"Ben buradayım. Artık ben varım." (Agah)

209 36 1
                                    


Gün doğmuştu ama Refet Amca'nın sabah namazına gittiğini görmemiştim. Saatler ilerledikçe ve karşı tarafta hiç hareketlilik göremeyince neler olduğunu anlayamamıştım. Bunun üzerine Refet Amca'yı aramaya karar verdim. Zeynep'in bende numarası yoktu. Ama Refet Amca da telefonuna bakmıyordu. Birkaç kez daha aradım ama ses seda çıkmamıştı. Endişelerimin yersiz olduğunu düşünmek istiyordum ama ısrarlı arayışlarımın cevapsız kalması ve saatin dokuz olmasına rağmen karşı tarafta hiçbir yaşam belirtisi görmemem endişelenmekte haklı olduğumu gösteriyordu.

Aşağı inip sokağın karşısına geçtim. Israrla Refet Amca'nın ismini bulduğum zile basmaya başladım. Yine bir karşılık alamamıştım. Bunun üzerine cevap vermeyeceğini bilsem de tekrar Refet Amca'yı aradım. Sonunda telefon açılmıştı.

"Refet Amca neredesin sen? Sabahtan beri ulaşamayınca ben de bir şey oldu sandım."

Karşıdan bir hıçkırık sesi geldi.

"Refet Amca?"

"Öldü."

Bu Zeynep'in sesiydi. Boğuk gelse de sesini tanımıştım ve söylediği şeye anlam verememiştim.

"Zeynep?"

"Dedem öldü Agâh. Onu ben öldürdüm."

Ne olduğunu anlayamamıştım ama Zeynep'in halini gözümün önüne getirebiliyordum. Refet Amca ölmüştü. Nasıl olmuştu, ne ara olmuştu, sahiden ölmüş müydü?

"Zeynep neredesin?"

"Bilmiyorum."

"Tamam. Etrafında ne var?"

"Bir park var. Alışveriş merkeziyle hastane arasındaki bir park var. Ben... Ben katil oldum."

"Zeynep, olduğun yerde kal. Ben hemen geliyorum."

Caddeye çıkan tarafa koşmaya başladım. Yoldan geçen bir taksiyi çevirip Zeynep'in tarif ettiği yere doğru ilerlemeye başladık. Bahsettiği park yakınlardaydı. Ama sokak aralarından ilerlemek zorunda kaldığımız için bir türlü hızlanamıyorduk. Parkın önüne geldiğimizde şoföre beklemesini tembihledim. Arabadan inip parka koştum.

Zeynep bir bankın üzerinde küçücük kalmıştı. Elinde bir poşet vardı. Sıkı sıkı ona sarılmıştı. Yanına varıp önünde diz çöktüm.

"Refet Amca nerede?"

"Morgda."

Ölüm hiçbir zaman yakından gözlemleme fırsatım olan bir gerçeklik değildi. İlk defa samimi olduğum birini kaybediyordum. Ama bu aşamada bana hiçbir şey hissettirmemişti. Zeynep ise donuk duruyordu. Refet Amca için yapılacak bir şey yoktu belli ki. Ama Zeynep'i bir an önce bu soğuktan kurtarmalıydım. Kolundan tutarak kalkmasına yardımcı oldum. Yine aynı şekilde onu taksiye yönlendirdim. Kitapçıya doğru yol almaya başladık.

Taksiden inince kitapçıyı açabilmek için Zeynep'ten anahtarı istediğimde kitapçıya geldiğimizi o anda fark etti. Kot pantolonunun ön cebine koyduğu anahtarı çıkarıp avucuma bıraktığında Zeynep'in titreyen elleri benim de çaresizliğimi yüzüme vuruyordu.

İçeri geçince onun oturmasına yardımcı oldum. Konuşmaya başlamam iyi olur muydu, yoksa onun konuşmasını beklemeli miydim? Bir süre kararsız kalmıştım. Ama en sonunda bu sessizliğin daha rahatsız edici olduğuna karar verip konuşmaya başladım.

"Neler oldu?"

Bir süre sessiz kaldı. Sonra tane tane konuşmaya başladığında gözlerine hücum eden yaşlar izinsiz bir şekilde birer birer Zeynep'in yanaklarından süzülmeye başladı. Gözyaşlarına dokunmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Dün... dedeme mektubu okuduğumu söyledim... Onu hiç affetmeyeceğimi söyledim. O da bana annemin şereflerini beş paralık ettiğini söyledi. Pişman olmamış hiç. Annem intihar etti. Ben kimsesiz büyüdüm. Ama o hiç pişman olmamış... Dayanamadım, sen katilsin, dedim. Annemi sen öldürdün. İntiharının sebebi sensin, dedim. Sonra... dedem üzerime yürümeye başladı... Elini kaldırdı... Ama sonra yere yığıldı. Ben... ambulansı aradım... Sabaha karşı öldü. O annemin katiliydi... Ben de dedemin katili oldum."

Zeynep'in perişan hali şimdi daha anlaşılır olmuştu benim için. Doğru kelimeleri yine bulamıyordum. Sarılsaydım, yanında olduğumu ve onun hiçbir şekilde kötü bir şey yapamayacağını söyleseydim rahatlar mıydı?

Zeynep yere bakmakta ısrarcıydı. Tüm olanları yüzüme bakmadan anlatmıştı. Dizlerimin üzerine çöküp ona yaklaştım.

"Sen katil değilsin. Bu konuşmanın buraya varacağını bilemezdin. Onu kurtarmak için ambulansı aradın. Yapabileceğin başka bir şey yoktu."

"Mektubu okuduğumu söylemeseydim böyle olmayacaktı."

"Zeynep, sen bir açıklamayı hak ediyordun. Bunu öğrenmen gerekiyordu. Yıllardır senden her şeyi saklamaları hataydı. Hakkın olan açıklamayı almak istedin. Kötü bir niyetin yoktu. Böyle olacağını bilemezdin."

Zeynep bu sefer hıçkırarak ağlamaya başladığında sahiden ne yapacağımı bilmiyordum. Nasıl teselli edebilirdim onu? Hayatta sahip olduğu tek insanı da böyle kaybettikten sonra ne diyebilirdim?

"Artık bu dünyada tekim. Dedem yok. Yapayalnızım."

Zeynep'in yüzünü avuçlarımın arasına aldım ve gözleriyle buluşana kadar bekledim. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerinde kendimi görünce hiç hesapta olmayan şeyler söyledim.

"Ben buradayım. Yapayalnız değilsin. Artık ben varım."

Zeynep hıçkırıklarının şiddetini arttırmıştı. Söylediğim şeyin ona iyi gelmesini beklerken gittikçe batırmıştım. Kafasını omuzlarıma bıraktığında çaresizliğinin derinliğini bir kere daha görmüştüm. Ama bana sığınışı bencil bir sevinç uyandırmıştı içimde.

Zeynep içli içli ağlamaya devam ediyordu. Gözyaşları kazağımı ıslatırken hiçbir damlasının yere dökülmemesi için dua ediyordum. Zeynep benim omuzlarımda ağlıyordu. Dizlerimin üzerinde beklerken bacaklarım uyuşmaya başlamıştı. Ama bu uyuşukluğun da tadını çıkarmak istiyordum. Sanki Zeynep için biraz daha zahmete katlanırsam onu daha fazla hak edecektim.

Bir süre sonra Zeynep'in ağlayışları inlemeye dönüştüğünde kafasını kaldırıp bana baktı.

"Teşekkür ederim."

"Teşekkür edecek bir şey yok."

Sahiden bana teşekkür etmemesini yeğlerdim. Bu teşekkür aramızdaki mesafeyi hatırlatmış ve beni rahatsız etmişti. Oysa az önce başı omuzumda ağlarken tüm mesafelerden uzaktık. Ne Zeynep'in duvarı kalmıştı ne de benim oyunlarım...

Mutfağa geçip Zeynep'e bir bardak su getirdim. Kahve makinasının yerinde duruyor olması Zeynep'in son zamanlarda aklının ne kadar meşgul olduğunu da gösteriyordu. Yanına gidip bardağı uzattığımda fazlasıyla susadığını fark edince aç olabileceğini yeni düşünebilmiştim. Beni beklemesini isteyip dışarı çıktım.

Köşedeki kafeden sandviç ve meyve suyu alıp Zeynep'in yanına döndüm. Bunları yemesi gerektiğini o da biliyordu ama zerre iştahı yoktu. Israr edemedim. Sadece aldığım taze sıkılmış portakal suyunu içmesini rica ettim. Bu ona biraz enerji verecekti.

Portakal suyunun yarısından fazlasını içtiğinde yüzünün rengi biraz olsun kendine gelmişti. Bunu fırsat bilerek cenaze işlemleriyle ilgileneceğimi söyledim. Gözlerindeki minnet hoşuma gitmemişti. Gerekli detayları öğrendikten sonra dışarı çıkıp işe koyulmaya başladım.


Bir Lattenin Ömürlük HatırıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin