Kayıp

200 10 4
                                    

ERTESİ GÜN SABAHI

  Yataktan kalktı. Dünün yorgunluğunu üstünden atmak için soğuk bir duşa girdi. Duştan çıkıp siyah bir kot pantolon ve koyu mavi tişörtünü üzerine geçirdi. Çantasına kitabını atıp yatağın içindeki kazı çalışmaları sonucu bulduğu kulaklığını cebine attıktan sonra mutfağa gidip iki yumurta kırıp yedi. Normalde bu ona yetmezdi ama iştahı yoktu. Tavayı lavabonun içine bırakıp evden çıktı. Merdivenleri inerken Seher teyzeye -Kapıcı- anahtarı bıraktı ve dönüşte ona hediye almayı aklının bir kenarına not aldı.

  Arabasıyla okulun yolunu tuttu. Yol boyunca yüzlerce senaryo yazdı. Hepsinin baş kahramanı  -tahmin etmesi zor değil- Levla'ydı. Levla'ya karşı nasıl davranmalıydı? Hiçbir şey olmamış gibi davranıp yanına mı gitmeliydi? Yoksa en baştan beri hiçbir şey olmamış gibi mi davranmalıydı? Hiç tanışmamışlar gibi...

  Arabasını okulun -öğretmenlere ait olan- park alanına park etti. Fakat arabadan inmeye gücü yoktu. Düşüncelerin onu fiziksel olarak yorabilir miydi? Üzerinde kocaman bir kayayla arabadan çıkması ne kadar mümkünse bu durumda arabadan çıkması da aynı oranda mümkündü.Derin bir nefes aldı. Ciğerlerinin yırtılacağı kadar derin. Nefesini tutup arabadan indi.

DÜN AKŞAM

  Ayaz dizlerinin üstünde biraz Levla'nın gözlerine bakmaya cesareti olmadığından birazda sebebini bilmediği göz yaşlarını saklamak için kafasını kaldırmıyordu. Bir dakika... Üç dakika... Zaman geçiyordu. Ayaz bir şey yapması gerektiğinin farkındaydı. Ani bir hareketle göz yaşlarını sildi. Tam bir şeyler söyleyecekti ki bir şey oldu. Güzel bir şey oldu. Levla'nın kolları arasındaydı. Dizleri üstündeydiler. Yer soğuktu. Cesette soğumaya başlamıştı. En berbat yerde en güzel sarılma diye bir şey vardı. Bunu Levla başarmıştı. Artık Ayaz'ın bir şey söylemesine gerek kalmamıştı. O an bir sarılmanın bütün kelimeleri silebileceğini anladığı andı.

ERTESİ GÜN OKUL

   Okula doğru yürürken tuttuğu nefesini ağır ağır verdi. Dün akşam olanlar beynini kemiriyordu. Levla'nın sıcaklığını hatırladıkça anlamlandıramadığı bir huzursuzluk çöküyordu. Belki de bir huzur... Huzur duygusu Ayaz'a çok uzak olan bir kavram olduğundan hangisi olduğunu kestiremiyordu. Levla'nın sarılmasından nasıl bir anlam çıkarması gerektiğini bilmiyordu. Belki de bir veda kucaklaşmasıydı. Belki...

SARILMADAN SONRA

  Ayaz ne kadar süre öyle kaldıklarını kestiremiyordu fakat halinden memnundu. Bir süre sonra Levla Ayaz'ı bıraktı. Ayağa kalktı. Ayaz da Levla'yla beraber ayağa kalktı. Levla  doğrudan Ayaz'ın gözlerine bakıyordu. Arka taraftan tuvaletlerin ordan bir kapı sesi geldi fakat ikiside aldırmadı. Sonra Levla tek bir kelime bile etmeden arkasını döndü ve gitti.

  Ayaz kapı sesinin nedenine bakmak için arkasını döndüğünde boğazından gelen bir çığlığı bastırmak için dişlerini sıktı ama çığlık hafif bir iniltiye sebep oldu. Neslihan'ın bedeninin -Cesetinin mi demeliyim?- yerinde kocaman bir boşluk vardı. Ayaz hemen tuvaletteki kapıları açtı.İçerde kimin olduğunu bulması lazımdı. Teker teker tuvaletlerin içine baktı hatta kapının arkasına bile baktı ama kimse yoktu.

Ellerini lavabonun kenarına koyup aynada kendine baktı. Bir yandan beynine paniklememesi için emir veriyor bir yandan da kendini inceliyordu. Mavi gözlerinin kenarlarında kızarıklar oluşmuştu. Öfkeden mi yoksa içine dolan ağlama isteğinden mi olduğunu kestiremiyordu. Kızarıklıklar gözlerinin mavisini daha da koyu görünmesini sağlıyordu. Göz bebekleri küçülmüş sanki içindeki boşluğu saklamak için çırpınıyordu. Ayaz kendi kendine söyleniyordu:
"Panikleyemem. Şuan panikleyemem. Bunun için zamanım olacak."

Lavobonun suyunu açıp ellerini yıkadı. Defalarca. Elinde kan olmamasına rağmen birini öldürmenin suçlu kirliliğini elinden atmak istediği için tekrar tekrar yıkadı. Artık elleri kızarmaya başlayınca  -ve iki kadın tuvalete girip ters ters bakınca-  ellerini yıkamayı bıtaktı. Hızlı adımlarla kasaya ulaşıp hasabı ödedi. Dışarı fırladığında temiz havayı içine çekti. Yağmur dinmişti, heryer toprak kokuyordu ve Ayaz bu havayı kaçırmak istemediğinden emindi. Hem bu olaydan sonra biraz düşünmesi lazımdı.

Arabasına atladı ve nereye gittiğini bilmeden sürmeye başladı. Yaklaşık on beş dakika sonra arabasını Gezi Parkının yan taraflarında bir yere park edip arabadan çıktı. Parka girmeyi es geçti çünkü parkta herkes mutlu görünüyordu. Şuan da ona mutluluğun vereceği acıyı kaldıramazdı. Taksimden  İstiklal Caddesine doğru adımlarını hızlandırdı. İstiklalin kalabalığı içerisinde kendini kaybetmeyi umuyordu. Umduğunu elde etmek üzere İstiklalin kalabalığına kendini attı.Amaçsızca yürüyüp kalabalıkla beraber sürükleniyordu.

Bu cadde de İstanbulun bütün renklerini bulmak mümkündür. Kimse kimseyi yadırgamaz. Her türden renk renk kişilikler... Siyahı, beyazı, mavisi, moru hepsi bir aradadır. Burda Ayaz farklı hissetmez. Çünkü zaten herkes farklıdır ve burda farklı olmak aslında normalliktir.

Bir süre daha amaçsızca yürüdükten sonra arabasına döndü.

Arabadan inince Levlanın evinin önündeydi ve ne söyleyeceği ya da ne yapacağı konusunda en ufak bir fikri bile yoktu.

Arabasını evin biraz gerisine park ederek arabadan indi.Kapıyı Levla'nın açması için dua ederek zile bastı. İki dakika sonra Levla pijamalarıyla kapıdaydı. Ayaz'ı karşısında görünce ilk önce dona kaldı sonra kendini toparlayarak "Ne oldu?" dedi.

"Özür dilerim."

"Özür dilemek için geç. Özür dilemen gereken kişi öldü."

Ayaz bu sözleri duyunca keşke yumruk yeseydim daha çabuk atlatırdım diye düşündü.

"Biliyorum. Senden özür dilemeye geldim çünkü böyle bişey yaşamamalıydın."

"Benden özür dilemene gerek yok. Bunları bi ara konuşuruz. Git artık."

Ayaz ne derse desin durumun iyileşmeyeceğini bildiği için "Peki" demekle yetinip binanın merdivenlerinden inerek ağır ağır arabasına doğru yürüdü.

OKUL

Okula adımını atar atmaz içindeki kötü his ürpertiye dönüştü. Çantasını sıkıca kavrayıp kafasını kaldırmadan sınıfa yürüdü.Koridor boyunca Neslihan adını duymaya çalıştı ama sınıfa ulaştığında en ufak bir ip ucu bile yakalayamadı. Sınıfa girip en arka sıraya oturdu. Kitabını eline alıp sınıftakilerin konuşmalarını dinlemeye çalıştı. Ama hiç kimse Neslihan hakkında konuşmuyordu.Sonunda pes edip kitabına kafasını gömdü.

Kitaba odaklanması çok zordu çünkü aklını kurcalayan ve Levla'ya söylemek konusunda emin olamadığı bir konu vardı:'Cesetler neden ve nasıl kayboluyor?'

...

Üçüncü ders bitmek üzereydi ve Levla hiçbir şeye odaklanamıyordu. Sürekli üzerindeki suçluluk duygusunu atmaya çalışıyordu. Ayaz'ı yalnız bırakmıştı ve Neslihan'ın ölümüne sebep olmuştu. Ayaz'a karşı nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Ondan uzak durursa Ayaz'a iyilik mi ederdi kötülük mü? Gözlerinin önüne sürekli Neslihan'ın morlaşmış yüzü geliyordu.

Üçüncü dersin bittiğini söyleyen zili duyunca çantasını toplayıp spor salonuna gitmek için sınıftan çıktığı sırada birine çarptı kafasını kaldırıp baktığında Ayaz derin mavi gözlerle ona bakıyordu.İlk önce bir şey söyleyeceğini sandı fakat daha sonra kolunu tutup yürümeye başladı. Levla bir yandan adımlarını Ayaz'ın adımlarına uydurmaya çalışıyor bir yandan da kolunu kurtarmaya çalışıyordu.

Bu bölüm hakkında yorum yapın lütfen. Ben pek sevemedim. Çok geniş bir kitleye yazmıyorum ama çok az da değil gibi. Umarım seversiniz. Son olarak Haskızıma yardımları için çok teşekkür ederim :D

SoğukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin