artı bir |Seninki Tam Bir Korku Dünyası |
Kapıyı tıklattım ve içeri girdim. Karşı masada oturan Diler değildi. Duvarlara bantlanan resimler gitmişti. Pencere pervazındaki kağıttan yaptığımız gemiler buruşturulup yerlere atılmıştı. Ve sandalyede oturan adam. Kaçık bir piçe benziyordu.
“ Kimsin sen?” Öksürdüm.
“ Selam bücür,” dedi. Gereksiz sorularla vakit kaybetmek istemedim. Yeni rehberlik öğretmeni olduğu kesindi. Ve garip olduğu. Sağ taraftaki sandalyeye oturdum. Burdan insanları daha iyi inceleyebilirdiniz.
Ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Elinde tahta bir baston vardı. 35 yaşlarında görünüyordu. Sağ eli ile bastonu sallarken sol eliyle de bacağını tutuyordu. Kapının üzerindeki anahtarı iki kere çevirdi. Ve geri yerine oturdu.
“ İyi olduğundan emin misin?”
“ Evet.” Ama ben emin değildim.
“ Ne kadar?”
“ Ne ne kadar?” Dönen sandalyesinde dönmeye başladı.
“ Diler nereye gitti?” Çantamı iki elimle kavradım.
“ Bilmem.” Dönmeyi bıraktı ve masanın orta çekmecesini açıp bir kağıt çıkardı. “ Adım ne demiştin, bücür?”
“ Öykü. ” Kağıda bir şeyler karaladı ve geri çekmeceye koydu.
“ Sorunun ne? ” Benim sorun ne miydi?
“ Sadece konuşmak istiyorum. Konuşulacak biri. Şey senin hayallaerimdeki kişiye uyduğun söylenemez ama- ”
“ Sende benim hayallerimi süslemiyorsun. ”
“ İyi. ”
“ Hadi bana acınası hayatının acınası haftasını anlat.” Cebinden bir kutu çıkardı. İçinde iri sigaralar vardı. Ama sigara olmayan. Adını unuttuğum. Puro! Purosunu dudaklarının arasına aldı ve cep çakmağı ile ucuna kıvılcım verdi.
“ Çok cool.”
“ Ya. Hadi konuş.”
“ Okula gittim falan, öyle.”
“ Ne öyle?”
“ Öyle.”
“ Yani önemli bir şeyler olmadı?” Purosunu bana doğru salladı.
“ Evet,” diye cevap verdim kafamı sallayarak.
Gerçekten önemli bir şey olmamaştı. Çok önemli bir şey olmuştu. Şeyler.
Saçımın kesildiğine hala inanamıyordum. Çok kötü gözükmüyordu. Hatta kırıkları alınmış gibi durduğu söylenebilirdi. Ama bu birinin saçımı keyfi kesebileceği anlamına gelmiyordu. Ve belki Sarışın ve Maymun’la konuşmak bana iyi gelirdi. Beyz’e de pay düşürmek isterdim ama onun ‘başka planları’ varmış.
Konserden önce Kitap Kurdu’nda buluşmaya karar vermiştik. Merdivenleri ikişer ikişer çıkmaya çalıştım. Ve ayak bileğimi burktum. Aferim bana! Merdivenlerden nefret nefret nefret ediyorum. Sonunda üçüncü kata sağsalim çıkabildim. Zili çalmama gerek yoktu, kapı her zaman açık olurdu. İçerideki ıhlamur kokusu bana tokat atarken epeydir buraya gelmediğimi fark ettim. İremleri görünce hemen oturdukları masaya ilerledim. Masaların ve sandalyelerin üzerinde alıntılar, şarkı sözleri ve resimler vardı. Bir nevi örtü. Hayal örtüsü. Korku örtüsü.
“ Günaydın!” Sırt çantamı yere bıraktım ve montumu çıkardım.
“ He Öykü, günaydın,” dedi İrem göz devirerek.
“ Yerim seni. Senden naber? Kaç takipçin olmuş?” dedim Erhan’a dönerek.
“ Bin dokuz yüz kırk sekiz.”
“ Ciddi değildim.”
“ Ben de.” Sonra bir sessizlik oldu.
“ Hiriko amca nasıl?”
“ Hiroki.”
“ Hiraki?”
“ Hiri- Of adı neydi bu çocuğun?” Güldüm.
“ Hiriko.”
“ Aynen.” İrem’i kıskanmıyorum. Yok canım neden kıskanayım. Hiriko beyle yakışmaları umurumda değil. Aslında çocuğun adı zıkkım değil Demir ama biz onu hep böyle çağıracağız.
Biz İrem’le gülerken garson abi kitapları bıraktı. Gülerek. Bize? Gülünecek halimize güldük alt tarafı.
Kitabın adına baktım. Nazım Hikmet Şiirleri. Kitabın ilk sayfasına yerleştirilmiş menüye göz attım.
“ E cepler ne alemde?”
“ Kahve,” dedi Erhan.
“ Ihlamur,” dedik İrem’le aynı anda. “ Tabi vişneli,” diye ekledim.
Garson çocuk gelene kadar kitapları okuduk. Nazım Hikmet kesinlikle favori şairimdi. Bugüne kadar okuduğum en etkileyici şiirler onunkiler. Ciddi ciddi.
Ihlamurlarımızı içtik. Saç meselesini anlattım.
“ Oha ciddi misin?” İrem’in tepkisi.
“ Fark edilmiyor, boş ver.” Erhan’nın tepkisi.
“ Ya. Bu arada konsere hala gidiyoruz değil mi?” Kol saatime baktım. 08:23. “ Ay, saat kaç olmuş! Kalkın.”
“ Emre Aydın time!”
Hesabı ödeyip kalktık.
Biz gelmeden muhtemelen yarım saat önce kapılar açılmıştı. İte kaka ortalardan bir yer bulup yerleştik. İrem pek Türkçe müzik sevmezdi ama benimle insanın alışamayacağı bir şey yok.
“ Ceren ablayı bir arasana?” Ceren İrem’in ablası. O olmasa bizim elimizi kolumuzu sallaya sallaya konsere gelme ihtimalimiz sıfırdı. Bildiğin sıfır.
İrem Ceren ablayı aradı. Buralardaymış. Erhan’nın sesi eksikti.
“ Hani götü başı dağıtacaktık dans etmekten?”
“ Dans ediyorum ya?”
“ Sallanmak dans etmek değil diye biliyorum,” dedim sallanarak.
“ Bu müzikte,” elini havada dolaştırdı “ bu kadar olur.”
“ Olsun,” dedim ona omuz silkerek. Ve Emre Aydın bizi duydu. Erhan’a döndüm.
“ Peki, bu parçada?” dedim elimi havaya kaldırarak.
“ Olur,” dedi gülümseyerek. İrem kalçasıyla beni itti. Üst üste yeri öptük. İşte şimdi götü başı dağıtmıştık.
Bir korku insanın iki ruha sahip olabilir. Ama iki bedene sahip olamaz.
Seninki tam bir korku dünyası .
Uyan, bücür! Burada yatamazsın. Zavallı hayatının kırıntılarını al ve toz ol.
“ Görüşürüz, Baston.” Yerimden doğruldum ve kapıya yürüdüm. Anahtarı çevirdim.
“ Umarım görüşmeyiz.”