Demir...

141 25 16
                                    

    Bana 'alarmın iğrenç sesi' klişesini söyletecek bir saatim yok.

    Telefonumun alarmı da yok.

   Uyuyamıyorum çünkü... giriyor rüyalarıma.

    Kıvrımlı kirpiklerinin çerçeve görevi gördüğü, boncuk boncuk kahverengi gözleriyle bakıyor bana her gece.

   Ona bağlanmaktan korkuyorum, uyuyamıyorum.

   Düz kaşlarının farklı bir hava kattığı bakışlarına karşılık veremiyorum, korkuyorum.

   Hislerimi kontrol etmeye başlıyor çünkü bakışları.

   Heyecanımı, isteklerimi, ihtiyacımı kontrol ediyor. Onu ne zaman görsem heyecanlanıyorum. Onu istiyorum. Ona ihtiyacım var.

Daha fazlasını kontrol etmesine izin veremem ama yine de 'Onu daha çok görseydim keşke.' dediğim zamanlar da olmuyor değil.

   Kendimi güvende hissettiğim tek yer kolları olsaydı...

    Sadece onun kokusunu içime çekseydim...

    Onun yumuşak tınısını duysaydım sadece...

    O zaman ben, ben olmazdım. Beni 'Ben' yapan her şeyden vazgeçmiş olurdum.

    O zaman ben 'O' olurdum. Ruhu, ruhumda dolaşmış olurdu.

    O zaman ben ölürdüm. O yaşardı.

   ===

  Uyuyamadığım için annemin bana boğazını yırta yırta seslenmesi boşunaydı.

   "Kızım, kalk hadi okula geç kalacaksın! Saat kaç oldu haberin var mı?" annemin sesine tiz ve yüksek bir ses daha eklendi. "Abla ya! Garfield bile senin kadar uyumuyor!"

    Kapıya yastık fırlattım. Kapalı olmasına ve bu yüzden hiçbirine çarpmamasına rağmen -az da olsa- beni iyi hissettirmişti.

   Uyuyormuş gibi yapmayı kesip kapıyı açtım. Bana ters ters bakan kardeşimin aksine sevimli bir ifade takındım. "Sana da günaydın bücür... biraz süt iç de boyun uzasın."

    "Bana bücür deme! Hem ben süt içiyordum. Ama sen bana dedin ki 'Süt kafa yapıyor sende.' dedin sen bana dedin. Ben de süt içmedim ve sen özür dilemezsen de içmemekte kararlıyım, bu kadar hı!

    Küçük kardeşimin kurduğu saçma cümleye gülemeden ve enerjisine hayran kalamadan, annem koluna astığı okul kıyafetleriyle yanımda bitiverdi.

   Ne söyleyeceğini ezberlediğim için ağzını açmasına fırsat vermeden hasta rolü yapmaya başladım. Okula gitmek istemiyordum.

   "Anne çok halsizi-" öksürük taklidi

"Galiba üşüttü-" bir öksürük daha "... ve ateşim var."

   Ona, en iyi 'hasta' bakışlarımdan birini yollarken abimin sinsice arkamdan yaklaşıp üstüme bir bardak su dökeceğini bilemezdim elbet.

    Bardağı alıp abimin kafasında kıracakken annem araya girdi. "Ateşin varsa bir bardak suyun sana iyi gelmesi gerekirdi."

    "Ama üstüme dökerek değil!" Kollarımı ovuşturdum. "Bak, üşümeye başladım bile."

    Annem gözlerini devirdi. " Uzatma da okula gitmediğin için doktordan rapor al. Hastasın ya."

    ---

  "Bakın doktor bey amca, turp gibiyim ben... birşeyim yok. Niye ilaç alıyım anlamadım ki."

    Einstein'in kayıp kardeşi formundaki doktor gözlerini -mümkünmüş gibi- daha da açtı.

   "Hayır! O bademcikleri ben gördüm evladım, sen değil. Ama git bak istersen, sadece sözümü kanıtlamış olursun."

   "Doktor bey amca gerçekten bir şeyim yok..." derin bir nefes aldım ve yalanımı itiraf ettim. "Okula gitmeyeyim diye rol yaptım ve buraya rapor almak için geldim. Anlayacağınız ilaca ihtiyacım yok."

   Bu sözlerim üzerine -mümkünmüş gibi- daha da sinirli baktı. "O zaman ceza niyetine iç yavrucuğum. O bademcikleri ben gördüm evladım, sen değil. Ama git bak istersen, sadece-"

   "Sözünüzü kanıtlamış olurum. Peki, çakma Einstein...yani doktor bey amca."

   ---

   Aslında ilaç almayabilirdim ama eve gidince annemin hesap sormasını istemiyordum. Bu yüzden kendimi en yakın eczaneye attım ve reçeteyi tezgaha bıraktım. Eczacının yerinde olmak istemezdim. Doktorun yazısı tavuk çizikleri gibiydi.

     Eczacı bana doğru döndü, ben de başımı kaldırıp ona baktım ve...

      "Demir!?"

      "Adımı nereden biliyorsunuz?" Bakışlarını üstünde gezdirdi. "Yaka kartı da takmıyorum."

      Düz kaşları soru sorar gibi çatılınca cevap verme ihtiyacı hissettim. Ama o beni hatırlamamıştı, "Ben eski sınıf arkadaşın Yasemin." diyip daha çok batmanın anlamı yoktu. Bu yüzden üstünde eczanenin adresi yazan "hayali" kartla ilgili birşeyler zırvaladım.

     Demir...

     Bana göre farklıydı anlamı. Herkesin sevdiği, özendiği popüler çocuk değildi benim için.

      Gözlerine bakarak yaşamayı öğrenmek ve aynı gözlere bakarak ölmek demekti Demir.

      Gözlerine bakarak gerçeği görmek ve aynı gözlere bakarak bir hayali yaşamak demekti Demir.

     Yaşadığım her şey... ve yaşayamadığım her duyguydu Demir.

    Ölüm demekti... ve ben ölmeyi özlemiştim.

UnutulanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin