eksi bir | Ve Şimdi Bende Düştüm |
“ Bir kız var. Adı Elif. Sanırım ondan hoşlanıyorum.”
Bir isim bir korku insanını korkutabilir mi? Hayır. Peki karşılıksız bir duygu?
Etrafıma sarılmış teller. Çekiştirdikçe acıtıyor. Bu aynı çirkin tırtılın zamanı gelmediği halde kozadan çıkmaya çalışıp da çıkamaması gibi. Ama tırtıllar hissetmez. Kalplerinin büyüklüğünü ölçecekleri bir yumruğa sahip değiller. Kalpleri olduğundan bile emin değilim.
İnsanlarda tırtıllara benziyor. İnsanlar da tırtıllarda çirkindir. Tırtıl ile kelebek bir tutulamaz. Güzel ile çirkin bir tutulamaz. Güzeli güzel yapan ardında bıraktığı çirkinliktir, parçalanmış bir kozadır. Tek fark, her tırtıl kelebek olur, her çirkin güzel olamaz.
Sahip olduğum ebedi çirkinliğin nedeni kozamı temizlemek için geri dönmem muhtemelen. Bir kelebeğin ömrü bir gündür. Bir gününü neden ardında bıraktığınla harcayasın ki? Ben harcarım. Çünkü ne kelebeğim ne tırtıl. Sadece çirkinim.
Erhan bir kızdan hoşlanıyormuş. Benden bir erkekten hoşlanıyorum. Ondan.
Hayat fazlasıyla adil bence. Parkta uzandığımız zamandan beri –zaman kavramını yitirdiğinden beri iki ay olmuştu. Takvime baktığında altmış bir gün. Saniyeleri saydığında bir dakika yirmi bir saniyelik bir pasta dilimi. Her anı tatlı olmayan bir pasta ama bu. Ne framboaz ne kakao. Zaman pastasının bir dilimi.
Onu kendine bırakmam gerekiyordu. Bu açıktı. Zamanı iyi kullanamadın, cesaretin yok – özgüvenin yok, o başkasını seviyor!
Ta ta ta öldün çık.
Onu kendi haline bırakalı üç hafta oldu.
Küçükken üç harflinin ne olduğunu merak ederdim. Büyüyünce öğrenirsin demişlerdi bana. Bende üç harflilerden korkmaya başladım. Bomboş geçen ‘gün’lerden, hissedilmeyi talep eden ‘acı’dan ve ‘aşk’tan.
En çok ‘aşk’tan korktum.
En çok ‘acı’yı hissettim.
En çok ‘gün’ler böyle hızlı geçti. Ne yumruk büyüklüğündeki kalbimin acısı ne de acı. Günler geçti hızla.
8 Mayıs.
Bugün Erhan’nın doğum günü. Elifle kutlayacakmış. Üzülmüyorum. Günlerle beraber acı bitmiyor ama aşk ve zaman ters orantılı. Günler ne kadar hızlı geçerse duygularda o kadar çabuk raftaki yerini buluyor.
9 Mayıs.
Bugün de İrem’in doğum günü. Boğa burcu olan insanlarla çok iyi anlaşıyorum. Garip. Bugün Cuma. Bu da okul var demek ama bu bize engel değil. Beyza’yla aldığımız çikolatalı pastayı sıranın altına sakladık. Ve okulun bitişini bekledik. Hemen tuvalete gidip ellerimizi yıkadık. Sonra İrem’in kolundan tuttuğumuz gibi arka bahçeye.
Elini pastaya ilk sokan ben oldum. Sonra İrem. Ve son olarakta Beyza.
“ İki yıl önce aldığın pasta kadar olmasa da,” İrem eline biraz daha pasta alıp ağzına götürdü “ Bu da güzel.”
“ Senin gibi.” Ben ya.
Sonra ikiside kurt gibi ulamaya başladı. Sonra çantamdan üç çatal çıkardım ve biz sanki az önce elleriyle pastaya yumulan o insan dışı varlıklar değilmişiz gibi hanım hanım pasta yedik.
Mayıs ayının son günlerindeyiz. Sınavlar resmen bitti. Oh be. Ve tabi gizemli olmayan not var. Üzerinde BASTON yazıyor. Ne kadar gizli yani? Benimle ben eve kapanıp sabahtan akşama kadar yabancı dizi izlemeye başlamadan önce bir şeyler yapmak istiyormuş.
Baston Bey kuğulu parkta buluşmak istediğini yazmış. Hay hay o zaman efendim. Gerçi kuğu falan kalmadı artık. Sattılar her farklıyı. İnsan satar, insan tutar.
Okuldan çıkıp kısa yoldan Tunalı’ya yürüdüm. Baston Bey bir bankta oturmuş purosunu yakmış. Tövbe tövbe. Bir de bacak bacak üstüne atmış. (!)
“ Naber?”
“ İyi. Gel otur.” Oturdum bankın ondan uzak tarafına. “ Dertliyim.” Belli. Bu ne böyle çenesini eline yaslayıp uzaklara dalmak.
“ Aşık mı oldun?”
“ Evet.”
“ Şakasına sormuştum. Kime?” Şaşırdım ama belli etmiyorum. Çünkü korku insanları duygularını dışa vurmaya çekinir.
“ Kuzenime.”
“ Sen kaç yaşındasın?” Kafasını çevirdi ve suratını buruşturdu.
“ Kaç gösteriyorum?”
“ Otuz…”
“ Otuz altı.”
“ O kaç yaşında?”
“ Otuz.”
Bir anlık sessizlik.
“ Korkuyor musun?”
“ Hayır.”
“ Korkmalısın. Korkmak hissetmektir. Hissedersen yaparsın.”
“ Sen korkuyor musun?”
“ İnsanlar benden korksun.” Güzeller korksun en çokta.
Bir süre daha onun dumanına ve ruhuna maruz kaldıktan sonra yanından ayrıldım. İki sokak ilerledikten sonra Erhan’la Elif’i gördüm. Gülümsedim. Gerçekçe gülümsedim.
“ İyi geceler,” diye bağırdım hatta arkalarından. Bana el salladılar. Güldüm.
Güldüm çünkü hissettiğim bir duygu daha vardı. Dilden dile ve hayattan hayata olumlu bir şey olarak geçmiş bu duygu. Benim defterimde umut, ne güzel ne çirkin, ne kelebek ne tırtıl, ne kara ne ak olmak. Umut, bir ip. Ve boş uçurumda düşmeni önleyen çizgi. Ama herkes düşer. Ben her şeyin hızlısını severim.
Ve şimdi bende düştüm.