğunu ve o an yaptıkları ile mutlu olmadıklarını belirteceklerdir. Elini yüzünü yıkamak ve sahip olduğu endişeyi atıp acısı ve zorluğuyla baş başa kalmak için tuvalete doğru ilerledi. Fakat, adımlarında bir gariplik hissetmesi pek zamanını almadı. Genelde, yavaş adımlarla yürüyen biridir, hızlı yürümeyi pek sevmez. Ne kadar tersi görünse de dışarıdan, hızlı yürüyenler en mutsuz insanlardır ona göre. Diğer insanlar gibi istemediği şeyleri yaptığı yetmiyormuş gibi bir de bunu hızlı adımlarla yapmak zorundadır ki bu da,ona göre, bir yardım çağrısı, adeta ''ben mutsuzum'' diye bağıran sessiz bir çığlıktır. Ancak adımlarındaki bu yavaşlık, olağandan daha fazla ve daha sinir bozucuydu. Normal hızına dönüp,o hızla yürümek istiyor fakat bir türlü yapamıyordu. Sanki biri bacağından tutmuş, gitmemesi için yalvarıyor ve yürümesini zorlaştırıyordu. Yavaş yavaş da olsa tuvalete kadar gitmeyi başardı ve bu arada biri kendi odasında ve biri ara holde olmak üzere 2 ayna geçmişti bakmadan. Gözleri bir şey arıyormuş gibi yere devrikti fakat bir o kadar da bir şey aramıyormuş gibi amaçsızca bakıyordu. Bakmak için bakıyordu sadece. Musluğu çevirdi,gelişigüzel ellerini ve yüzünü yıkadı ve sağ tarafında asılı duran havlu ile temizlendi. Yüzünü kaldırıp, kaçamayacağı son aynaya bakınca gördüğü tablo aynı anda korkutucu,şaşırtıcı ve akıl almaz idi. Gördüğü şey, belki de herhangi birinin daha önce hiç görmediği, belki de görüp de fark etmediği bir şeydi. Gördüğü şey bir o kadar tanıdık gelirken bir o kadar da uzaktı ona. Sanki ruhundan üflediği bir şeydi ama aynı zamanda içinde hiçbir zaman barındırmadığı,barındırması imkansız olan,yaşatmadığı bir şeydi de. Gördüğü şey, başka bir yüz idi. Kendisinin baktığı bir aynada kendi yüzü yerine başka bir insanın yüzünü görüyordu. Önce, herhangi bir insanın yapacağı gibi bunun bir rüya olacağını düşündü ve birkaç gün önce internette gezinirken yanlışlıkla tıkladığı bir reklam yüzünden girdiği fakat sonrasında gördüğü şeyi ilginç bulup okumaya giriştiği sitedeki bir yazıyı hatırladı. Yazı, insan rüyalarının derinliklerine giriyordu. Birçok zırvalıktan bahsetse de yazı, o, şuan belki de tek işine yarayacak şeyi, rüyadan uyanma tekniklerini hatırladı ve tek tek denemeye başladı. Her denediği teknik başarısız oluyor ve onu, bu durumun gerçek olabileceği düşüncesine itiyordu ve bu düşünce fazlasıyla korkunçtu onun için. Hangi insan rüyadan uyanmak ve gerçeğe dönmek ister ki bizim herhangi bir insandan pek de farkı,hatta neredeyse hiçbir farkı olmayan Tristeza istesin? Daha henüz rüyalarından çıkamadan,uyurken ölüyor çoğu insan. Denediği birkaç şeyden sonra bunun bir rüya olmadığını kabullenip, herhangi bir insanın yapacağı gibi bu sefer bunun tam uyanamamaktan kaynaklandığını düşündü ve gözlerini sayısız kere ovuşturdu. Kendini tokatladı,cimcirdi fakat hiçbir değişmiyor gibiydi, gibisi fazla, değişmiyordu. Onunla senkronize hareketleri yapan bir başka insan vardı aynanın karşısında. Şaka olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar distopikti. Aslında yanlış gördüğünü kanıtlamaya çalışma yolundaki üçüncü salakça şeyi yapıp, diğer aynalara da bakmaya karar verdi, sorunun bu aynada olduğunu düşünüp. Önce ara holdeki,sonra odasındaki ve en son yine ara holdeki. Sonuç hepsinde aynıydı. Bambaşka bir insan, ne dış görünüşü benziyor ne de kendisi gibi hissediyor. Mümkün müydü aslında bambaşka biri gibi olup birisinin aynasında var olabilmek? Fakat belki de o insan gerçek iken kendisi onun son derece benzer fakat bir o kadar da sahte olduğu belli olan çakmasıydı. Tuvaletteki aynaya karşı bakarken son çareyi, hissetmeye çalışmakta buldu gerçekten evde mi,gerçekten yaşanıyor mu bunlar diye. Sesleri dinlemeye,kokuları almaya çalıştı evdeki. Annesinin sabah kahvaltısına hazırladığı,kızarttığı ekmeğin kokusunu aldı önce ve sonra kapının açılışını duydu,gazeteyi almaya giden babası olmalıydı bu. Bu sesleri ve kokuları, birbirine bu kadar benzemelerine rağmen birbirleriyle hiç anlaşamayan kardeşlerinin sesleri takip etti ve babanın bağırışıyla bu kısa şov sona erdi. Bu seslerin ve kokuların çoğu güzel ve hatta rahatlatıcı geliyor olsa da genelde insanlara, ona aşırı derecede tiksinç ve rahatsız edici geliyordu. Bu sesler arkasında bir gerçekler enkazının altında kalan yaralı bırakmıştı, ölüp ölmeyeceği ise kendisine bağlıydı. Aslında birçok insan kalır bu durumda, daha çok bu seçim arasında,tahmin ettiğimizden daha çok hatta. Seçim dışarıdan kolay gibi gözükür, yaşamayı seçmek. Fakat seçim bu kadar basit değil, hatta ve hatta katbekat karmaşıktır. Bu seçim sadece yaşamaya ve ölmeye indirgenemez. İnsanevladı belki de herhangi bir savaşta verdiğinden daha çok kayıp vermiştir bu seçimi kolay gözüken, tek bir galibi görünen savaşta. Bir anda gerçeklerin soğuk rüzgarı,kasırgası ile karşılaşan bir insanın deprem enkazlarına gömüldüğünden bahsetmiştim. Bu durumda enkaz altında yapılacak iki şey vardır. Birincisi genelde basit görünen fakat sonuçları çok ağır olandır, bulunduğun durumu görmezden gelip,hiçbir şey olmamış gibi davranıp, sanki enkaz altında değil de eski hayat yaşanıyormuş gibi davranmaktır yani inkar. Çoğu insan bu seçimi yaparken bu sonuçtan haberdar mı bilemem fakat ortada bir gerçek var ki katlanacağı şey ne olursa olsun, sonunda, insanlar gerçekleri öğrenmek istemez. İkinci yapılacak şey ise bulunulan durumu kabullenmek ve bu durum için bir şeyler yapmaya çalışma yani harekete geçme. Kağıt üstünde bu kadar kolay görünen bir savaşta, insanoğlu neden bu kadar kayıp verdi diye bir soru geliyor akıllara doğal olarak. Cevap ise basit, bir sorunun olmasına rağmen bunun hakkında bir şey yapmak yerine neden hiçbir şey yapılmamak tercih ediliyorsa ondan,korku. Bulunulan durumu değiştirme korkusu. Ne yapacağını düşünürken, kardeşi tarafından kapısı çalınarak bölündü. O an aklına gelen en mantıklı fikri yani bu durumu biraz daha gözlemlemeyi ve kavramaya çalışmayı seçerek mutfağa doğru geçti. Kendisinden sonra tuvalete giren kardeşine günaydın demişti fakat her gün olduğu gibi telefonundan ayrılamayan kardeşi karşılık vermemiş, belki de duymamıştı bile. Artık bu durumla her gün karşılaştığı için buna karşı hissizleşen Tristeza, unutuverdi fakat canını da sıkmıştı pek tabii. Kızartılmış yağlı ekmeğin kokusuyla mutfağa girer girmez vurulduktan sonra aklına gelen düşünceyle çabucak toparlanmıştı. Bu düşünce ise annesinin bu yemekleri onları sevdiği için değil sadece yapması gerektiğini düşündüğü için yaptığı gerçeği idi. Annesine sorsa alacağı cevabı bildiği için sorma gereği duymuyordu fakat gerçeğin bu olduğundan fazlasıyla emindi. Bu evdeki herkes arasında kral-soytarı ilişkisi var gibiydi. Küçük iki kardeş hariç evde herkes hem kral hem de soytarı idi. Kardeşler eve bir şey katmadıkları için hala soytarı seviyesindeydiler. Kral-soytarı ilişkisi ise şöyle yürüyordu; soytarılar ne kadar kralları sevmeseler,onlara lanet okusalar bile onları bir yerde eğlendirmek, gönüllerini hoş tutmak zorundadırlar. Bunun sebebi ise,tahmin edeceğiniz gibi, kralın para kaynağı olması idi. Baba, anne ve Tristeza'ya,anne, baba ve Tristeza'ya ve o ise anne ve babaya ihtiyaç duyuyordu. Bu durumda üçü de bir yerde soytarı ve bir yerde kral oluyordu. Anne ve baba çoktan bu ilişkiyi kavramış ve farkına varmış ve ona göre davranmaya başlamışlardı fakat genç olmasa da olgunluk açısından genç olan Tristeza bunun pek farkında değildi. Tek bildiği ve hissettiği şey sevilmediği idi. Bu düşünce ilk başlarda epey üzse de zaman geçtikçe bir şey ifade etmemeye başlamıştı. Artık herkes sorumluluğunu biliyor, ya eve para getiriyor ya da evin işini görüyor ve gerisine karışmıyordu. Sevgi,birlikte zaman geçirme,özlem gibi kavramlar uzun yıllardır bu eve uzaktı ve uğrayacak gibi de görünmüyordu. Uzun bağırmalar,çağırmalar sonunda kardeşler de kahvaltı masasına oturunca çaylar koyulup kahvaltıya başlanmıştı. Uzun süredir aklında demin gördüğü manzara olan ve bunun sebeplerini arayan Tristeza, çay kaşığının yüksek ve rahatsız edici sesi ile düşüncelerinden uyandırıldı. Tabağına birkaç salatalık birkaç da domates alıp-kahvaltı edecekmiş gibi gösterip- düşüncelerine tekrar dalmak istiyordu. Tam bunu düşündüğünde, daha önce belirmemesinin sebebini kafasının dalgın olması,toplu olmamasına yorduğu basit bir düşünce parladı. Bu düşünce de; ailesine kendisinde bir değişiklik görüp görmediğini sormak idi. Ne kadar basit görünse de, çoğu zaman böyle ağır ve yorucu düşüncelerle kafeslenmiş olan aklımıza, hiçbir çözüm gelmez gibi olur ve geldiğinde ise tüm dünyayı mükemmelliğe çıkaracak düşünce aklımıza gelmiş gibi tepki gösteririz ki Tristeza da aynısını,kendi içinde yaptı. Tüm aile fertlerini gözleriyle tek tek süzdü ve soruyu sormak için, içinden gelecek isteği,dürtüyü bekledi fakat bir süre bunlardan herhangi biri gelmedi, o da sadece bakmakla yetindi. Genelde kahvaltılar sessiz ve olabildiğince çabuk geçer. Anne bazen evin birkaç ihtiyaçlarını sıralar, baba alınacak şeylerin dağılımını yapar-bunu yaparken ucuz şeyleri kendinin alacağını söylerken pahalıları büyük oğlunun almasını ister- ve tekrar bir sessizlik alır. Sonra bazen kardeşlerden biri bir ihtiyacını söyler ama önce buna kimse atılmaz çünkü kimse, hiç kimseye yararı dokunmayan bir soytarıya bir şey almak istemez. Soytarının bunun karşılığında göstermesi gereken birkaç hareket vardır ki bunlardan biri ve krallar için en önemlisi ise taksit ile ödeme hareketidir. Bu hareket adeta kralları soytarı için bir savaşa sokar çünkü bilirler ki aldıkları şeyin fiyatını istedikleri rakamda söylemek ve hatta faiz ile taksitlendirmek ellerindedir. Neredeyse her zaman bu savaşı baba kazanır. Genel olarak ailenin kahvaltısı için şu söylenebilir ki o da istisnalar hariç para konusu olmadıkça konuşulmaz. Bu durumlara Tristeza'nın hep bir isyan etme isteği olmuştur fakat bu istek her zaman ailesi tarafından nasıl karşılanacağını bilmediği için ertelenmiştir ve bu istek içten içe onu kemirmiştir. Onun için ailenin kendisi ve ilişkileri bu demek değildi, olamazdı. Para,bir şeyler satın almaktan farklı bir konu konuşulmaması mümkün olmamalıydı. Aile denilen şey,ona göre, her şeyi konuşabilmeli, birbirlerine açılabilmeli,sorunlara çözüm bulabilmeliydi fakat kendi ailesinde ve birçok ailede bu söz konusu değildi. Bağırmak isterdi içinden onlara,küfürler savurmak böyle oldukları için,bu kadar sevgisiz,umursamaz. Annesine kızmak isterdi mesela neden vazgeçti diye onlardan bu kadar çabuk, neden sevgisini gömdü ve göstermiyor diye çünkü orada olduğundan çok emindi ne de olsa annelerdir nasıl biri olursak olalım,ne yaparsak yapalım bizi kabul eden. Tristeza ise bu arada ne kadar dahiyane bir fikir olsa da bunu sormanın hayli şüphe çekeceğini düşündü ve zaten pek güçlü zeminlere kurulu olmayan ilişkilerinin daha fazla soru işaretleri ile hayli hazırda çatlaklar bulunan duvarlarını daha da çatlatmak istemiyordu, ve susmayı tercih etti bu yüzden. Sıcak demirin soğuk suya koyulduğunda çıkardığı ses gibi 'cos' etti içinde bir kez daha kalan çığlıkları ve o soğuk suyun çektiği acıyı hissetti içi. Hem, bir farklılık olsa onlar çoktan bana söylerlerdi diye geçirdi içinden. Bunu derken gözleri son bir kez diğerlerini süzdü ve yanılıyor olabileceğini fark etti. Hemen sağında bir baba vardı mesela yemeğin başından beri kafasını bir defa bile kaldırmayıp, kimseyle göz teması kurmayan. Ah o baba, elinde olsa ne bağırır ne çağırırdı o adama. Hiçbir zaman onu yeterli bulmayan, her zaman aşağılamaktan çekinmeyen, bir kere bile sevdiğini söylemeyip, göstermeye bile çalışmayan sözde baba. Babanın bu davranışları Tristeza'nın onun gözüne girmek için daha da çabalamasına yol açmıştı sadece ve hepsi başarısızlık ile son bulmuştu. Bu, o ne kadar kabul etmek istemese de, onda büyük bir baba sorununu ortaya çıkarmıştı ve bu sorun asıl yapmak istediği işten vazgeçip, sırf biraz daha fazla para kazanabilsin diye mutsuz olacağını bildiği işe girmesine bile yol açmıştı. Haykırmak, bağırmak istiyordu sadece bu adama neden onu biraz daha sevmedi,kabul etmedi diye fakat yapamıyordu. Zaten neredeyse hiç olmayan konuşmalarını bitireceğini ve aile içinde bir daha kabul edilmeyeceğini biliyordu eğer öyle bir şey yaparsa. Tüm bunları kafasında kurarken tek yapabildiği dinlemekti tüm bağıramayışlarının içindeki patlama seslerini ve acı çekmekti fazla,daha fazla. Sol tarafında ise kardeşleri. Sabahtan akşama kadar tek yaptıkları zarar vermek,telefondan kafayı kaldırmamak, adeta işe yaramamaya çalışmak olan kardeşleri. Belki kendisi bu kadar fırsatı yakalayamadığı için belki de kendisi bu kadar umursamaz olamadığı için midir bilinmez ama kaynağı belli olmasa da ortada var olan bir nefret, nefretten daha çok bir öfke vardı onlara karşı. Neredeyse tüm aile ilişkileri şuan onların olduğu hale gelir fakat asıl sorun yaşattıran,acı çektiren kısmı bu evredir. Belki de bu evreyi kendisi yaşadığı ve onlar hiçbir şey yaşamadığı içindir bu öfke. Birçok sebep sıralanabilir bu öfkeye fakat en büyüğü, Tristeza'nın kafasında yarattığı bir insan,bir genç bu kadar umursamaz,kendi halinde takılan biri olmamalıdır, dünya ile daha fazla ilgilenmeli,henüz enerjisi varken bunu faydalı şeylere harcamalı ve yararlı olmalıdır. Bunlardan hiçbiri bir insanda toplanmadığı için hatta daha kötüsü iki insanda toplanmadığı için, oldukça nefret dolu olması normaldi. Bunları da söylemek,anlatmak,kusmak isterdi tek tek fakat yine ve yeniden alacağı tepkiden korkmuştu. Hem, o kardeşler yine bazen Tristeza'yı bazı ortamlara sokuyor,eğlendiriyor ve sosyalleştiriyordu ve o, bunun bozulmasını asla istemezdi. Bu yüzden başkalarına olan nefretinin namlusunu kendisine çevirdi ve tetiği çekti, kanına karışan ve onu zehirleyen nefret ve öfke ile büyük ödülüne kavuştu. Hem kimseye bir zarar vermemiş, pişman olacağı bir şey yapmamış hem de bütün ailesine karşı olan nefreti içinden atabilmişti. Fakat bilmediği bir şey var ise o da aslında bu nefretin vücudunu asla terk etmediği sadece bu nefretin hedefini değiştirip, aslında daha da önemli olan birine yönlendirmesiydi,kendisi. Böyle anlarda nefreti kendimize çevirmek en kolay yol ve acısız yol gibi gözükebilir fakat bunun acısı uzun zaman sonra misli ile çıkmaktadır. Bu, tüm insanların düştüğü fakat tekrarlamaya devam ettikleri bir hatadır. Bunca düşünceden sonra tek tek onların yüzlerine bakıp gülümsedi, annesinin elini öpüp afiyet olsun deyip, kardeşlerinin alınlarından öpüp, babasının elinden öpüp hayırlı işler diledikten sonra odasına geçti. Çabucak üzerini değiştirip işe doğru yola çıktı. 

1234Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin