Hala Nick'in kucağındaydım ve artık gülmüyordum. Nick beni koltuğa bıraktı ve başka bir şey demeden hızlıca odadan çıktı. O kapıyı kapatınca Danny bana sinirli gözlerle baktı. "Başımı ne kadar belaya sokabileceğinin farkında mısın?" dedi sanki fısıldarcasına. Bağırsaydı daha iyi olurdu; çünkü bağırsaydı yapacağı tek şeyin bağırmak olduğunu ve bu kızgınlığın geçici olduğunu bilirdim.
"Özür dilerim." dedim tekrardan. "Ben...Ben sadece ailemi görmek istemiştim. Sonra bana çarptı, hatta bileğim burkuldu." diye açıkladım. O ise daha sinirli bir şekilde bana baktı ve "Senin iyi niyetin, eğer uyanamasaydım benim için hiç iyi olmayacaktı, hapse bile girebilirdim." dedi. Derin bir nefes alıp devam etti. "Ayrıca başına kötü bir şey gelebilirdi, ki gelmiş. Bileğin burkulmuş! Dur, bir dakika, buna bakmalıyım."
Sonra burktuğum ayağımı ona uzattım. Uzaktan baktı ve "Hareket ettirebiliyor musun?", "Biraz sola çevir." tarzı şeyler söyleyip durdu. En sonunda "Seni bir doktora götürmemiz lazım." dedi. "Yalnız bahaneye ihtiyacımız olacak. Gözetmenlerin belirli durumlarda uyuyanları uyandırabileceklerini biliyor muydun?" diye sordu. Şaşırmıştım; çünkü bildiğim kadarıyla kimse bir yıl önceden uyanamazdı.
"Bahanemiz şu olacak; ayağın bir yere takılsın. Ama nereye? Masanın köşesi olabilir. Evet! Ayağın masanın köşesine çarpıyor ve düşüyorsun, düşerken de bileğin burkuluyor. Ben de bunu görünce seni uyandırıyorum ve doktora götürüyorum. Oraya gittiğimizde bunları söyleyeceğiz." Başımı salladım.
Sonra beni kapıdan dışarı çıkardı ve yürümeye başladık. Beş dakika kadar uzun bir süre sonra beyaz bir kapıya vardık. Üstünde daha da beyaz harflerle -o kadar beyazdı ki okunabiliyordu- "DOKTOR" yazıyordu.
Kapıdan içeri girdik. Tombul sarışın ve beyaz önlüklü bir kadın vardı. Beyaz çerçeveli gözlük takmıştı. Ama camı falan yoktu. Yani gösteriş için giydiği çok belliydi. Kadın annemi hatırlatan bir ses tonuyla "Ne oldu böyle?" dedi. Sesi çok yumuşaktı. Danny olan biten yalanı hızlıca söyledi. Bu yalanı beraber söylemeyi kararlaştırmasaydık, söylediklerine inanırdım. Çok iyi bir yalancıydı.
Bu sırada ayakta durmuyordum. Bayan Robin -yine beyaz olan masasında adı yine beyaz olarak yazılmıştı- beni beyaz bir sedire oturtmuştu. O an benim de iyi oynamam gerektiğini fark ettim. Yani şaşırmış ve acı çekiyormuş gibi gözükmek. Şaşıran insanlar ne yapar? Soru sorarlar. "Neden her şey bu kadar beyaz?" diye sordum, bu sırada doktor bileğimi inceliyordu. Bu soruyu buraya geldiğimden beri merak etmiştim zaten.
"Beyaz renk saflığın, temizliğin vedürüstlüğün simgesidir. Aydınlığı ve yeni bir sayfaya başlangıcı ifade eder. Herhalde bu yüzdendir. Benim de pek bir fikrim olduğu söylenemez." dedi. Yavaş yavaş, tane tane ve sözcüklerin vurgusuna çok dikkat ederek konuşuyordu. Başta hoşuma gitsede sonradan beni ne kadar sinir ettiğini fark ettim.
Sonra bir şey demeden bir iğne getirdi. "Onu ayağıma batırmayacaksınız. Değil mi?" diye sordum korkuyla. "Maalesef tatlım, ama merak etme. Canın yanmayacak." diye karşılık verdi ayakkabımı çıkarırken. Sonra içinde mavi -farklı bir renk görmenin verdiği heyecanı yaşıyordum- bir sıvı olan iğneyi bileğimden batırdı. Çok küçüktü, bu yüzden fazla hissedilmiyordu. Sadece mavi sıvı her neyse bileğimden baldırıma ve parmak uçlarıma kadar yayıldığını hissedebiliyordum. Dağıldı yerlere asnki binlerce iğne batıyormuş gibiydi.
Aradan on saniye geçince hiçbir şey hissetmediğimi fark ettim. Ayağa kalktığımda bile ayaklarımın altındaki yeri hissedemiyordum. Bileğimi kontrol ettim. Yavaşça hissetme duyum geri geldiğinde ayakkabımı geri giydim. "İğnenin tek yan etkisi adrenalin olacak." dedi Bayan Robin, Danny'e bakarak. "Ama sadece bir kaç gün sürecek. Bu sürede uyumakta zorluk yaşayabilirsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hikayesiz
Ficção CientíficaO an bir şey fark ettim; burası benim dünyamdı, bu benim hikayemdi. Sadece benim. Ve onu sadece kontrol edebilirdim.