Kitapçıyı satmak ya da satmamak, işte bütün mesele bu! (Zeynep)

199 32 0
                                    


Dedemin kara defterine baktıkça güllük gülistanlık görünen hayatımızın aslında ne kadar borç harç içinde ilerlediğini görmek beni şaşırtmıştı. Bolluk içinde yaşamadığımızdan yüksek karlar yaptığımızı zaten düşünmüyordum ama beklentim hiç bu kadar kötü değildi. İki yıllık hesap kitap defterine bakınca aslında her şeyin anneannemin vefatından sonra başladığını görüyordum. Önceden küçük miktarlarla alınan borçların o malum olaydan sonra katlanarak arttığını görünce borçlandığımız insanlar listesinin kabarıklığı gözümü korkutmuştu.

Ne olursa olsun esas kahramanın romanın devamı için ayakta kalması gerektiğini, bir şekilde toparlayacağını yoksa kitabın geri kalan yüz küsür sayfasının anlamsız olacağını düşündüğüm bir romanı okur gibi defterin sayfalarında ilerliyordum. Hikâyenin bir yerinde mutlaka toparlamış olmamız gerekiyordu.

Sonra aklıma gelenler beni umutsuzluğa düşürmeye yetmişti. Dedemin son zamanlardaki keyifsizliği, yakın arkadaşlarını ziyaret ettikten sonra buraya döndüğünde yüzündeki çaresizliği hatırlayınca anlamıştım, bu hikâyede ayağa kalkmak sanırım mümkün olmayacaktı.

Sayfalarda ilerledikçe durum daha da karmaşıklaşıyordu ve benim umutsuzluğum gittikçe artıyordu. Sona yaklaştığımda sayfalardan birinde Agâh'ın adını gördüm ama bu duruma bir anlam veremedim. Bu defterde Agâh'ın ne işi olabilirdi? Yanında "25" yazıyordu. Hesap defterinde yazan sayıları alınan borç rakamlarından başka bir şeye yoramıyordum. Ama istemesem de "25"in yirmi beş bin liraya denk geldiğini anlamıştım.

Agâh'a yirmi beş bin lira borcum var!

Hemen umutsuzluğa kapılmak istemedim bir taraftan. Defterin henüz okumadığım sayfaları vardı ve bu sayfalar, belki de Agâh'a olan borcumuzu bir şekilde kapatmışızdır diye düşünmeme sebep olmuştu. Hızla diğer sayfaları çevirdim. Tek gördüğüm yirmi beş bin liranın sağa ve sola olan küçük borçları nasıl kapattığıydı. Kime ne kadar ödendiği yazıyordu yalnızca. Akif Amca'ya ödenen 5 bin lira, dedemin geçen gün Akif Amca'dan döndükten sonra neden canının o kadar sıkkın olduğunu, aldığı köftelerin neden o kadar az olduğunu açıklamıştı. Büyük ihtimalle yeniden borç istemek için Akif Amca'ya gitmiş, ama Akif Amca'nın borcunu istemesiyle dedemin can sıkıntısı ikiye katlanmıştı.

Peki ben şimdi ne yapacaktım?

Defterde yazan her şeyi okuduktan sonra görüyordum ki yan taraftaki kuruyemişçi Esat Amca'ya da iki bin lira borcumuz vardı. Yirmi beş bin lira artı iki bin lira. Tüm borç beni üzerimdeydi şimdi.

Elimde kalan tek şeyin bu kitapçı olduğunu düşünürken onun da bana ait olmadığını görmüştüm. Bu hesaba göre kitapçı teorik olarak Agâh'ındı. O gün onu buradan göndermeme rağmen bu borçtan hiç bahsetmemişti. "Konuşmamız henüz bitmedi!" derken neyi kast ettiğini şimdi daha iyi anlamıştım.

Yani bana kalan fazlasıyla batmış bir kitapçıydı. Acaba dedem vefat etmeseydi bu işin altından nasıl kalkacaktı, merak ediyordum. Oysa ben önümüzdeki ay, evin ve dükkanın kirasını bile nasıl ödeyeceğimi bilmiyordum.

Büyük sıkıntıdaydım. Hem de çok büyük.

***

Akşama kadar kitapçıda oturup Agâh'ın eve gelmesini bekledim. İlla ki eve girmeden benim zilime basacaktı. Dedem öldükten sonra sadık kaldığım tek rutinim buydu ve beni ayakta tutan tek şeydi. Bugün de gelecekti. Öyle umut ediyordum. Sonra da onunla konuşacaktım.

Agâh'ı beklerken sıkılmış ve kapının önüne çıkmıştım. Sokağın bir ucuna bakıyor sonra da diğer ucunu kontrol ediyordum. Çok uzakta Agâh'ı gördüğümde telefonla konuşuyordu ve karşı tarafa bir şeyler anlatıyordu. Sokak lambalarının altında hiç zorlanmadan onu tanımıştım ve tüm vücudumu ılık bir uyuşukluk kaplamıştı. Bir haftadır onu görmüyordum. Sadece sesini duymak Agâh'ı tıpkı dedemin varlığı gibi fazlasıyla soyut kılmıştı. Ama şimdi sokağın karşısındaydı ve buraya doğru geliyordu. Hemen içeri girdim ve kapının önüne gelmesini bekledim. Zile basacak mıydı, merak ediyordum.

Bir Lattenin Ömürlük HatırıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin