Gördüğüm gözlerin etkisi ile sarsıldım. Ne yapacağımı tam olarak bilemezken hızlıca doğruldum ve fotoğrafı elime aldım. Gitarı ile yalnızca duruyordu fotoğrafta.. Poz verme çabasına dahi girmeden neden bu kadar güzeldi?
Hızlıca etrafıma baktım. Burayı hatırlamıyordum ama kendi odamdan daha çok 'ben' gibi hissediyordum. Ayaklarım beynime itaat etmeden hızlıca etrafı dolanmaya başladı. Gördüğüm her resme bakıyor, baktıkça içimdeki özlem kabarıyordu.
Burada olabileceğini, beni buraya onun getirebileceğini düşünüp hızlıca odadan çıktım. Salona ilerlediğimde buraya gerçekten de zerre yabancılık duygusu hissetmediğimi anladım. Burası bendim, burası oydu ve daha da önemlisi burası bizdik.
Salondaki çerçevelere göz atarken bizim olduğumuz bir fotoğraf gördüm. İçimden büyük bir şey koptuğunu hissettim. Fotoğrafı elime aldığımda güler yüzler ile kameraya bakan bize baktım. Ne kadar mutlu gözüküyorduk, ne kadar da huzurlu.. Kollarını bana sarmış ve resmen beni kendinden bir parça haline getirmişti fotoğrafta. O anın, ona bu kadar yakın olmanın hatta belki de kokusunu seve seve içime çekebilmemin rahatlığı ile sırıtmış olmalıydım.
Peki şimdi neden sarmıyordu kolları bedenimi? Bu yüzden mi hava sıcak olsa bile üşüyordum ben? Bu yüzden mi vücudum kabul etmiyordu başka dokunuşları?
Neredeydi sahi? İlk başta platonik olduğumu düşünmüş ve nerede olduğunu pek kurcalamamıştım. Ben onu karşılıksız seviyorsam yanımda olma zorunluluğu yoktu ama şimdi neredeydi? Sevgili olduğumuzu biliyordum artık.. Hatta yalnızca sevgili değil, iki bedendeki tek ruh olmalıydık biz. Onun adımını attığını düşündüğüm her yerde bu kadar huzura boğulmam, onu düşündüğümde bile içimde hissettiğim duygular ele veriyordu kendini.
Belki o da öldüğümü düşünmüştür dedi iç sesim. Ece de öyle düşünmemiş miydi? Öldüğümü sanıp gitti uzaklara ve şimdi yaşadığımı duyunca geri geldi.. Onun evinde, onun yatağında olmamın ne gibi sebebi olabilirdi ki başka?
Düşüncelerimden sıyrılmaya çalıştım ve diğer odaları da hızlıca gezdim. Her odada kendine has bir imzasını bırakmış, her oda onun değerlerini taşıyordu.
Son odaya da baktığımda evde olmadığı gerçeğini sindirmeye çalışmıştım. Kabullenemese de zihnim, gerçek olandı bu. Buraya nasıl geldiğim muamma olsa da, Leon fiziksel olarak burada yoktu.
Tüm pes etmişliğim ile tekrar salona giderken kapının açıldığını duydum ve kalbim bedenimden firar edecekmiş gibi çarpmaya başladı. Evine geri dönmüştü, bana geri dönmüştü.
Hızlıca kapıya koştuğumda karşımda elinde kahveler ile duran Ece'yi görmem ile yüzüm asıldı. Hızlı hareketlerim duruldu ve yalnızca hayal kırıklığı ile ona bakmaya başladım.
"Leon nerede?"
Ağzımdan yalnızca bu çıkabilmişti. O neredeydi? Yanımda olmasına ve tüm hatıralarımızı bana anlatmasına ihtiyacım vardı. Hatırladığım o gülüşüne, kısılan gözlerine ve saçlarına ihtiyacım vardı. İlk gün öpemediğim o gamzeleri öpmeye ihtiyacım vardı. Ama o yoktu. Burada değildi.
"Ne oluyor?" dedi Ece elindeki kahveleri hızlıca yakınında duran sehpaya bırakarak.
Endişeli olduğunu biliyordum. Hareketlerinden anlamamak için aptal olmak gerekirdi.
"Bebeğim cevap verecek misin?"
Sesindeki şefkat ile ağlamaya başladım. Neden ağladığımı bile anlamadan dakikalarca ağladım. Bir kez olsun bana sus demedi, neden demedi, noldu demedi. Yalnızca yanımda durdu, acıma ruhen ortak oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin Defteri
FanfictionGeçirdiği kaza ile yıllarını kaybeden Hilal, inatla geçmişini didikleyecekti. Ailesi, arkadaşları ondan ne saklıyorlardı? Hepsi odasında aniden bulduğu defterde saklıydı.