Bende iz bırakanları unutmam. Onda iz bırakmak...
Buzlu suyla duş almışçasına titredim. Kalbimdeki kızgın alevlere bir kıvılcım daha eklemişti Demir'in sözleri. Onun yanındayken güçsüzleşiyordum, beni böyle görmesine göz yummak sadece onun egosuna malzemeydi.
Ona baktım, ezilmiş ilaçlarına bakıyordu. Ve benim de ortama ikinci bir sis perdesi çeken konuyu kapatmam gerekiyordu.
"İlaçların...senin için önemli olmalı."
Bakışlarını ilaçlardan çekmedi. "Eve gitmem gerek." Kalktı ve üstündeki cam kırıklarını silkeledi. Gözlerine esir olmak istedim ama bunu benden esirgedi.
Gidiyordu, onu bir daha göremeyebilirdim, şimdiye kadar olduğu gibi. Gidiyordu, ama ben sadece oturduğu hatta sindiği yere -kurumuş kan lekeleri ve cam parçalarına- bakıyordum.
"Yasemin."
Sesini duymak istemiyordum. Eve gitmek, bugünü ve Demir'e dair her şeyi unutmak istiyordum. O mesajı okumamam, silmem gerekiyordu. Buraya gelmemem gerekiyordu.
Tepki vermediğimi görünce kolumdan tuttu ve bakışlarım yüzüne kilitlenecek şekilde beni döndürdü. Gözlerini kısmıştı. Aramıza bir perde çeken sisi soluyordu; her nefes verdiğinde sis kıpırdaşıyor, adeta dans ediyordu.
"Beni nasıl buldun?"
"İlaçların..."
Anlamayan gözlerle bana baktı, bakışlarında tuhaf bir şey daha vardı.
"Yani, demek istediğim... eve gitmen ve ilaç içmen gerek."
"Ben neye ihtiyacım olduğunu bilirim, uzatma da burada olacağımı nasıl bildiğini söyle."
Sustum. Anlatsam inanmayacaktı, onu dikkatle incelemeye devam ettim. Elleri titriyordu, etrafında hafifçe dalgalanan sis gözlerindeki korkuyu görebilmemi sağlayacak kadar dağılmıştı. Korkuyordu. Ama neyden ve neden korktuğunu bilmiyordum. Onu o şekilde gördüğüm için korkuyor olabilirdi. Bu biraz düşük bir ihtimaldi, ben bile inanmamıştım. Belki de, korktuğu birileri vardı ve ben onu bulabildiysem onların da kendisini bulmasından korkuyordu. Kulağa inandırıcı geliyordu, bana o mesajı kim yolladıysa Demir hakkında birşeyler biliyor olmalıydı ve aynı şekilde Demir'den nefret ettiğine de yemin edebilirdim.
Kolumda, soğuğun tenine hapsolduğu parmaklarını hissettim. Havadaki gerginliğe ters düşecek kadar alaycı olan sesi, solgun sis dışında bomboş olan sokakta yankılandı. "O zaman ben evde ilacımı içerken sen de bana her şeyi anlatırsın."
Ben daha ne olduğunu anlamadan kolumdan tuttuğu gibi beni yakınlardaki eve doğru sürükledi. Cebinden anahtarlarını çıkarırken kolumu çektim. Parmaklarının izi çıkmıştı, imza gibi. Elimi ,adeta parmaklarının yapısını ezberlercesine, kolumda gezdirdim. Bundan hoşlanmamıştım, bana kaba davranamazdı. Diğer kızlara davrandığı gibi davranamazdı.
Etraf bulanıklaşmıştı ama bu bulanıklığın sebebi sis değildi. Başımı yukarı kaldırıp yıldızlarla bezenmiş karanlık geceye baktım. Davranışı değil, hissettirdikleri acıtıyordu. Gözlerimi kırpıştırdım ama bu ağlama isteğimin artmasından başka bir işe yaramamıştı.
Gözyaşlarımdan biri hala üzerinde elimi gezdirdiğim koluma düştü. Duygularım bulaşmıştı imzasına, hissettirdikleri bulaşmıştı. Ve bir parça Demir bulaşmıştı. Şimdi daha farklı acıtıyordu.
Demir kapıyı yumruklamaya başlayınca kolumu ve duygusallığımı bırakıp ona döndüm. Az önce cebinden çıkardığı anahtar şimdi cebinden sarkıyordu. Elimin bacağına değmemesine dikkat ederek, anahtarı aldım.
Kapıyı yumruklayan elleri durdu, bakışları anahtarı kavramış ellerime odaklandı ve başını bana çevirdi. Donuk bakıyordu, adeta solgun sis gözlerine işlemişti ama bu sefer duygularını perdeliyordu.
"Demir, iyi misin?"
Bana donuk donuk bakmayı sürdürdü, sorumu tekrarlayacakken Demir'in az önce yumrukladığı kapı açıldı.
"Eeh, bu ne gürültü be!"
Oyalı yazması baştan savma -ve gümüşi rengi saçlarını ortaya çıkaracak şekilde- duran yaşlı kadın, kapıyı aralamış beni ve Demir'i inceliyordu.
"Ne diye böyle alacaklı gibi vurdunuz kapımı?"
Gözyaşlarımdan arta kalan hafif ıslak gözlerimle Demir'e baktım. Cevap vermesi gereken oydu.
"Teyze, tanımadın mı beni? Demir ben, yeğenin... İlaçlarımı almam gerek, acil. Eve kadar dayanamam."
Demir'in teyzesi, yazmasından fırlamış gümüşi telleri geri yazmasına tıkadı, başını iyice örttü ve onu daha yakından incelemeye başladı. "Benziyorsun ama tam çıkaramadım, bir gözlüğümü alıp geleyim."
Teyze'nin görünürden kaybolmasıyla birlikte, Demir çıldırmışçasına başını kapının kenarına vurmaya başladı. O kadar hızlı ve sert vuruyordu ki başı kanayacaktı. "Demir! Ne yapıyorsun, kes şunu!"
Ama beni dinlemedi, hala başını kapıya sertçe vuruyordu. "Başım zonkluyor, durduramıyorum."
"Ben de kafamı öyle vurursam benim de-"
"Hah geldim," Demir başını vurmayı keserken, teyze onu baştan aşağı süzdü. "Oy kuzum, oğluşum görmeyeli ne kadar zaman-" Gözleri Demir'in yüzündeki çizikleri görünce cümlesi yarıda kesilmişti. "Senin yüzündeki kesikler ne öyle! Bak benden sana söylemesi geceleri buralar hiç tekin değildir, az önce de tuhaf tuhaf sesler geliyordu dışarıdan."
Arkamı döndüm ve az ötedeki, Demir'i bulduğum yere baktım. Acaba teyze o tuhaf bulduğu seslerin sahibinin şu an karşısında duran yüzü çizilmiş genç olduğunu biliyor muydu? Aklıma az önce yaşananlar gelince elim istemsiz olarak koluma gitti. Ne kadar da duygusallaşmıştım. Resmen gözümden yaş gelmişti. Bu kadar mı güçsüzdüm.
Oysa Demir... Başına ne gelirse gelsin ayakta duruyor, ne yaşarsa yaşasın belli etmiyordu. Duygularını derin maskesinin ardına gizliyordu. İçinde kopan fırtınaların sadece rüzgarları yüzüne taşınıyordu. Ondan öğrenmem gereken çok şey vardı. Ama onun bana ayıracak vakti olduğundan emin değildim.
Ben duygularımla baş başa kalmışken, Demir ilacını içmiş, teyzesiyle vedalaşmıştı.
"Şimdi, söyle bakalım benim burada olacağımı nasıl bildin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Unutulan
Teen FictionDemir... Bana göre farklıydı anlamı. Gözlerine bakarak yaşamayı öğrenmek ve aynı gözlere bakarak ölmek demekti Demir. Gözlerine bakarak gerçeği görmek ve aynı gözlere bakarak bir hayali yaşamak demekti Demir. Yaşadığım her şey... ve yaşa...