Kendini hemen yollara vurmak istemişti, nereye gittiği ve saatin kaç olduğu gibi küçük sorularla uğraşmak istemiyordu, sadece dışarıda bulunup hava almak istiyordu. Arkadaşlarını iş yerinden çıkar çıkmaz tek tek aramış ve hepsi ile uygun olan saate,bir saat sonrasına randevuyu ayarlamıştı. İkisi erkek biri kadın üç arkadaşıyla bir kafede buluşacaktı. Normalde hepsinin işleri vardı fakat telefonda bu kadar endişeli gelince sesi, üçü de kabul etmişler ve en kısa zamanda geleceklerini belirtmişlerdi. Buluşacakları mekan oldukça yakındı ve oraya gitmesi beş dakikasını dahi almayacaktı. Bu yüzden randevu saatine kadar dışarıda kalıp, biraz tek başına kalıp az önce gördüklerini iyice tartmak ve düşünmek istiyordu. Yapabilirse bir sonuca varacak, en azından bir sonuca yaklaşacaktı ve arkadaşlarının varmasını bekleyecekti. Arkadaş denmeli mi onlara bilinmez, arkadaş kelimesinden bir insanın ne anladığına göre değişir aslında. Bazıları samimiyet, dostluk gibi kavramlar ararken biri sadece yanında olmak -uzakta olunsa bile- ve daha fazlasını istememek gibi sade kavramlar ararlar. Aslında ikinciyi arayan pek insan yoktur ve genelde birinci en çok aranandır. Birinciyi bulamayan insanların kaldığı şey ikincidir. İstemediği bir şeydir aslında fakat hiç olmamasından da iyidir onlara göre. Ne kadar doğrudur bu seçim, bilinmez. Arkadaşlık gibi önemli ve değerli bir kavram bu kadar aşağılanmalı mıdır,tartışılır fakat demek ki Tris'e göre aşağılanabilirmiş. Bazı konularda böyle düşünmek ne kadar ağır olsa da, gerçekten önemli konularda tam olmayacaksa olmasın demek bazen en iyisi ve mantıklısıdır. Ah, bunu demek ne kadar zordur aşağılık insanlık için... Özgür olmayı bile haketmiyorlar. Özgür olmanın açacağı sonuçları göğüslemeye hazır değiller çünkü, çok az kişinin sahip olduğu şeyi hiçbir çaba göstermeden istemek ne kadar adicedir. Bunları, bunlar gibi değerli şeyleri öylece sahip olmak istemek sonuçlarına katlanmadan, küfür gibidir. Kapısı sonuna kadar açık bir kafesten uçup gitmek yerine kafeste kalmayı tercih ediyorlar dışarıdaki dünyadan korkturkları için ama onları kafese sokan kişilere ve hayata isyan ediyorlar. İnsanlar, bu yüzden iğrenç varlıklar. Karmaşıklığın ve evrimin iyice çirkinleştirdiği yaratıklar. Herhangi bir insanın herhangi bir davranışını gözlemlediğimde şunu anladım ki hepsi ortak bir paydaya çıkıyor, iki yüzlülük. Henüz kafasını toplayamamış, gördüğü şey ile alakalı bir şey düşünmeye başlayamamıştı Tristeza. Derin bir nefes aldı ve odaklanmak için sessiz bir yere geçti ve gününü en başından beri düşünmeye başladı. Öncelikle, uyandığında hayatında ilk kez gördüğüne emin olduğu bir yüz belirmişti karşısında,aynada ve bu yüz uzun saatler kaybolmamıştı. Artık kendisi olmuştu,bir parçası olmuştu ve alışmıştı. Bir insan için kendisi olmamak ve buna alışmak ne acıdır ama adı üstünde bir insandır bu ve her şeye alışır, tekrar değişmediği sürece bu alıştığı şey. Sonra başka bir isimle çağrılmaya başlamıştı ve buna da zor da olsa alışmıştı. İnsanlar ne ile, nasıl çağrıldıklarını umursamazlar ki çağrıldıkları sürece. Onların tek umursadıkları görünmek ve bilinmektir, gerçek görüntüsüyle ya da adıyla olması önemli değildir hatta öyle olmasa daha iyidir çünkü, başka bir görüntüyle bilinmesi demek o ortama ayak uydurduğu anlamına gelmektedir ve bu asıl istenen şey değil midir zaten? Birileri tarafından yaşadığının bilinmesi, farkedilme ve görülme, işte bu insanların tek umursadığı şeydir. Kendisini izole etmeye çalışan bir insan için bile bu böyledir. Bu hastalıktan tamamen arınmış olan kişilere insan diyerek onları düşürmek istemem asla. İnsan olduğunuzu gösteren birkaç hastalık vardır ve bunlar atlatılınca ancak insandan öteye geçilebilir. Farkedilme isteği bunlardan biri, ikiyüzlülük ile birlikte. İkiyüzlük derken, sadece şeytani amaçlar için farklı bir yüz takınmak değil, en masum gelen şey için bile, genel olarak asıl olduğumuz ve hissettiğimiz kişi olmamak. Olamamak değil, olmamak,kabul edilmek için,sevilmek için. Olamamak ile olmamak arasındaki fark kalın olan ama ince sandığımız bir ip ile ayrılmaktadır. Günümüz dünyasında özellikle bu ülke gibi çoğu şeyi aşamamış ülkelerde, zamanın gerisinde kalmış ülkelerde yaşayan bir eşcinsel, çok yüksek ihtimalle kendisi olamayacak belki kendisini tanıyamayacak, tanısa bile cesaret edemeyecektir. Bu tamamiyle anlaşılır bir şey değildir ancak biraz daha karmaşıktır. Cinsel yönelim konusu biraz daha farklıdır, bundan dışlanmaktan çok daha fazlasına gidebilir. Ama bir eşcinsel, cinsel yönelimi hariç diğer düşüncelerini saklarsa, bu durum yine kabul edilebilir değildir ve ikiyüzlülüktür. İçinde büyük nefretler biriktirmiş, fakat bunları bir türlü asıl gitmesi gereken hedeflere yönlendirememiş ve kendisine patlamıştı Tristeza. Ne kadar bilse de bu nefretin ve öfkenin başka insanlara olduğunu, asıl gitmesi gereken kişinin kendisi olduğu ve kendisinin suçlu olduğu kanısına varmıştı. Çünkü onlar ailesiydi ve onlara karşı böyle hisler beslemek yanlıştı, kendisine ise sorun yoktu. İnsanların tiksinçliği asıl burada çıkıyor ve asıl burada bu kadar insan oluyorlar. İnsan olmanın uç noktası denebilir buna. Aslında tam tersi olması gerekmiyor muydu? Biz, kendimiz için en önemli kişi iken, en iyi arkadaş,sırdaş iken bizi anlamayan ve anlamayacak olan insanlara böyle hisler beslemek neden yanlıştır kendimize değilken? İnsanlığın bunu çürütmek için söylediği en büyük yalan bunun bencillik olduğudur. O zaman ben de şunu söylüyorum, herkes biraz daha ''bencil'' olsa idi, kendini seven daha çok insan ve bu yüzden çevresini daha çok sevecek insan olmayacak mıydı? Bizi, asıl olduğumuz kişi ile onlara gitsek kabul etmeyecek insanlara ne diye nasıl hissettiğimizi söyleyemeyecek mişiz? Mutluluğa en yakın insanlar kendini seven,kendini kabul etmiş olan kişiler değil midir zaten? Bu insanlar kendi içlerinde halihazırda bir savaşta değillerdir ki başka insanlarla savaşma gereği duysunlar, onlar için bitmiştir ve artık barış zamanıdır. Kendi ile savaşta olan insan,öbür yandan, yenilmeyen pehlivan misali savaşların sonunu getiremez ve kendisini sevemiyorken doğal olarak başka şeyleri de gerçekten sevemez. Savaş,artık, onun karakterini yansıtan başlıca özellik olmuştur. Kendini kabul edememişken insan, diğer kişileri yüzde yüz kabul etmesi imkansızdır. Öbür yandan, kendini kabul etmiş olan insan zaten kabul etmelerin en zorunu başarmıştır ve diğerlerini kabul etmeleri zamanlarını bile almayacaktır. Bunun herhangi bir dünya görüşü ya da genel olarak hayatın kendisine olan bakış açısıyla ilgisi yoktur. Bir insan kendini kabul etmiş olup kötümser de olabilir veya insanları sevmiyor da olabilir, bu gayet doğaldır. Olay hayvanlara ve insanlara gelince belirli,olunması gereken bir tip yoktur. Fakat, bireyin kendisini gerçekten olduğu kişi olarak kabul etmesi bir zorunluluktur. Mutlu veya mutsuz, umutlu ya umutsuz, nasıl bir hayat istendiği önemli değildir, fakat kabul etmek bir olmazsa olmazdır. Tristeza, bunu yapamamış hatta yakınına bile yaklaşamamış bir insandır. Diğer insanların düşünceleri her şeyin önünde gelir ve kabul edilmek onun için tek önemli şeydir. Sırf babası onu yetersiz gördü diye tüm hayallerini, isteklerini,hazlarını bırakmış biri olduğunu düşünürsek, ikiyüzlülük ve kendisi tarafından kabul edilmeme onun karakterini belirleyen,hatta en başta gelen iki şeydir. Sonrasında, tüm bunların hepsine, başka bir yüze ve isme alışıp bunu artık yeni olduğu kişi yaptıktan sonra patronu ile konuşmuştu, daha çok patronu ona bir şeyler anlatıp durmuştu. Bu davranış da aslında yani normalde konuşmayacağı birine bir şeyler anlatması da tipik yalnız insan davranışıdır. Yalnız derken, kendi isteğiyle yalnız olan değil, karakteri ve davranışları yüzünden toplum tarafından dışlanan bir yalnızlık. Kadınları metalaştırmak ve insanları sınıflandırmaktan doğan bir yalnızlık. Sadece zenginlerle kurulabilen dostluklar ki bu dostluklar ne kadar işe yarar, ne kadar şey anlatılıp anlaşılmak beklenebilir, tartışılır, tartışılmaz da aslında cevap basittir, hiçbir bok. Konuştukları süre boyunca düşünceden düşünceye, hisden hisse geçmiş ve birçok konuda fikri değişmişti. Bu iyi bir şeydi aslında fakat patronunun yaptığı şeyler yüzünden kendini suçlu bulmuş ve tekrar nefret etmişti. Sonrasında bu kendine olan nefretin yersiz olduğu ve suçlanması gerekenin patronu olduğu fikrine varsa bile, korkudan ve sindirilmişlikten, bu nefreti ve öfkeyi karşısındaki kişiye yansıtamamıştı. Hedefsiz kalan bu hisler yine Tris'in kendisine dönmüş ve farkına varmış olsa bile bu, hiçbir şey değiştirmemişti yani farketmemiş gibi bir şeydi. Odasından ayrılıp aynada kendini gördüğünde ise, gördüğü kişi yine değişmiş fakat bu yüz daha da korkunçtu çünkü patronuna çok benziyordu. Belki de kendisi öyle sanıyordu fakat olağandan fazla benzerlik bulmuştu. Aynada bir daha gerçek kendisini görememek sorun değildi fakat bu kadar tiksindiği bir insanı görmek fazla korkunç gelmişti ve bunun hakkında bir şey yapmak isteyip iş yerinden koşarak çıkmıştı. Bu, Tristeza'nın aklından geçen o günün özetiydi. Önemli noktaları belirledikten sonra bunlar hakkında düşünmeye başlayacaktı. Aynadaki farklı yüzler nereden gelmişlerdi daha önemlisi ise neden? Bu tüm olanlar için sebep neydi? Ya farklı isimlerle çağrılması? Soruları tekrar tekrar sordukça ve cevaplarını aradıkça içinden tek başına çıkamayacağını anladı, en azından öyle düşünüyordu. Aslında, asıl başa çıkacak kişi onun olması gerekmiyor muydu? O yaşamıştı hayatını ve her şeyi kendisi görmüştü, tüm değişimi kendisi deneyimlemişti ama başkalarının çözeceğine kendini inandırmıştı. Hiçbir şey görmeyen ve anlamayacak olan arkadaşları nasıl sebeplerini bulup bunlara çözüm arayabilirdiler ki? Bu mümkün müydü? Neden insanlar, asıl dostlarına sormaktan kaçınırlar, yani kendilerine? Gerçeği ortaya çıkarmaktan korktukları için belki. Diğer insanların sadece gördüklerini ve anladıklarını söyleyeceklerini yani neredeyse mantıklı,gerçekten mantıklı hiçbir şey söylemeyeceklerini biliyorlar içten içe insanlar ve bu onlara yeterli geliyor. Onlar gerçek sebepler aramıyorlar ki, sadece sebepmiş gibi görünseler yeter. Bu yüzden hiç bilmeyen ve anlamayan insanlara sorup duruyorlar bir şeyleri, asıl sorması gereken kişi kendileri olmalarına rağmen. Bu, tipik bir insan davranışıdır. Randevu saatine on dakika kaldığını görünce yapacağı başka bir şey kalmadığından buluşma yerine doğru hızlı hızlı yürümeye başladı Tristeza. Acelesi aslında yoktu fakat nedense hızlı adımlarını durduramıyordu. Yavaşlamak istedikçe daha da hızlanıyordu. Oysa eskiden hiçbir derdi yokmuş gibi, hiçbir yere yetişmesi gerekmiyormuş gibi yavaş adımlarla gidebilirdi. Fakat artık bunu beceremiyor, eskiden ayakları ve beyni üzerinde sahip olduğu kontrolü yitirmiş gibiydi. Bu da şöyle bir soruyu doğuruyor, beynim dediği şey, kendisi gibi mi düşünüyordu ki kontrolü elinde bulundurmuş olsun? Ya da ayakları kendi ayakları mıydı ki onları kontrol edebiliyor olsun? Onlar başkalarının pişmanlıkları, istekleri üzerinden hareket eden robotlaşmış şeyler değil miydi? O beyne ve o ayaklara hiçbir zaman sahip olmadı ki kontrolü elinde bulundursun. İnsanlar, başkalarının yönettiği vücutlarını ve beyinlerini kendileri yönetir sanırlar ve bunu gülünç bulmadan edemem. Belki de bunu belirtmek için hızlı hızlı yürümek ister beyin ve buna göre hareket etmek ister ayaklar. Artık uyum sağlamadığını, vücudun kabul etmediğini bu başkaları tarafından kontrol edilen robot uzuvlarını anlatmak için hızlanırlar belki de. Bazılarında bu isyan o kadar artar ki, kopacakmış gibi sallanır gece veya gündüz farketmeden,hatta uykuda bile. Erken vardı ve bir masaya oturdu, bulunduğu yere, baktığı açıya dikkat etmeden. Normalde buna önem verirdi. Genelde sokağa bakan bir açı seçerdi daha fazla görülmek için ve karanlıkta,görülmeyecek bir yerde olmamasına dikkat ederdi. Oturduktan sonra bu uzun senelerdir yaptığı şeyi bu sefer yapmadığını farketti ve nasıl bir yer seçtiğine baktı ve kafedeki görülecek en son yere oturduğunu gördü. Bunu tamamen istemsiz yapmıştı. Normal şartlarda çok şaşıracağını fakat bunun,şuan şaşırması gereken belki de en son şey olduğunu düşündü. Biraz haklıydı,biraz ise haksız. Haklıydı çünkü ortada dönen daha garip şeyler vardı. Haksızdı çünkü böyle uzun dönem vücudu işgal etmiş alışkanlıklar bir seferde bırakılacak şeyler değildir. Bu kadar yıl sürdüğünü düşünecek olursak beynin, istemeden bile olsa artık alıştığı ve istediği yere oturması gerekirdi. Alışkanlık bunu gerektirir. İnsan farkına varmamışsa bile beyin alışmıştır ve ona göre davranır. Bu kadar derinine inmek istemedi Tristeza ama sadece bir günde bu kadar alışkanlığı geride bırakmış olmasına şaşırdı. Bunu bir gelişme olarak mı yoksa gerileme olarak mı görmesi gerektiğine karar veremedi ve vermedi de, düşünmeyi bıraktı. Buluşma saatinden beş dakika kadar önce Gneas geldi. Bu kişi, Tristeza'nın bu üçlü arasından en çok sevdiği kişiydi. En çok sevdiği kişi olması güzele yakın bir karakteri olduğundan değil, çok sevildiği ve etrafta popüler olduğundandır. Özünde iyi biri olduğunu fakat bunu hiç yansıtmadığını düşünürdü Tristeza. Bunun sebebi Gneas'ın genel olarak dünya ve cinsiyet görüşüydü. Ona göre erkekler duygularını göstermez,sadece mantığıyla yaşar ve kadınlardır göstermesi gereken. Kadın, erkeğin kaburga kemiklerinden yaratıldığına göre, erkeklere kadınlardan çok daha fazla önem verilmeliydi. İnandığı din böyle söylüyordu ve o da inanan birinin yapacağı gibi,sorgulamıyordu ve devam ediyordu. Popüler olmasının diğer bir sebebi ise işinden oldukça fazla para kazanması ve bu paraları da genelde arkadaşlarıyla birlikte yemesi. Gneas ile çok az konuştuktan sonra Oddelit geldi. Bu erkek, son derece kaba ve anlayışsız birisiydi. Adeta nefretten meydana gelmiş bir insandı fakat Tris, bunu hiçbir zaman görmemişti belki de görmek istememişti. Bir işi yoktu ve arkadaşlarının sırtından geçinirdi daha çok. Gneas'ın aksine ise pek popüler değildi ya da yakışıklı. Bu da akıllara 'madem böyle biri, Tristeza bununla neden arkadaş' sorusunu getiriyor. Sorunun cevabı, Oddelit oldukça zeki ve akıllı biriydi. İnsanları ikna etme ve kendini sevdirme yetenekleri oldukça gelişmişti uzun yıllar bir işinin olmaması ve insanlara ihtiyaç duyması yüzünden. Böyle bir insan kendini sevdiremezse hayatta kalamaz. Sohbetlerde sofistike bir tavır sergiler fakat bazı konular hakkında oldukça tiksinç ve nefret dolu düşünceleri vardı, diğer insanlar ve ırkları gibi. Çoğu şeyi bildiğini diğer insanlar sık sık tekrarladığı için oldukça kendini beğenmiş ve küstahtı. Fakat böyle normal şartlarda insanları fazlasıyla iten özellikleri o tatlılık ve ustalıkla sunar, insanların ruhu bile duymazdı, Tristeza'nın duymadığı gibi. Bu üç erkek konuşurken, buluşma saatinden on-onbeş dakika sonra Ticho geldi. Bu kadın, dünyanın sosyal olaylara,haksızlıklara karşı en sessiz kalan insanı olabilirdi. Bu özelliği, Oddelit ve Gneas ile gayet iyi arkadaş olmasından ve hatta Gneas ile yatmasından anlaşılabilir. Kadınlar hakkında son derece iğrenç ve yanlış düşünceleri olmasına rağmen Gneas ile sevişmiş ve hatta onu sevmişti. Hatta ve hatta Gneas'ın çoğu fikrine katılır ve kendisi de kadınları metalaştırır, erkekler için yaratıldıklarını düşünürdü. Kadınların, erkeklerle sikilmek hariç hiçbir konuda yarışamayacakları gibi son derece mide bulandırıcı fikirlere de sahipti ayrıca. Kendisi Oddelit gibi işsizdir ve arkadaşlarının sırtından geçinir. Oddelit bunu zekası ve çekiciliği ile yaparken o, bunu güzelliği ve onun deyimiyle ''sikilmelik'' yerleriyle yapardı. Oddelit'in ırk konusundaki düşüncelerine katılır fakat dayandırdığı bir temel ya da düşünce yoktu çünkü umrunda değildir. Şu anki dörtlü grup, sürekli birlikte buluşsalar bile hep üç artı bir şeklinde olmuştur. Gneas,Oddelit ve Ticho hep iyi anlaşan,çok konuşan taraf iken Tristeza daha çok dinleyen,gülen ve katılan taraf olmuştur. Tristeza için buluşmuş olmalarına rağmen, henüz ne olduğunu, neden çağrıldıklarını ve sesinin neden telaşlı olduğunu sormamışlar, birlikte başka konular hakkında konuşmaya başlamışlardı. Konular dediğim şeyler genelde yaşadıkları hikayeler ve o hikayelerden çıkardıkları derslerdi. Bunlardan biri Oddelit'in yaşadığıydı. Birkaç ay evvel bir sağcı grupla birlikteymiş. Gruptan birkaç kişiyle birlikte ırkçılığı destekleyen afişler ve bildirgeler asıyorlarmış. Sonra karşıdan birkaç başka ırktan erkek gelmiş ve astıkları afişlerin içeriğini görünce bunlara saldırmışlar. Burayı anlatırken sanki kendileri ırkçılığa hayır afişleri asarken onlar saldırmışlar gibi anlatıyordu. Yaptıkları hiçbir şey yokmuş, bu ülkenin vatandaşı olarak afiş de mi asamayacaklarmış gibi saçma sapan düşünceler ile haklı çıkarmaya çalışırdı yaptıklarını. Güzel bir dayak yediklerini 'siz bir de onları görecektiniz' lafından anlamıştı Tristeza ve kendisi ırkçı olmamasına rağmen Oddelitlerin duruma üzülüp, ırkçılığa maruz kalan insanlara küfürler yağdırmıştı. Çünkü ona göre,ona anlatına göre Gneas ve arkadaşları herhangi yasadışı bir şey yapmamışlardı. Sonra, gruplarından birkaç kişi daha çağırıp, onlara karşı saldırı yapmak için oraya gitmişler. O erkekler orada duruyorlarmış ve karşılaşmışlar. Onların sayısında bir artış olmamışken Oddelitlerde olmuştu ve kavgaya bıçak ve silahla geldiklerini de katacak olursak kazanacakları kesinmiş. Kavga beklenenden kanlı geçmiş, erkeklerden birisi yaralanmış ağır şekilde. Bir diğeri ise ölmüş. Öldürülmüş daha doğrusu hatta Oddelit tarafından. Tam öldürdüğünü söylerken öyle bir gururlu surat takınmıştı ki Tristeza'yı iğrendirmiş ve arkadaşını ve arkadaşlığını sorgulamasına yol açmıştı. Oddelit sözlerine kendi ırkının asıl insan ırkı olduğunu ve diğer ırkların bozukluk ve deformeden ibaret olduğunu söyleyerek devam etti. Ona göre diğer ırktan insanlar laboratuar ortamında belirli iğnelerle kendi ırkının rengine,tipine ve kişiliğine dönüştürülmeli, bunu kabul etmeyen insanlar ise öldürülmeliydi. Bu korkunç ve hiçbir dayanağı olmayan saçma fikir, Tris'i oldukça telaşlandırmış ve kafasındaki soru işaretlerini sadece büyütmeye yaramıştı. Zeki olmasına rağmen hikaye anlatışı çok kötü olan Oddelit'in hikayelerinin ne zaman bittiğini anlamak neredeyse imkansızdı. Nitekim arkadaşları yine anlattığı hikayenin sona geldiğini dışarıya dalıp uzun süre hiçbir şey dememesinden anlamışlardı. Hikayelerinden genelde çıkarılacak tek bir sonuç vardı o da oldukça nefret dolu ve yanlıştı, diğer ırkların deforme olduğu. Gneas bu fikirlere oldukça katılıyor ve o erkeği öldürmekte çok iyi yaptığını ve kendisi, onun yerinde olsaymış aynısını yapacağını söyledi. Ticho ise bir süre fikrini belirtmedi, hikayenin her ayrıntısını dinlemediği çok belli idi. Gneas ve Oddelit'in bir tepki vermesi,bir şeyler söylemesi için ona baktıklarını farkedince, ağzında bir şeyler geveleyip belli belirsiz, pek anlamsız cümleler kurdu. İki erkeğin çıkardığı anlam, kendilerine katıldığı idi Ticho'nun. Bu sırada Tris, daha yeni anlatılan hikayenin korkunçluğunu düşünüyor ve ürperiyordu. Az önce bir arkadaşı birini öldürdüğünü anlatmış ve diğer arkadaşları da onu tebrik etmişlerdi. Birini öldürmesi tek başına yanlış değilmiş gibi bir de buna sebep olarak sadece başka bir ırkta doğmasını gösteriyordu ki en akıl almazı bu idi. Sadece şansa bağlı olan bir detaydan ötürü bir insan ölmüştü ve oturdukları masayı geçti, mahallede bile lafı geçmemişti. Sanki olay hiç yaşanmamış, ölen insan hiç var olmamış gibi davranıyordu herkes. Bu, onu son derece üzmüştü. Böyle bir manzarayı gördükten sonra kendisine nasıl böyle insanlara arkadaş diyebildiğini,onlarla birlikte, özellikle Oddelit ile birlikte yanyana kalabildiğini sordu. Bir de Oddelit, aralarından en çok sevdiği idi. Cevabı aslında basitti fakat Tris için cevabı bulmak biraz uzun sürdü. Tristeza toplumdan tamamen dışlanmış biri değildi, girdiği birkaç sosyal ortam vardı fakat en garantisi buydu. Yani, bir telefonla toplayabileceği ve diğerlerine nazaran daha kolaylıkla girebileceği tek ortamdı. İş yerinde pek sevilmiyor, diğer birkaç arkadaşı ile de anlaşamıyordu. Zaten bulunduğu sosyal ortamlar da bu kadardı. Bir de kardeşlerinin yardımıyla girdikleri vardı ki onlarda da diğer insalara göre yaşlı olduğu için çoğu konuda fikri sorulmuyor, konuşulmuyordu. Sonuç olarak, bu elindeki tek ortamı da kaybedemezdi sadece insanların karakterini, kişiliklerini,oldukları kişiyi beğenmediği için. Düşüncelerini, hissettiklerini, duyduğu iğrenti ve tiksintiyi içine atmalıydı. Bu içine attığı ve attığı anda boşta kalan hisler, dönüp dolaşıp yine Tristeza'nın kendisini bulacaktı. Kendisinden yine iğrenecek, nefret edecek ve biraz daha az sevecekti. Sonra dünyayı, dünyanın insanlarını ve her şeyini, hayatın kendisini daha az sevdiğini farkedecekti. Ah insanlar, ne kadar düşük,ilkel yaratıklarsınız siz. Nefretlerinizden, egolarınızdan ve öfkelerinizden bir dünya yaratır, sonra dünyada sevgi yok diye ağlarsınız... Tristeza fazla zaman kaybetmeden ve başkası araya girmeden asıl toplanma sebeplerini anlatmak istiyordu fakat başaramadı, Gneas araya girdi. Artık konuşmaya başladıktan sonra onu durdurmanın bir yolu yoktu, bir yolu vardı elbette, araya girmek gibi fakat bunun iyi karşılanmayacağını düşünerek bunu gerçekleştirmeden vazgeçti. Nazik olmak gibi bir amacı yoktu, iyi karşılanmama durumu da yoktu. Asıl bunu gerçekleştirmeme sebebi, alacağı tepki idi. Bu tepki fiziksel ya da sözel olmayacaktı, direkt ona karşı söylenmeyecekti fakat zaten arası en yakın olan ama bir o kadar da uzak olan tek arkadaş grubu ile arası iyice açılacaktı, en azından o böyle hissediyordu. Bu yüzden kesmedi ve dinlemeye başladı. Gneas, az sonra oldukça önemli bir şey anlatacakmış gibi davranıyor, öksürüyor, koltuklarını kabartıyor ve bilgili bir duruş yakalamaya çalışıyordu. Hazırlanması bittiğinde diğer üçü yalvarır bakışlarla bakıyorlardı başlaması için. Bu yalvarmaları kabul ederek başladı. Bir gün, spor salonunda işi bittikten sonra soğuk bir şeyler içmek istemiş ve bir bara girmiş. Uzakta bir kadını görmüş ve yavaş yavaş barın önünde duran sandalyelerden kayarak, fazla farkettirmeden fakat bilmesini de sağlayarak ona doğru yaklaşmış. Kadın oldukça güzelmiş ve kendi deyimi ile onu ''arzu etmiş.'' Neredeyse her kadın üzerinde kullandığı taktiği ona da kullanmış. Bu taktik, dediğine göre, çok basitmiş fakat kadınlar da oldukça basit ve tavlanması kolay oldukları için her kadın üzerinde işe yararmış. Taktik kısaca, bir kadına yaklaşıp bir şeyler ısmarlamak ve günlük konulardan konuşmaya başlamak ve kadın ne tam olarak farketmeden ne de hiç farkında olmadan ona, birtakım söz ve hareketlerle onunla sevişmek istediğini anlatmak imiş. Bu taktik asla yanılmamış ve yüzdeyüzlük bir başarı yüzdesi varmış. Kadın onun niyetini farketmemiş olacak ki içki teklifini kabul etmiş fakat Gneas'ın hal ve hareketlerinden bir anlam çıkaramamış. Burada Gneas, aslında bir anlam çıkarmış olabileceğinden fakat bununla ilgilenmediğinden bahsetmiyor çünkü bu, boş bir özgüveni olan birinin yapacağı bir şey değildir. Asıl özgüven sahibi bir insan, bu ihtimalden de bahsedebilirdi. Bunun üzerine kadına daha fazla yaklaşmış, bir şeyler istediğini iyice belli etmek istemiş. Halihazırda rahat olmayan kadın iyice rahatsız olmuş ve dirseğiyle onu hafifçe itmiş. Bunu anlatırken yine kadının rahatsız olma ihtimalini yok saymış ve bu hareketini naz olarak anlamıştı. Naz olarak anladığı için ise daha fazla ısrar etmeye ve daha fazla yaklaşmaya başlamış. Kadın ona, böyle yapmayı kesmez ise yardım çağıracağını söylemiş fakat Gneas dinlememiş, hatta daha da arttırmış. Kadın bağırarak tacize uğradığını söylemiş ve bu adamın, Gneas'ın oradan atılmasını istemiş fakat Gneas özellikle o barda ve genel olarak o çevrede fazlasıyla sevildiği için, kadın atılmış onun yerine. Ama Gneas ne yaparsa yapsın kadını aklından çıkaramamış ve aklına en baştan koyduğu şeyi yapmayı bir görev edinmiş. Kadın çıkar çıkmaz onu takip etmiş gittiği yerlere ve en son evine kadar. Evine girince ilk başta oradan ayrılmayı düşünmüş fakat sonra 'ne diye peşini bırakayım ki' diye düşünüp oturduğu daireye kadar çıkmış, kapıyı çalmış. Kadın büyük ihtimalle delikten bakıp onu görmüş olacak ki kapıyı açmamış. Birkaç kez daha çalmış fakat bakmış ki çalmakta bir yarar yok, kapıyı kırmaya çalışmaya başlamış. Bu arada, tüm apartman bu sesleri duymuş ve evlerinden çıkıp izlemeye başlamışlar. Kadının tüm çığlıklarına ve bağrışlarına rağmen kimse yardıma gitmemiş, hatta kıllarını bile kıpırdatmamışlar. Bunun sebebi olarak yine kendisinin sevilmesi olduğunu söylüyordu fakat, asıl sebep insanların böyle şeylere genel olarak kayıtsız kalması idi. Herhangi bir belaya bulaşmak istemezler, bu ''bela'' bir bireyin belki de ölümüne sebep olacak olsa bile. Zor bela kapıyı kırmış ve içeriye girebilm.iş. O an tek düşünebildiği şey o kadına sahip olabilmekmiş ve bu istek, kadına tecavüz etmeye kadar gitmiş. Bundan bir gram bile bir pişmanlık duymamış çünkü ona göre kadınlar, erkeklerin ihtiyaçlarını giderecek araçlardır sadece. Daha sonra bu kadının intihar ettiğini öğrenmiş ve tepki bile vermemiş. Tris buna tepki vermediğini gördükten sonra emin oldu tam anlamıyla çünkü emin olamıyordu,olmak istemiyordu bir insanın, başka bir insanın ölümüne hele de kendi yarattığı ölümüne tepki veremeyecek kadar kansız olmasına. Hikaye bitmişti, bir insan daha acı bir şekilde ve sebepsiz,gereksiz yere ölmüştü ama kimsede bu acıyı paylaşan bir ifade yoktu Tris hariç. Oddelit gülmüş ve kadının hakettiğini, eğer bir erkeğin istediğini vermezse başına gelen her şeyin ona müba olduğunu söylemişti. Ticho ise uzun süre kahkaha atmış, sonrasında ise kadının hakettiği konusunda Oddelit'e katılmış ve hatta tüm böyle nazlanan kadınların sonunun tecavüz olması gerektiğini eklemişti. Tristeza bu söylenenler karşısında adeta dilsiz kalmış ve tek kelime edememişti. Ne diyeceğini bilemiyor, sadece susabiliyordu. İlk başta nasıl böyle insanlarla arkadaş olduğunu sorgulayacak oldu fakat istemedi,yapamadı. Sorgulayınca onlarla arkadaş olmamak için yeterli sebebi bulacağını ve hatta daha fazlasını bulacağını biliyordu çünkü. Onları sokakta görmemek için oturduğu yeri değiştirmesini gerektirecek kadar sebep hatta. Asıl sebep buyken, o, gerçeklerle yüzleşmeye olan korkusundan, böyle davranmalarının onların karakteri olduğu ve bunun sorgulanmasının yanlış olduğu gibi saçma bir sebep sunmuş ve bunu mantıklı bulmuştu. Hala onlardan umudu kesmemişti, beynine bıraksa kararı aynı havayı bile solumayacağı, solumaktan tiksineceği insanlarla arkadaştı. Bunun asıl sebebi insan doğasının,geçmişten kalma bir içgüdü ile, yalnız kalamama, yalnız kalmaktan korkmasıdır. Gruplarda kalmak ve bulunmak atalarımızın hayatta kalmak için tek şansları olduğu için genelde, bu gruplara katılmak için her şeyi yaparlardı. Fakat, durum artık daha farklı ve insanların yüzyıllardır herhangi bir grupta kalması gerekmiyor yaşamak için, tam tersi olduğu zaman yaşayamıyor asıl. Eskiden tek önemli şey fiziksel olarak hayatta kalmak ve fiziksel sağlık iken artık her şeyin zihinsel olduğu bir dönemdeyiz. Bu yalnız kalmak istememenin sebebi fiziksel değil, zihinsel olmuştur ve insanlar başkalarıyla konuşmaya,birlikte olmaya, fikir alışverişi yapmaya ihtiyaç duymuşlardır. Bu atalarımızdan gelen özellik genlerimize işlemiş fakat zaman geçtikçe kaybolmak yerine sadece şekil değiştirmiştir. İnsanın kendisi olmasının bu kadar önemli olduğu bir devirde, insan ilişkileri baltalamaz mı bu amacı? Tristeza, sanki daha önce anlatılan hikayelerden hiçbirini duymamış da masaya yeni oturmuş, hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi onlara gülümsemeye, onlar ile şakalaşmaya devam etmişti. İnsan doğası o kadar bayağı, adi ve rezildir ki katiller, tecavüzcüler ile ve daha da kötüsü, bunlara ses çıkarmayanlar ile birlikte arkadaş kalabilir, aynı yerde bulunmaya tahammül edebilir. Artık konuşma sırasının kendisine geleceğini düşünerek oturuşunu düzeltti ve öksürdü fakat Ticho daha erkenci davranmış ve sırasını almıştı. Hikaye anlatmada pek başarılı olmayan Ticho, direkt ve banel bir giriş yapmıştı hikayesine. Fazla uzatmamayı ve anlatacağını anlatıp susmayı istiyordu, hızlı konuşmasından belliydi. Çok sade ve bilinen kelimeler kullanması ise oldukça cahil olduğunu ve okumadığını anlatıyordu. Bir gün parkta yürürken bir erkek görmüş ve onu oldukça beğenmiş,arzulamış. Ara bilgi olarak da o zaman uzun bir süredir sevişmediğini belirtirken yüzünde çok farklı, Tris'in anlam çıkaramadığı bir gülüş belirmişti. Erkeğin yanına gitmiş ve ne bir selam vermeden ne de başka bir şey demeden direkt amacını belirtmiş ve onunla sevişmek istediğini söylemiş. Erkek bunu pek olağan dışı bulmuş olacak ki bir süreliğine susmuş ve bir şey dememiş. Sonrasında ise teşekkür etmiş ve istemediğini söylemiş. Ticho böyle bir cevap hiç beklemiyormuş ve güzel olmadığı için istenmediğini düşünerek fazlasıyla sinirlenmiş fakat erkeği korkutmamak için bir sorun yokmuş gibi davranmaya devam etmiş. O zaman onunla oturup biraz sohbet edip edemeyeceğini sormuş ve edebileceği cevabını almış. Asıl amacı gerçekten sohbet edip onunla tanışmak değil de erkeğin hayır cevabı vermesinin nedenlerini öğrenmek imiş. Biraz konuştuktan sonra daha samimi olmaya ve kendilerini açmaya başlamışlar. Daha özel ve kolay kolay kimseye anlatmayacakları şeyleri anlatmaya başlamışlar. Ticho,dediğine göre, kafasından hikayeler uyduruyor ve aslında yaşamadığı şeyleri,hissetmediği şeyleri sadece güvenini kazanıp aradığı şeyin cevabını almak için anlatıyordu. Erkek ise bu durumun böyle olduğunu anlamamış, Ticho'nun gerçekten samimi davrandığını ve iyi arkadaş olduklarını sanmış. Birkaç gün, parça parça süren konuşmalardan sonra erkek, artık daha büyük sırlarını anlatmaya başlamış çünkü Ticho'nun güvenilebilir olduğunu sanmış. Erkeğin saflığına olsa gerek burada büyük bir kahkaha patlattı ve bir dakikaya yakın sadece güldü. Dışarıdan görenlere ve derinlerine bakmayanlara göre bu gülüş, eğlenme göstergesi olabilir fakat aslında bu gülüşün altında fazlasıyla derin şeyler yatıyordu. Acı gibi,yalnızlık gibi,sevgisizlik gibi... Bir gün Ticho, gerçekten erkeğin ona tamamen güvendiğinden emin olduktan sonra, neden onunla sevişmeyi kabul etmediğini sormuş. Erkek, biraz düşündükten sonra anlatmaya karar vermiş ve ona,daha henüz kimseye anlatmadığı bir sırrı vermiş aralarında kalması şartıyla. Ticho yalandan kabul etmiş ve dinlediğini söylemiş. Erkek cüzdanından bir fotoğraf çıkarmış ve ona göstermiş. Bu fotoğrafta iki erkek kolkola girmiş ve bu erkeklerden biri de şuan konuştuğu kişi imiş. Başta bir şey anlamayan Ticho, onunla sevişmek istememesi ve fotoğraf arasında bağlantı kurunca erkeğin eşcinsel olduğunu anlamış. Oldukça homofobik bir çevrede olduğu için erkek kimseye anlatacak cesareti bulamamış ve hayatı boyunca gizli saklı kalmış. Ailesi onu sadece böyle doğduğu için ve kadınlar yerine erkeklerden hoşlandığı için kovmuş,bir daha yüzünü dahi görmek istemediklerini söylemiş. Üzülmüş numarası yapan ve bunda oldukça başarılı olan Ticho, o arada aklından şeytani planlar geçiriyormuş dediğine göre. Yanında daha fazla kalmak istemediğinden onu yalnız bırakmasının onun için en iyisi olacağını söyleyip oradan ayrılmış. Asıl sebebi ise aklına bir plan gelmesi ve onu uygulamak için sabırsızlıkla bekleyemeyesiymiş. Önce oranın sağcı gruplarına ve sonra ibadethanesine gitmiş ve erkeği ifşa etmiş. Adını,nerede yaşadığını,sapık düşüncelere sahip olduğunu yani eşcinsel olduğunu,bir erkek sevgilisi olduğunu anlatmış. Sağcı gruptaki birkaç kişi ve ibadethaneden birkaç dindar toplanmış,erkeğin evine gidip basmışlar ve öldüresiye dövmüşler. 'Öldüresiye dövmüşler' sözünü söyledikten sonra, Tris, Tucho'nun ağzının suyunun aktığını gördüğüne yemin edebilirdi. Erkek çook sonra hastaneye kaldırılmış-çünkü kimse uzun süre ambulansı aramamış- ve kurtarılamamıştı. Polis sorgulamaya bile gerek duymadan olayı kapatmış ve ölüm sebebine ise 'sapık düşüncelerden utanarak intihar etme' demiş. Gneas ve Oddelit böyle bir şey yaptığı ve dünyadan bir 'pisliğin' silinmesine yardım ettiği için tebrik ettiler Ticho'yu. Tristeza ise bir saat bile olmadan üç tane haksız yere,sebepsiz yere ölen insan tanımış ve arkadaşlarının onlara yaptıklarını aklı bir türlü almamıştı. O, bu kadar sarsılmışken ve ağlamaklı olmuşken-içinden çoktan ağlamaya başlamıştı- onlar ölüm gibi bir şeyi nasıl bu kadar önemsiz ve hiçbir şeymiş gibi algılayabiliyorlar, şaşıyordu. Bir ağacın dalından yaprak düşmüş gibi tepki nasıl verebiliyorlardı, ortada ölen insanlar vardı sebebi ne olsa bile. Haklı bir sebeple öldürülmüş olsalar bile -ki asla öldürülmenin haklısı bir sebebi yoktur- nasıl, neden bu kadar tepkisizlik? Diğer üçü gülüşmeler ve şakalaşmalarla eğlenirken Tris, derin düşüncelere dalmış ve ölen insanların acılarını sonuna kadar hissetmişti. Zaten soğumuş olan çayını iyice soğutmamak için içmek istedi iyi gelebileceğini de düşünerek. Elini uzattı,bardağı aldı ve tam ağzına götürürken bardağın camından yansıyan görüntüde bir yüz gördü. Ne evde gördüğü ne de işyerinde gördüğü yüze benziyordu. Çok daha farklıydı fakat bir çay bardağı camından yansıyan görüntüden tabii ki emin olamazdı. Merakını çektiği kesindi ve eğer yine değişti ise görmek istiyordu. Tuvalete gitmek için izin istedi ve masadan kalktı. Aynada kendini,daha doğrusu başka birini gördüğünde, çay bardağının camının yanılmadığını anladı. Aynada ilk gördüğü kişi dış görünüş olarak pek çirkin değilken, sadece birkaç çürüğü çarığı var iken ikinci ve üçüncü suratlar epey çirkinlerdi. Bu, burnun düzgün olmaması ya da şaşı olmak gibi toplumun belirlediği saçma çirkinlik olguları değil, daha çok kişiliği çirkin birinin yüzüne yansıyan, onlar gibi içi çürümüş insanlar tarafından farkedilmeyen, fakat onlar gibi olmayanların sadece farkedebileceği bir çirkinlikti. Bakışlardaki çirkinlikti daha çok. Zaten bu çirkin tanımlamasına uyan insanlar, kendileri gibi olanların farkına varamaz, çünkü kendileri öyledir. İnsanlar ne kadar çirkin olurlarsa olsunlar kendilerine benzeyen insanları güzel görürler. İçi çürümemiş insanlarda böyle bir sorun yoktur zaten. Fakat böyleleri genelde çirkin insanlara çirkin görünürler çünkü farklılardır,daha mutlulardır. Mutlu olmayan bir insan, mutluluğa daha yakın olan diğer insanları korkutucu bir düşman gibi görür. Gneas,Oddelit ve Tichoda da bu çirkinlikten vardı, hatta Tristeza bunu ilk buluştuklarında biraz farkedebiliyordu fakat konuşmaları devam ettikçe, daha farklı,daha güzel ve kendisine daha benzer gelmeye başladılar. Onlarda değişen bir şey yoktu aslında, Tris idi değişen konuşma geliştikçe ve ilerledikçe,mesafe olarak, yoksa içerik olarak en iğrenç, en nefret uyandırıcı konuşmalardan biriydi ve gelişmek ve ilerlemek ile yakından uzaktan bir ilgisi,alakası yoktu. Alışması gereken bir çirkin yüz,patronunun yüzüne benzer bir yüz yokmuş gibi şimdi daha da çirkinine, daha da kötüsüne alışmak zorundaydı. Neden alışmak zorunda hissediyordu pekii? İnsanlar bir şeyler yaşadığı, bir şeyler değiştiği zaman hayatında, neden direkt buna alışmaya çalışır? İyi bir değişim olsa hayatımızda zaten alışmamıza gerek kalır mı? Bu olayın üçüncü kez yaşanması, aynada kendi olarak gördüğü insanın üç kez değişmesi, bunu kesinlikle araştırılması ve çözülmesi gereken bir olay yapıyordu. Bunu düşününce, buraya arkadaşlarını toplamasının asıl sebebi aklına geldi ve sesi telaşlı olmasına rağmen,acil olduğunu söylemesine rağmen arkadaşları ona sormamışlardı bile ne olup bittiğini. Kendi sorunlarına ve hikayelerine dalmış,tecavüz edilen,katledilen insanlara gülmüşler ve şakalaşmışlardı. Tris ise bu iğrençliğin arasından kendini kurtarmak istememiş, tam tersi içten içe çok üzülmesine rağmen insanların duruma, onlara gülmüş ve o üç ruhsuz insandan biriymiş gibi davranmıştı. Ama aslında değildi, kendisi bunu biliyordu. Bu fazlasıyla yanlış değil miydi? Tris bu kadarını düşünmüş müdür bilinmez fakat yanlış bir şeyler yaptığını,döndüğünü düşünmüş olacak ki masaya, arkadaşlarının yanına döndüğünde acil bir işi çıktığını ve gitmesi gerektiğini söylemişti. Bu sorunu çözebilecek biri var ise bunun kendisi olduğunu anlamıştı. Bunu kendisinin yaşadığı ve en iyi o bileceği için,kendisinin en iyi arkadaşı olduğu için değil, konuşacak kimsesi kalmadığı için anlamıştı bunu. Ne yapacağını düşünürken saate baktı ve çok geç olmadığını farketti. Eve gidesi yoktu ve biraz temiz hava almak için ve kendini dinlemek için hem havası güzel hem de sakin bir yerlere gitmesi gerektiğini düşündü ve sahile doğru yol aldı. Aklında yaşadığı şeyler ile ilgili bir sürü sebep,sonuç dönüyordu fakat bunların hepsi yanlıştı. Aynada birbirinden farklı kişiler görmesini yaşadığı olaylara bağlıyordu fakat şöyle bağlıyordu. İkinci ve üçüncü olayda son derece rahatsız edici ve üzücü hikayeler duyduğu için beyninin ona bir oyun oynadığını düşünüyor, ilk olayda ise yeni uyanmış olmasının yol açtığını düşünüyordu. İkinci düşündüğü şey ise, ikinci ve üçüncü olayda yapılan suçları kendisine yüklemiş ve sahiplenmişti, bu yüzden kendisini iki çirkin insan olarak görmüştü. İlk olay ise her türlü beyninin oynadığı bir oyundu, onda bir şüphe yoktu. Yeni uyanmıştı ve zor bir gece geçirmişti, kendisine fazlasıyla kızmış ve aynada bile kendisini görmek istememişti, sebebi bu olmalıydı kesinlikle. Kendisine fazlasıyla kızdığını anımsadıktan sonra, içinde yine kendisine karşı boyutu ölçülemez bir nefret beslediğini farketmişti. Bu nefret çok zamandır içindeyken bunu yeni görmeye başlıyordu. Kaynağını ve sebeplerini arayacak oldu fakat kendisini hemen durdurdu. Asıl araması gereken şey neden kendisinden nefret ettiği ve tahammül edemediği değil, aynadaki farklı kişilerin neden belirdiği idi. Birkaç şey düşünmüş fakat belki daha büyük bir şey aradığından belki de yetmediğinden bu sebepleri mantıksız buluyor, aramaya devam etmek istiyordu. En azından sahile varana kadar herhangi bir şey düşünmemeye karar verdi ve yürümeye devam etti,hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde. Fakat Tristeza bir şeylerin sebebini bulamazdı ki gerçekten. Hayatı boyunca bulduğu her sebep, gerçeğini bulup uğraşmak zorunda kalmamak için uydurulan gerçeğe çok yakın çakmalarıydı. Gerçekten bulabilmesi için öncelikle insan yanını, onu o iğrenç karaktere ve kılığa bürüyen şeyi bırakmalı,terketmeliydi. Asıl soru ise bunu yapıp yapamayacağı idi. Artık bunu bırakmamak için pek seçim şansı var mıydı bu bile belli değil. Aynada sürekli olarak başka birisini görmek istiyorsa pek sorun yoktu fakat istemiyorsa, kesinlikle terkedebilmeliydi. Bunu tamamiyle olmasa bile anlamış, kendini buna hazırlamıştı ya da öyle sanıyordu sadece. İnsan kelimesi, içinde eskiden mükemmellikler barındıran fakat tüketilmiş bir gezegen gibi,dünya gibi. Asıl anlamına geldiği şey müthiş, umut dolu iken, kirletilmiştir. Dünya'dan bir farkı vardır o da dünya kurtarılabilecekken, bu isim,bu tanım kurtarılamazdır. Bunu yapmaya güç yetmez, güç ile de alakası yoktur. İçinde su ve ağaçların olmadığı bir dünyada yaşamaya devam etmeliyiz diye diretmek ne kadar saçma olacaksa, bu isimi kullanmaya devam etmeli demek de en az onun kadar ve hatta daha fazla anlamsız olacaktır. Bu isimin kirlenmeye başladığı yer insanların, sadece kendilerinin yaptıkları ve yapacakları hareketleri başka canlılarınkilermiş gibi göstermeleridir. Artık insan kelimesi terkedilmesi gereken bir dünya,bir gemidir, edilmez ise son kaçınılmazdır. En azından kendi adıma, insan kelimesini duyunca aklıma hiç iyi bir şey gelmiyor tam tersi tecavüzler,çocuk tecavüzleri,katliamlar,yıkımlar geliyor ve bu yüzden insan kelimesini duymaya tahammül edemiyor ve hele bu kelimeyi iyi bir anlamda kullanmaya çalışanları görünce kusasım geliyor. ''İnsancıl'' denen bir kelime vardır mesela, hayvanların ve insanların katliamında kullanılan, insancıl yol ile öldürme. Aslında çok yakışır ve çok şey anlatır bu yanyana yine insanlar tarafından getirilen iki kelime. İnsancıl öldürme, yaptıkları bu değil miydi zaten yüzyıllardır? Ah insanlar, artık tiksinti hariç hiçbir duygu uyandırmıyorlar bende ve gerçekten tarihe,olaylara ve insanlara bakıp,bunları gerçekten anlayan biri onda uyandırmadığını söylüyorsa ya bunu saklıyor ya da gerçekten anlamamış demektir. Tristeza yol üzerinde sigara almış ve sahilin hemen karşısındaki çimlere oturmuştu. Kendisini iyice ayarlamış,oturacağı pozisyona kadar düşünmüştü rahat etmek için ve başlamaya hazır gibi görünüyordu. Fakat, birinin düşünmesi için bu kadar ayrıntıya,çabaya hazırlığa gerek var mıydı? Gerek var mıdan çok, biri düşünmek için bu kadar şey yapmalı mı, yaparsa başarılı olabilir mi? Biri istediği zaman düşünebilmeli, değil mi? Beyninin bunun için herhangi bir şeye ihtiyacı yoktur kişiden gelecek istekten başka, peki insanın neden vardır ya da neden var gibi hisseder? Düşünebilmesi için madde alması gerektiğini söyleyen insanların durumundan pek farkı yoktur aslında bunun. Bir şeyler, farklı bir şeyler, olağan olmayan bir şeyler gereklidir diye sanarız, çünkü düşünmek bizim için olağan dışı bir şeydir. Bu kadar nadir yaptığımız bir eylem olduğu için bunun, herhangi bir zamanda,ortamda ya da durumda yapılamayacağına inanır, düşünmenin önüne kırmızı halı serir ve bekleriz, tek yapmamız gereken şey istemekken aslında. Farklı düşünmesi ile diğer hayvanlardan ayrılan insan, düşünmeyi hem unutmuş hem de bunu büyük bir törene çevirmiştir. İşte bu yüzden insan kelimesinin içi boşalmış, anlamı kalmamış ve bırakılması gerekmiştir. Evet, insanlığı ''ileri'' götürmek için düşünen ve başarılı da olan birçok kişi vardır fakat birey kendisi hakkında, kendi sorunları hakkında düşünemiyorsa, ne önemi vardır ki? İnsanlığın bir kurtuluşu olacaksa ki umarım olmaz, bu, bencillikten geçecektir hiç şüphesiz. Sizin bencillikten anladığınız umursamamak iken benim ondan anladığım, umursamaya atılan ilk adım olduğudur. Bu düşünmeye başlama merasimi bittikten sonra sırada düşünmek vardı fakat nasıl başlaması gerektiğini tam olarak bilmiyordu,yabancı olduğu bir şeydi. Ne kadar zor olabilir dedi kendi kendine aslında onun gibi bir insan için ne kadar zor olabileceğinin farkında olmayarak. Sonra olayları tek tek her ayrıntısına kadar girerek, en ince ayrıntıyı göz önüne alarak bir sonuca varabileceğini düşündü ve iş yerinde yaşadığı olaydan başladı. Evdeki ile ilgili düşünmeye tenezzül bile etmedi çünkü ona göre sebebi belliydi. Patronu o mide bulandırıcı hikayeleri anlattıktan sonra ona benzemesinin sebebini belki de sebeplerini düşünmeye başladı. Bir yerlerde insanların sevdikleri,yanında uzun süre bulundukları ya da özendikleri insanlara benzediğini okumuştu fakat patronu bu üçü asla değildi. Ondan son derece nefret ediyor, oldukça midesini bulandırıyordu,düşünmek bile. Daha öncesinde ona karşı herhangi bir nefret bulundurmasa bile ona benzemesinin,kendini ona benzer bir halde görmesini yine açıklamazdı. Daha öncesinde ona özenmiyordu bile. Bu sebebi de eledikten sonra olanların sadece o içerideyken,onunla konuşuyorken daha doğrusu dinliyorken olabileceğini anladı ve o an oda içinde olanları hatırlamaya çalıştı en küçük ayrıntısına kadar. Hatırlamaya başladıkça anlamaya ve çözmeye başladığını hissediyordu. Patronu hikayesini anlatırken içinde ona karşı her türlü kötü duyguyu beslemişti fakat bu duygular boşta kalsa bile bir anlık, ona göre doğru olanı yapıp kendisine yansıtmıştı. Sonuçta, duyguları boşta bırakma ile birisine yansıtma arasında kendine doğru ve mantıklı gelen bir seçim yapmıştı ve bunda,ona göre,hiçbir sorun yoktu. Asıl yapılması gereken oydu ve o yapmıştı, hem neden kendisinden nefret ettiğini düşünmenin sırası değildi şu an. Bulması gereken şey aynada değişen yüzlerin ve neden kendisini değil de başkalarını gördüğü idi. Fakat, Tris'in çoğu şeyde olduğu gibi bunda da yanıldığı bir nokta vardı ki o da kendisinden neden nefret ettiğini bulması pek ala önemli ve gerekliydi. Hatta o kadar gerekliydi ki bunu bulduğu zaman kalan her şeyi rahatlıkla çözebilecekti. Tristeza insana yakışır bir şekilde bunu seçmedi ve aramaya devam etti. Kafamdaki insan tabirine tamamiyle uyan biri idi Tris, her şeyiyle. Aptallığı, kendisini umursamaması ve bu yüzden diğerlerini umursadığını sanması, gözünün önündeki sebepleri görememesi. Kusursuz bir insandı. Birey,bunları farkedip insanın,insanlığın, içinde insan barındıran herhangi bir şeyin ötesine gidebilmeli bunları aşabilmek için. Bu arada Tris, birkaç ipe sapa sığmayacak neden düşünüyor,neredeyse mantıklı buluyor fakat 'tamam,bu kesinlikle sebebi olmalı' diyemiyor çünkü fazla olmasa da yani pek beceremese de gerçekten düşünüyordu. Beyin, gerçek sebepleri biliyor ve bu sefer, iş ciddileşince izin vermiyordu sahte sebeplerin gerçek sanılmasına. Ne kadar çok isterdi Tristeza herhangi bir mantıklı sebep bulup,ona sarılıp hayatına geri dönmeyi. Hayatına kelimesi yanlış aslında, ortada bir hayat var onda bir şüphe yok, fakat bu hayat onun mu yoksa başkalarının mı, işte bu tartışılır. O, hala dün ve ondan önceki sakin hayatını düşünüyor, onu istiyor ve bugün yaşadıklarına küfürler ediyordu, önüne çıkan,onu insanlıktan kurtaracak fırsatı görmeyip. İnsanlar işte, düşünmemenin onları getirdiği durumdan yine düşünmeyerek çıkmaya çalışırlar ve sonra yaşadıkları şeylerin ne kadar içinden çıkılmaz olduklarından yakınırlar. Mümkün olabilecek tüm mantıklı veya mantıksız sebepleri düşündükten sonra aklında bir süredir yer eden fakat doğru olmamasını umduğu tek bir sebep kalmıştı. Bu ve buna benzeyen sebepleri insanlar bulmak istemezler,bulsalar bile bulmamış gibi davranmak isterler çünkü, bunlar güçlü sebeplerdir ve bir kişinin hayatını büyük ölçüde değiştirebilir. Değişim dendiğinde, özellikle büyük ölçüde olunca bu, önyargı ardından gelir genelde. Fakat bir devrim de değişimdir,hem de büyük ölçüde fakat bir devrim, neredeyse her zaman insanların hayatlarını daha iyi duruma getirir. Mükemmel hale getirmez,getiremez çünkü insandır asıl karakteri, fakat daha iyi duruma getirdiği kesindir. Bu durumda nasıl devrimlere ön yargı ile yaklaşılmamalıysa-spesifik bir devrim değil, devrimin kelime anlamı daha çok- bazı değişimlere de yaklaşılmamalı. Aynı Tristeza'nın durumunda olduğu gibi çünkü bu değişim, ona bugün bütün olanların nedenini söyleyecek ve durumu düzeltecekti. Ne kadar istemese de bu nedenin gerçekten mantıklı olduğu ve asıl sebep olabileceğini gerçeğini inkar edemiyordu. Bir süre daha çabaladı daha farklı bir şey bulmak için ama başarısız olunca kabullenmek zorunda kaldı. Bulduğu sebep ise şuydu; bugün üç farklı ortamda, ona yakın insana karşı sinirlenmiş,öfkelenmiş,nefret beslemişti ve onlara söyleyeceği cümleler kurmuştu kafasında. Sonra,dışlanmaktan,işsiz kalmaktan,yanlış anlaşılmaktan korktuğu için duyguları kendine çevirmiş, sözleri ise bir kenarı atmıştı. Hatta ve hatta, bunları belli edip söylemeyi bırakıp, tam tersi onlara karşı gülmüş,saygı duyar bir ifade takınmış, dediklerini ve kendilerini seviyor gibi davranmıştı. Beyni ve kalbi tamamen farklı bir şey istiyorken o, bu isteğe tam anlamıyla zıt bir şey yapmıştı. Asıl olduğu kişiden farklı biri olmuş,beynini ve kalbini yani onu kendisi yapan her şeyi dinlememiş ve insanlar nasıl isterse ve nasıl hoş görüp onu yanlarında tutacaksa öyle davranmıştı. Bu, neden önce patronu gibi ve sonra arkadaşları gibi göründüğünü açıklıyordu. Patronuna karşı,yaptıklarına karşı diyeceği ve demesi gereken onca şey varken susmuş olması ve hatta hikayesine,hikayesindeki acı çekmiş olan aileye gülmesi onu suçu işleyen kişiden farksız kılmıştı. O artık işleyen kadar suçlu, işleyen kadar yanlış ve iğrençti. Arkadaşlarının yanındayken ise onların haddi hesabı olmayan üzüntüler ve kederler çektirdikleri kişilere gülmüş, arkadaşlarının mide bulandırıcı fikirlerine katılmış ve içinde birçok şey biriktirmesine rağmen bunlara,bu haksızlıklara ve yanlışlara karşı hiçbir şey dememişti. O da ırkçı,cinsiyetçi,homofobik olmuş, o insanları öldürmüştü. Bu yüzden kendisini bambaşka ve daha çirkin biri olarak görmüştü. Arkadaşları gibi, içinin çürümüşlüğü dışına yansımıştı. Bu ikisini çözse de evde yaşadığını çözememişti çünkü evde yaşadığı olayda kendisini aynada ailesi ile konuşmadan ve onlara sinirlenmeden önce farklı biri olarak görmüştü. Demek ki sadece o güne bağlı bir şey değildi. Bu sebebi düşünce çok mantıklı geldi ve bunu, normal hızı dikkate alınırsa epey çabuk buldu. Böyle olmasının nedeni ise,ona göre, ailesi ile bu sinirlenme ve bir şey diyememe durumunu yaşaması sadece o güne özel bir şey değil, senelerdir yaşanan bir durumdu. Babası tarafından yetersiz bulunması ve umursanmaması, annesi tarafından sevilmemesi ve bunun belli edilmesi, kardeşlerinin böyle insanlar olması yeni bir şey değil, çok zamandır olan bir şeydi. İlgiçtir ki annesinin onu sevmediğini göstermemesinin, onu sevmediği gerçeğinden daha önemli ve gurur kıran bir şey olması ona fazlasıyla dokunmuş ve onu fazlasıyla üzmüştü çünkü bu genel olarak insanların yaşadığı bir durumdur. Bir kişinin-anne olsa bile- sevmemesi bir yere kadar önemli değildir,bu görmezden gelinerek yaşanabilir fakat bunu göstermesi asıl sorundur. Bugün yaşananların sebeplerini bulduktan sonra geriye bunlarla ilgili ne yapacağı kalıyordu. Bu gerçeği bile bile yaşamaya devam mı edecekti yoksa bu insanların karşısına çıkacak,sonucu onun için kötü olacak olsa bile onlara gerçekten hissettiği ve düşündüğü şeyleri mi söyleyecekti? Bu Tris'in ve bu yüzden de insanların açık ara karşılaşmak isteyeceği en son sorudur. Gerçek sebebi ilk bulduğunda aklında kesinlikle bununla ilgili bir şey yapmak vardı fakat şüpheleri,korkusu artıyor ve yapamayacağını düşünüyordu. Bir şey doğru ise,zor olsa bile, bunu yapmak gerekmez mi ve bunu yapmak asıl doğru şey olmaz mı? Bu soruyu herhangi bir insana sorsak bile cevap evettir fakat neden bu durum neredeyse hiçbir zaman böyle olmaz? Cevabı sorunun içinde gizli aslında,zordur. Tris saate baktı ve epey geç olduğunu farketti ve yolda düşünmeye devam etmeye, en kötü ihtimalle en geç sabaha kadar bir cevap bulmaya ve ona göre hareket etmeye karar verdi. Hava çok güzel olduğu ve daha rahat düşünebileceği için yürümeye karar verdi. Eve vardığında ise aslında uzun mesafe olan yol çok kısa gelmişti, hızlı yürüdüğü için mi yoksa sürekli düşündüğü için mi bilmiyordu. Hemen uyumak istedi fakat yatağa girince bile uyuyamadı. Normalde yatağa girer girmez, ne olursa olsun uyuyabilirken, şu an uyuyamıyordu. Beyni onun önemli bir karar aşamasında olduğunu biliyor ve düşünmesini istiyordu. Fakat Tris ise bunu sevmiyordu. Eğer insanlara karşı çıkmaya başlar,istediği söyler ve insanın ötesine gitmeye başlar ise bunun her gün olacağından korkmaya başlamadan edemedi. Aklından sürekli olarak yapacağı iki seçimin artıları ve eksileri geçiyordu. Artı olarak, yıllardır böyle davrandığı ve davranmaya neden devam edemeyeceğini, sosyal çevre olarak zaten az olduğunu ve bunları da kaybedemeyeceğini düşünürken eksi olarak da artık bir şeylerin farkına vardığını ve görmezden gelerek devam edemeyeceğini, belki de konuşmanın hem rahatlatacağını hem de iyi hissettireceğini düşünüyordu. Birisi diğerinden tam üstün derken, bir şey aklına geliyor ve yine eşitleniyorlardı. Aralarında seçim yapmak neredeyse imkansız geliyordu. Bu savaş bir o tarafa, bir öbür tarafa gidip gelirken insanlarla konuştuğu fakat içindekileri gerçekten anlatamadığı zamanki durumu aklına geldi ve aslında,gerçekten düşününce, o an ne kadar acı çektiğini farketti. Konuşmak istiyor,beyninden atmak istiyor,duysunlar istiyor fakat yapamıyordu. Bunu,sonucu ne olursa olsun bir daha yapmak istemedi ve konuşmaya karar verdi. Beyni ona inanmamış olacak ki bir süre daha uyumasına izin vermedi, ancak gerçekten karar verince uyuyabildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1234
SpiritualYıllarca başkaları için değişmek,taviz vermek ve bambaşka biriymiş gibi davranmak zorunda kalmanın sonunda kim kendini tanıyabilir, daha doğrusu tanımak ister? İnsan,her zamanki gibi, iğrençliğinden uzaklaşmak için her şeyi yapacaktır.