♪ ♫ ♪ ♫ ♪ ♫
Arkadaşlar biliyorum bayağı bir süredir bölüm yazmıyorum.Öncelikle özür dileyim.Gerçekten kusura bakmayın lütfen birkaç sorun çıktı,okula biraz ağırlık vermem gerekiyodu tatillerde bol bol yazacağım.Umarım bıkmazsınız o zaman da :D
Bu bölüm kısacık gelecek biliyorum ama yine sınavlarım başlayacak.Yazamam korkusuyla bunu yayınlamak istedim. Tekrardan özür dilerim.İyi okumalar...Umarım beğenirsiniz....
♪ ♫ ♪ ♫ ♪ ♫
Gökyüzümdeki renkli uçurtmalar…
Dilek balonlarım, gökkuşaklarım…
Küçük dünyamdaki, büyük gülümsemelerim…
Kocaman hatalarımı silen küçük gerçeklerim…
Notalara astığım sevgilerim…
Çalmakla doyamadığım ezgilerim…
Hepsini kirletti bedenimdeki kırmızı. Hissettiğim acı, parmak uçlarımdan, kafama doğru dalgalanırken, kimsem olmadığı için şükrediyordum. Hayat denen suya, toprak atılmıştı artık, bulanıktı, görünmez acıydı, saklanan duygulardı benim için bütün hislerim. Göz kapaklarım, inatçıydı bir de benden. Kapanmaya yemin etmişlerdi artık. Haklılardı, dünyayı görmek iç açıcı değildi pek ne de olsa. Ama uyanmalısın diyen acı, bana insanların mutlu olduğunda ya da heyecanlandığında içinde kelebekler uçuşan yerden, karnımdan sesleniyordu artık. Dayanılmazdı ki itiraz etmeksizin uyanmamı sağladı. Gözlerimi açtığımda bana ilk hoş geldin diyen başımdaki ağrı oldu. Ruhum bedenimden ayrılıyormuşçasına acı çekiyordum.
Kalkmak istiyordum yattığım yerden, çelip gitmek istiyordum. Gözlerimi yavaş yavaş açmaya çalıştım. Zordu. Ama zorundaydım. Güçlü olmak zorundaydım. O kadına yenilemezdim ki ben. Ne acılar çekmiştim bunda mı ölüme hediye edecektim bedenimi, ruhumu, müziğimi hepsini süslü bir paket yapıp servis mi yapacaktım önüne. Yapmayacaktım. Yapamazdım…. Ağır ağır açtığım gözlerim yine bulanıklıkla karşılaşmıştı. Bilindik manzara olmuştu son zamanlarda da zaten… Bilincim yavaş yavaş yerine geliyordu. Gözlerim netliğe kavuştuğunda hala aynı yerde olduğumu fark ettim. Sol elim boşluğa doğru uzanmış misali, soğuk betonun üzerindeydi. Diğeri ise soğuk duvarla sıkı muhabbet kurmuştu. Bakışlarım bedenimde hissettiğim sıcaklığa doğru yöneldi. Karnım vücudumun aksine çok sıcaktı. Kırık pencerenin camından içeri sızan ay ışığı ve masadaki eriyen mum görmemi kolaylaştırıyordu bedenimi. Karnımda kocaman bir ‘’F’’ harfi çizilmişti. Kanlar içindeydi artık yırtılan kazağım. Önceden kan göremeyen ben şimdi sıkı bir dostluk yalıyorduk kendisiyle. Ellerim, paramparça olan karnıma gitti. Yaramı parmak uçlarımda hissetmek, berbattı. Derin kesiklerdi. Eğer buradan sağ çıkarsam izi kalacaktı da muhtemelen. İnsanlar saklar ya iyi günlerinden, kayıplara karışan sevdalılarından, platoniği olduklarından saklarlar ya bir parça. Onun gibi olabilirdi belki bu da. Karnımda kocaman bir ‘’F’’ harfi. Yaşarsam diye düşünüyorum da peki ya diğeri işte aklımıza getirmediğimiz seçeneklerden biri olan diğeri… Duymaktan kaçtıklarımızdan olan dört harfli o kelime. Yaşama tezatlık kuran o güç… Onu hiç unutmayız aslında ama saklarız kendimizden, kandırırız kalbimizi oturttururuz beynimizden uzaklara... Ki onun ‘ölümün’ bizi bulmasa bile ya da beni bulmadıysa bir yıl önce de ablamı Ayşıl ‘ı bulmuştu. Korkuyordum da, biliyorum, Gökmen beni düşünmüyor bile aklına gelmiyorum. Gelse bulurdu yani şimdiye dek. Değil mi? Hem o kimim ki benim? Koca bir ‘’HİÇ’’. Vücudumdan seslenen boğuk acı, kutudaki ruhumu boğuyordu. Kurtulmak için çırpınmıyordum, çırpınamıyordum bile. Ölümü kabullenmiştim. Cenazem olurdu mesela imamla baş başa. Kimsem yok ki benim zaten. İmam söyler imam kılardı namazımı da. Ben boş boş bakarken Ay’a kırık camdan. Yine topuklu ayakkabı sesi kulağıma çalındı. Ve kulağımın dibinde de son buldu zaten. Bakışlarımı ona çevirmedim, gücüm de yoktu zaten ben bana bakıp acıyan Ay’a bakmak istiyordum sadece. Yorgundu onlarda. Yıldızlar da söndürmüştü ışıklarını. Artık yalnızdım. Sadece bendim sadece ben… Buz gibi bir suyu karnıma dökmesiyle bu düşüncelerimden sıyrıldım işte. Yarama değen her damla da kendimi ne kadar tutmaya çalışsam da o acı inlemem dudaklarımdan kayıp gidiyordu, tutamıyordum bile. Gözlerimi sımsıkı kapattım ama nafileydi biliyorum. Lanet olsun ki acımdan kıvranamıyordum bile dökülen her damlayla vücudum yerden hafifçe kalkıyordu, kafam geriye doğru yol alıyordu her seferinde. O pislik bu halimden zevk alıyor olacaktı ki gülüyordu başımda bir de. Nefret ediyordum sesinden, gülüşünden, varlığından, her şeyinden…. Sürahideki su bitmiş olmalıydı ki şu anda hissetmiyordum pek bir şey.
-Aç şu gözlerini lanet olası!
Diye bağırmasıyla açtım gözlerimi. Dengesizliğini bir kez daha kanıtlamıştı bana. Karşımda dikiliyordu şimdi de hiçbir şey olmamış gibi… Delici mavi gözleri yine ürkütücüydü. Kızıl saçlarına vuran ay ışığı onu daha da korkunç yapmaya yetiyordu bile. Ani hareketle karnıma bastı ne yapacağımı bilemezken acımı ikiye katlamaktan zevk alıyordu pislik. Topuğu yarama baskı yaparken acı inlemem artmış olmalı ki yandaşı Arif;
-‘’Funda Hanım iyi misiniz?’’
Diyerek odaya koşarak girdi. Yüzüne yayılan pis gülümsemeyle;
- ‘’Hiç olmadığım kadar Arif. Diğer orospuları bu kadar dayanamamıştı bile. Dişli çıktı bu.’’ Demesiyle sinirim nefretimle beraber büyüyordu artık. Kendimi tutamaz hale gelmiştim. O üzerimden patilerini indirirken bacaklarımda bir el hissettim. Bir başka el de sırtıma doğru giriş yaptı. Acıya artık dayanamıyordum, bilincimi açık tutmam gerekiyordu belki ama ellerim karanlığa yöneliyordu. Ellerimi tutan karanlık bile belki de bir çeşit ışıktı bana. Yorgundum. Hissizdim. Nefesim yetmiyor gibiydi. Alıyor muyum acaba emin bile değildim artık. Korktuklarımdan korkmuyorsam bulmuştum bir şeyleri. Kapattım gözlerimi. Son verdim ellerimi tutan ışığa toplanıp gidecektim karanlığa… Sonsuzluğa…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜZİK KUTUSUNDAKİ HAYATLAR
Teen FictionMüzik aşkı besteler...♪♥♫♥♪♥♫ William SHAKESPEARE