"Yalvarırım atlama."
Penceredeydim ve hava buz gibiydi.
"Bu hiçbir şeyi çözmez."
"Ben çözüm istemiyorum."
Bana doğru attığı adım, benim de pencereye bir adım daha yaklaşmamdan başka hiçbir işe yaramadı. Çok incinmiş hissediyordum.
"Bak. Benim sorunlarım var tamam mı?"
"Ama-"
"İçim yanıyor. ANLADIN MI? PARÇALANIYORUM."
Rüzgar daha da sert esmeye başladı. Gökyüzü grinin koyu tonlarından birini benimle alay edercesine taşıyordu. Oysa daha...
"Gel buraya. Saçmalamayı derhal kes." Otoriter ses tonu beni duraksatmıştı.
"Ben saçmayım zaten."
"Hayır. Sen saçma değil, salaksın. Çok güçlüydün. Uyuşturucu kullanan, havalı olduğunu sanan gerzek arkadaşlarına rağmen... Sen kullanmıyordun. Gözlerinin altındaki kahverengi halkalar herkesi sana çekiyordu ve yüzündeki o alaycı ifade... Uyuşturucu kullanmıyordun ama hepsinden daha serttin. Daha duygusal. Bakışların o gerzekler gibi boşalmıyordu. Sana sürekli sorduklarını anımsıyorum. Asla kanmadın. Şimdi bir mal gibi hepsini çöpe mi atacaksın?"
***
"Tatlım. İyi misin?" Ses bana çok yapmacık gelmişti. Omuzlarımı silktim. Benden nefret edecekti. Edebilirdi.
Kadının kıvırcık saçları uzaklaştığında -kafam dizlerimin arasında olduğundan tek görebildiğim oydu- rahatmışım gibi rol yapmaktan kurtuldum. Yüzüm dizlerimin arasında, karanlıktaydı. Omuzlarım kendiliğinden sarsılmaya başladı. Gerçek yaşamıma ağlamaktan bıkmıştım. Bunun yerine, yine acı dolu, ama en azından umutlu hayalimi devam ettirdim.
***
"Benim o düzende mutlu olabilmemin tek yolu kullanmamdı. Sahte de olsa vücudum o salak hormonları salgılayacaktı. Bir şey değişmeyecek. Uyuşturucuyla yavaş yavaş öleceğim, acı çekerek. Ben çözüm değil, son istiyorum."
"Acılarına son istiyorsun. Mutsuzluklarına. Buna da çözüm deniyor. Yapabileceğin her şeyi çöpe mi atacaksın? Belki iki gün sonra bu acı yuvasından kurtulacaksın ne biliyorsun?"
Ona yanıt vermedim. Dinlemeyi kesmiştim. Savaşmak bir işe yaramıyordu. Daha fazla acı. Böyle bir şeyi göze alamazdım. Yavaşça kendimi camdan aşağı bıraktım. Kafamı geriye attım önce, sonra bedenim de beni takip etti.
Arkadaşlarım... Haklıydı. Onlarla takılmaya başladıktan sonra bir kere bile uyuşturucu kullanmamıştım.
Öncesi ise karışıktı. Çok tutucu bir ailem vardı. Okula gittiğim için şanslıydım. Yoksa onlardan biri olabilirdim. Gerçi o zaman en azından uyum sorunum olmazdı.
Bu nedenle arada bir kafayı çekerdim. Arkadaşlarım keş olunca, tüm bu alışkanlıkları bırakmıştım. Gerek yoktu ki... Ve ah... Arkadaş dediğimize bakmayın. Değiller.
Korkuyordum. Tanrı yoktu bence. Suçladığımdan değil onu. Yoktu ama işte.
Birden ayak bileğimde güçlü bir tutuş hissettiğimde ilk başta inanamadım. Ama çok sıkı bir tutuştu, baş aşağı evin camından sarkıyordum şu an.
Mucize miydi bu?
Büyük bir süratle içeri çekildim. Halat gibi.
"Ne halt ettiğini sanıyorsun?"
"Ölmedim yani. Tuhaf."
"Şansını zorlama istersen. Bir defa olur bu."
Sonra bir mal gibi kendimi tekrar aşağı attım. Ya da denedim.
"Bileklerimi kesmek ürkütücü geliyor. Lütfen." diye inledim.
"Atlama." Sesi yumuşak, tutuşu yumuşaktı. Kollarındaki güce rağmen.
"Şu an kendimi öldürmeye odaklanmış olmasam sana neden benim yaşamam için uğraştığını sorardım."
"Benim kim olduğumu biliyor musun?"
"Barların asi çocuğu. Tuhaf olan da o ya işte. Neden kasıyorsun? Açıkçası senin de mutlu göründüğün söylenemez, ikimiz de onlar arka odalara gittiklerinde masada tek kalırdık. Sana bol bol bakma fırsatım oldu. Sanırım uyuşturucu da kullanmıyorsun. Senin de kendini öldürmeye çalışman gerekmez mi?" Uzun konuşmuştum.
"Sanırım senin aksine, salak değilim."
"Bu saçma olduğun anlamına mı geliyor?"
"Belki." dedi ve yavaşça evin içine doğru bir adım daha attı. Bir kolu yumuşak ama tedbirli bir şekilde bana sarılı bir halde, uzandı ve pencereyi kapattı.
Derin bir iç çektim.
"Bugün de ertelendi."
"Ölümünden bahsediyorsan, büyük olasılıkla evet. Ancak kendini öldürmekten bahsediyorsan, hayır."
Boş boş ona baktım.
"Kendini hiçbir zaman öldürmeyeceğin için ortada erteleme diye bir durum yok."
Bunalmıştım. Sıkıntıyla gözlerimi devirdim.
"Madem peşimi bırakmayacaksın... En azından bu minik evden uzaklaşabilir miyiz?"
"Doğal olarak, evet." dedi.
Sonrasında ise asla kabul etmeyeceğim bir şey yaptı.
Kapıyı açarken ona "İndir beni!" diye bağırıyordum.
Beni takmayarak ileri doğru bakıp merdivenleri inmeye koyuldu.
"Sana. Beni. İndirmeni. Söylüyorum."
"Çok meraklı değilim ama şu an kendini gebertirsen suç benim üzerime kalacak."
Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Kendimi uzun süre tutamayacağımın farkındaydım.
"Midem çok bulanıyor. Tenha bir alana gidelim." Hızlı duygu durum değişikliğime pek şaşırmadı. Uyuşuk çevremiz dolayısıyla buna çok alışkındık.
Hızla binadan çıktı. Bisikletine atlayıp beni öne oturttu.
"Bisikletten atlayıp ölemezsin. O kadar hızlanmayacağım, yol üzerinde kendini fırlatabileceğin sert kayalar da olmayacak. Yani, öyle bir şey yapıp bana zorluk çıkarırsan söz veriyorum ki seni beter ederim."
Kollarını etrafımdan geçirip gidonu tuttu. Zaten öyle bir amacım yoktu, bu lafları nöbetimi yaklaştırmaktan başka bir işe yaramamıştı.
Birkaç dakika boyunca gittik. Bisikleti iyi kullanıyordu. Orman tarzı bir yere gelmiştik, ortadan pis bir dere akıyordu. Büyük olasılıkla her şeyi mükemmelleştiren insanlar bu dereye de el atıp, atıkları için iyi bir yer olduğuna karar vermişlerdi.
Bisikletten inerken nöbete girmeye başlamıştım. Dudaklarımdan birkaç hıçkırık kaçtı. Ondan biraz uzaklaşıp bir ağacın altına oturdum. Sarsılarak titrerken ellerimle saçlarımı koparırcasına çekiyordum. Zar zor soluyordum.
Derin bir şaşkınlık kokan sesiyle,
"Uyuşturucu kullanmadığını sanıyordum." dedi. Ona yanıt vermedim. Verecek durumda da değildim.
"Yanımda ağrı kesici ve çok hafif birkaç tür dalga var. Yeterli olur mu, yoksa hemen koşup daha ağır bir şeyler bulayım mı?" dedi yanıma çömelip. Sarsılmam biraz azaldı, buna karşılık sesli sesli ağlamaya başladım. Yavaşça sırtımı okşamaya başladığında yüzümü kaldırıp,
"Çek ellerini benden!" diye tısladım. Yaşlarla ıslanmış ve kızarmış suratımı görünce yine şaşırdı, çünkü bilincim yerindeydi.
"Ama-"
Yine lafını bölerek,
"Bu uyuşturucu nöbeti değil gerizekalı, sinirlerim bozuk." diye bağırdığımda sustu. Bir süre ağlamaya devam ettim, giderek sakinleştim ve hıçkırıklarım dindi. Dizlerimi kendime çekip yere yattım. Hırkasını üzerime örttüğünü hissettim.
"Bu sık sık oluyor mu?"
Benimle ilgileniyordu ama ben onu sadece tersliyordum. Belki de o yüzden kendimi
"Yanıma yat," derken buldum.
Yavaşça arkam yatıp kolunu sertçe belime doladı. Çenesi başımın hemen üstündeydi.
"Her gün." diye fısıldadım.
"Hiç mutlu hissettiğin oluyor mu?" dedi alçak bir sesle.
"Son birkaç aydır neredeyse hiç. İçten gülümsediğimi bile anımsamıyorum."
"Bunu biriyle paylaştın mı?"
"Hayır."
"Belki de yapay bir şey olmadan daha iyi hissetmeni sağlayabiliriz." İşi nereye götürdüğünü anlamıştım.
"Siktir git." dedim. Güldü.
"Eğer düşüncelerini değiştirirsen söyle."
Ona döndüm ve yüzümü boynuna gömdüm. Çok güzeldi. Sıcak, yumuşak ve hafif terle karışık kendi kokusu. Damarlarında dolaşan kanın sesini dinledim bir süre, sonra öptüm. Hareket etmiyordu ama biraz kızarmıştı.
"Yine de bugün için sağol. İğrenç bir gün değildi." dedim.
"Sen de sağol. Sağ olmaya devam et."
Gözlerimi kapattım. Yeni bir güne başlamak için, her zamanki belirsiz ve karmakarışık duygularla uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntihar
Teen FictionYalnız bir kız. Yalnız bir çocuk. Zorla tutuldukları bir yer. ~ Güvensiz bir kız. ~ Zorlayıcı bir erkek. ~ "Arkanı dön ve eğil." Lu' nun çırılçıplak olup utanması hoşuna gitmişti.