2. BÖLÜM

20 2 4
                                    

Günün daha yeni doğduğu saatlerde küçük kasabada sadece birkaç kişi uyanıktı. Bunlardan biri kasabanın en saygı duyulan kişilerinden olan, asaletiyle tanınan Bayan Şener'di. Bir diğeri ise Bayan Şener'in kızı; Şans'tı. Gökyüzü turuncuya yakın bir renkteyken Bayan Şener hem pirinçleri ayıklıyor hem de kızını azarlıyordu. İçinde bir korku vardı; saygınlığının zedelenmesi onu o kadar korkutuyordu ki her harekete dikkat ediyordu.

Son bir kere nefes çekip ellerini üzerine sildi yaşlı kadın, kırışmış yüzünde bir tatminsizlik ifadesi yatarken "geçen hafta seni yan komşunun oğluyla gülüşürken görmüşler, sen kendini ne sanıyorsun? Akşam kiliseye günah çıkartmaya gideceksin, senin de ablana benzemeni istemiyorum," dedi. Ona göre her genç kız evlenene kadar hiç bir erkekle yan yana gelmeliydi ortada aşk olsa bile, dostluk olsa bile.

Şans'ın, kucağında yatan kahverengi kedisinin başını okşayan eli durdu. Yüzü sinirle parladı, içinde biri bunların yanlış olduğunu fısıldıyordu son zamanlarda kendisine. Ne kadar Tanrı'yı annesinin zoruyla kabul etse de, uzun zamandır öğrenemediği içinde bir yer Tanrı'nın kurallardan ibaret olmadığına inanmıştı. Tüm bu düşüncelere rağmen sakinleşmeye çabaladı, annesinin yaşadıklarını düşündü, her zaman annesi haklıydı. İçindeki fırtınaları def ederek sinirli ifadesinden kurtuldu ama gülemedi, elinden gelen sessizce "tamam anne," diye fısıldamak oldu. Ve elleri ritmik bir şekilde kedisinin başını okşamaya devam etti.

Yaşlı Kadın, eski kanepenin üzerinde oturan kızın önüne samandan yapılmış bir sepet koyup saçlarından öptü. İstediğinin olmasıyla yumuşamış yüzü kızına gülümserken "hadi kızım, git kümesten yumurtaları topla," dedi. Kızının gözlerinden onayı alınca taburesine geri oturdu ve pirinçlerini ayıklamaya koyuldu. Arada sırada perdeleri uçuşan pencereden dışarıya bakıyor ve bunları hakketmediğini düşünüyordu, bir türlü geçmişinden kurtulamıyordu ya da kurtulmak istemiyordu.

Annesinin dimdik duran sırtına bıkkınlıkla bakan Şans, kucağından alıp koltuğun diğer köşesine koydu kedisini. Ayağa kalktığında uzun eteği ayak bileklerine düştü. Bu sırada kedisi tüylerini kabartıp geç kızın ayak bileğine kur yapıp pencereden atladı ve sokağa gitti, geri dönmek üzere. Şans, sepeti koluna takıp tülle örtülmüş kapıdan dışarıya çıktı.

Serin hava yüzüne vururken yüzünde bir gülümseme belirdi, soğuk hava onu memnun etmişti. Sertleşmiş kuru toprağın üzerinde ilerlerken Genç Kızın yüzü hep yere doğruydu, annesinin asaletini yücelten bir kamburluk vardı sırtında. Ama arada bir yan taraflara bakıp şahane doğayı inceliyordu açlıkla.

Kümese gitmek için kilisenin arka bahçesinin göründüğü sokağa girdi. Kilisenin büyük çatısı yeni doğan güneşin bu sokağa girmesini engellemiş, sokağı devasa bir gölgeyle örtmüştü. Şans'ın gözleri büyük kilisenin arka bahçesine takıldı, arka bahçe kasabanın büyüklerinin mezarlıklarıyla doluydu. Annesinin büyük hayallerinden biri de bu mezarlığa gömülmekti. Ürkütücü diye düşündü kız ama sonra gözleri çoğu şeyden daha ürkütücü olan, kısa bir tabureye oturmuş siyahlar içindeki Peder'e takıldı, işin ürkütücü yanı Peder'in kucağında oturan kızdı; Peder'in ellerinin yanlış yerlerinde gezindiği beş yaşlarındaki kız.

Kızın gözleri şaşkınlık ve korkuyla büyüdü, boğazına koskocaman bir yumru oturdu. Asla olamayacak bir şey görmüş gibi garipsemişti. Büyük bir tiksinti hissetti ve eve dönünce her şeyi annesine anlatıp gerçeği savunacağını karar aldı. Bu hayatta haksızlığa tahammülü yoktu, o gerçeği istiyordu. Oysaki Şans hiç bir şeyin farkında bile değildi, aslında bu kasaba sandığından daha kirli ve iki yüzlüydü, aslında hep aşağı bakan kafasını kaldırsa kıvrak zekasıyla hiç kimsenin yapmadığını yapıp sorgulayacaktı, kafa sallamak yerine 'neden' diyecekti.

Adımlarını hızlandırıp kümese doğru hızlıca yürüdü. Korkuyla arada arkasına bakıyor, acaba beni gördü mü diye düşünüyordu. Aynı zamanda içinde bir yer annesinin ona inanmasını umuyordu; çünkü eğer zıttı olursa çok büyük bir kırgınlık yaşayacaktı ve annesine karşı tüm saygısı yerle bir olacaktı. Endişeyle nefes verip karşısındaki kümese baktı. Derin koku kümesin yerini ele veriyordu.

Adımlarını yavaşlatıp kümesin çitini ittirdi, bunu duyan tavuklar oradan oraya koşturmaya, dibi gelmiş karpuz kabuğunu yemeye başladılar. Şans ise kümesin arkalarına doğru ilerledi. Rafa benzer şeye samanlarla bir yer kurmuş ve üzerine kurulmuş olan tavukların altlarına elini sokuyor ve üzerine oturdukları sıcak yumurtayı alıyordu. Üzeri kirli yumurtaları dikkatlice sepete koydu. Sepetin yarısı bile dolmadan geri dönme kararı aldı; çünkü bir an önce annesine olanları anlatmak istiyordu.

Arkasına bile bakmadan kümesten çıktı ve koşmaya başladı. Hızı, bazı yumurtaların kırılmasına neden olsa da bu umrunda değildi. Sadece telaşla koşuyor, etrafına bile bakmıyordu. Hatta saatin ilerlemesiyle dışarı çıkmış insanlar onu ayıpladılar, yanlış olduğunu sandılar. Saygısızca koşan genç kızı gören kadınlar şaşırıp kınıyor, erkekler ise yüzünü çeviriyordu.

Kız evinin önüne nefes nefese geldiğinde ellerini dizlerine koyarak nefes almaya çalıştı başarısız olacağını bile bile. Yorgunca doğrulup kapının üzerinde duran tüle doğru götürdü elini. O sırada sol kolunda keskin bir acı hissetti, biri onu kolundan sıkıca tutup evin arkasına sürüklemeye başladı. Ani şokun etkisiyle ne itiraz ediyor ne de kurtulmaya çalışıyordu. Tek yaptığı şaşkınlıkla bakınmaktı.

Evin arkasına geldiklerinde kolundaki kesin acı iki katına çıktı ve kız tanıdık kokuyu hissetti. Annesi kolunu öyle bir sıkıyordu ki kız heyecanını unutup annesinin konuşmasını bekledi. Annesi, sinirli bir fısıltıyla "ne yaptığını sanıyorsun? Artık çocuk değilsin, genç kızsın, sen koşarken genç erkeklerin gözleri sana kayabilirdi," dedi. Sıkışı öyle bir sertliğe gelmişti ki Kadının parmak boğumları beyazlaşıyor, kızın kolu morarmaya hazırlanıyordu. Kadın son bir yakınmayla, boşta olan eliyle dizlerine vurarak "ah! Ah... Şimdi ne düşünecekler benim hakkımda, ne diyeceğim ben onlara! Ah!" diye inledi.

Annesinin düşüncesi kızın miğdesini kaldırmaya yetti. Saygısı zedelenedi kalbine bir ağırlık çöktü. Başı dönmeye gözleri ağrımaya başladı, ayakta duracak gücü yitirdiğinde gözleri kapanmış uzun vücudu yere serilmişti. Kolundaki sızı yavaş yavaş kendisini uykunun hissizliğine kaptırırken artık bir acı vermiyordu ya da annesi kolunu sıkmayı çoktan bırakmıştı.

etraf iyice uğuldamaya başlayınca miğdesinde bir hafiflik oluştu, gencin bilinci yavaşça kapanmaya başladı. Bu huzurluydu; çünkü düşünceler yavaşça zihnini rahat bırakıyordu ve bu bir tesadüf değildi. Hiç bir şey tesadüf değildi. Bu şarjı bitmiş bir aletin kendini kapatmasıydı...

Sekiz Gün Sahte CehennemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin