Dolabımın kapısını kapatıp defterlerimi çantama atarak koridorda başım eğik şekilde ilerlemeye başladım. Siyah hırkamın kapişonunu koyu kahverengi saçlarımın üzerine örttükten sonra ellerimi ceplerime yerleştirerek uzun ve dolaplarla dolu olan geniş koridorda insanlara çarpmadan ilerlemeye çalışıyordum.
Yaşadığımız şehir Küçük bir kasabaya eş değerdi ve burada omuzuna çarptığın her insan döner dolaşır seni yeniden bulurdu.
Buradaki insanların gölgesinden geçmen bile seni belaya sürüklerdi.
Sınıfın kapısını açıp en arka sıraya geçerek kapişonlumu omuzlarıma indirdim ve defterimi çıkarıp kalemimi hazır tuttum.
"1, 2, 3."
Ve tam zamanında!
"Çocuklar hemen Kimya kitaplarını çıkarın." kafasını kimya ile bozmuş, görüntüsünden korkulan kimya öğretmeni hiçbir zaman sınıfa giriş zamanını kaçırmazdı.
Zilden hemen iki saniye sonra her zamanki repliğiyle içeri girerdi ve ders boyunca da bir daha susmazdı.
Kafasının içinde dönen dünyayı kimyaya dökerek anlatırken başka bir şeyi düşünme şansımız olmazdı. Her kelimesi sizi hipnoz eder gibiydi ve onu dinlemediğiniz her saniye başınıza çok büyük bir bela alacakmışsınız gibi hissederdiniz.
Aslında, belalı bir kasabaya göre gayet normal bir şeydi bu. Öyle değil mi?
Kırk beş dakikalık dersin tek saniyesi boş geçmezken zil çalınca tek boşluk kalmayan defterimi çantama atıp sınıfın çıkışına ilerledim.
Koridoru aşıp okulun alt katindaki kantine inerken merdiven kenarına dayanarak muhabbet edenler veya koridorda birbirleriyle didişenler hiç bir zaman umrumda olmamıştı.
İnsanlardan uzak durmaya çalışan biriydim ama beladan kaçarken mıknatıs gibi belayı çeker gibi insanları da kendime çeken lanet bir şeyler vardı sanırım üzerimde.
Aynen şimdi olduğu gibi.
Kantin kapısından gireceğim sırada elinde kahvesiyle okulun popüler tayfasının lideri olan Yalaz ile çarpışınca bir iki adım geriledim ama kahvenin üzerinden hiçbir zaman çıkarmadığı pahalı olan hırkasına dökülmesini engelleyemedim.
Benim çelimsiz vücuduma nazaran şekilli ve dikkat çeken vücudu gerilirken bir üzerine bir bana bakıyordu. Elindeki bardağı sinirle yere atınca her zaman olduğu gibi yine aynı şeylerin tekrarlanacağını anladığımdan çantamı omuzumdan indirdim.
Bir tür ritüel haline gelmiş okulun ucubesi ve popüleri arasında geçen ezikleyici sohbeti yapacaktık saniyeler sonra. Harika bir manzara öyle değil mi?
"Önüne baksana lan? Ne halt yediğini gördün mü?" üzerime gelirken etrafımızda eğlenen insanlar çoğalmıştı. Her zaman bu durumu kendilerine eğlence olarak gördükleri için toplanırlardı, herhangi bir yardım için değil.
"Başım eğikti, kusura bakma." sinirli hali gitmiş, yerini alaya bırakmıştı. "O başın ne zaman dik oldu ki? Söylesene bize Affan, ne zaman kendinden emin koridorlarda yürüyeceksin?"
"Sen adam olmayı öğrendiğin zaman." sinirle hırlayarak üzerime gelirken arkamdaki insanlar köşeye çekilmiş ve saniyeler içinde yakalarımdan tuttuğu gibi duvara yapıştırarak havada tutmuştu bedenimi.
İyi bir güç gösterisi ha?
"Sen hangi cesaret hapını aldın lan okula gelmeden?" zorlukla nefes alırken ayaklarımı istem dışı sallandırdım. Bu onu daha çok keyiflendirmiş olacak ki biraz daha yukarı çıkardı bedenimi duvara sürterek. "Söylesene ucube, duvarda asılı kalma gücün var mı? Hani şu araştırdığın saçma kitapların içinde bulmuşsundur belkide ha?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AFFAN - SAKLI ŞEHİR SERİSİ ~1 #wattys2019
FantasíaBela ve sırlarla dolu kasaba gibi küçük bir şehir içinde bir anda sır gibi gelişen bir ölüm ne kadar etkileyebilir insanı? Kimsenin masum olmadığı bir yerde tüm oklar kendini her şeyden uzak tutmaya çalışan Affan'ı gösterirken kendini aklayabilmesi...