GK-4

40 8 1
                                    

Neydi hayatı bu denlisine zorlaştıran? Biz miydik? Yoksa zaman mı ? Yoksa daha da farklı şeyler mi vardı. Kaderin oyunumuydu bu yoksa hayatın en kötü zamanımız da gösterdiği öne çıkardığı kötü yönü mü?

Huzur, hayatıma ne zamandan beri bu kadar uzaktı? Son birkaç günde yaşadığım tarifsiz duygu karışımına bir tanesi daha ekleniyordu. Huzurlu olduğum tek zaman uykuda olduğum zaman olmaya başlamış, hayatım gittikçe bir karanlık kuyunun içine düşerken ben hiç bir şey yapamıyordum. Bu karanlık kuyu gün geçtikçe beni içine çekiyor. Hayatımdan şu sıralar eksik olmayan aksiyondan güç alıyordu. Bilmiyordum. Hayatım eğer daha fazla zorlanmaya başlarda ve yapacak hiç bir şeyim kalmazsa ne yapacağımı.

Karanlık koridorun çok az olarakta aydınlatmış olan ve odamın içindeki penceremden yansıyan ışık sızıntılarını izledim. Sessizliğe gömülmüş karanlıkta duyabildiğim tek şey, çıkacakmışçasına atan kalbim ve aklımdan geçen şu an yanlış yaptığımı düşünen iç sesimdi. Kalp atışım tahta parkeye her adım atışım da hızlanırken odaya yaklaştıkça yüreğime düşen ağrı beni yok ediyordu. Belki yanlış yapıyordum. Ama benim için tek doğru seçenek buydu.

Odanın siyah kenarlıkları beni karşılarken adımlarım odaya yaklaştıkça yavaşlıyordu. Adımlarımı hızlandırıp pencereden sızan ay ışığının sızıntıları sayesinde biraz olsa bile aydınlanmış odaya baktım. Gözlerim gördüğüm görüntüyle büyürken daha önce farketmeden vermediğim nefesimi güçlü bir şekilde verdim. Ay ışığı sızıntılarıyla biraz görünen metal yerde tek başına duruyordu. Elimi alnıma götürdüm.   şu bir kaç saniyedir yaşadığım aksiyon nedeniyle fazlasıyla atan kalbimi daha düzenlenememişken elimi bu sefer kalbime götürdüm. Yavaş adımlarda bu siyah metalin yanına gittim. Neredeyse odada kamufule olmuş silaha baktım. Altında bulunan beyaz not kendini fazla gizleyemesede benim bu küçük kağıt parçasını görmem uzun zaman almıştı.

Kağıt parçası kalbim hızını artırarak bütün damarlarıma sinyal gönderdi.

"BİR DAHA Kİ GELİŞİMDE BU KADAR ŞANSLI OLAMAYACAKSIN -S.Y"

S.Y kişisinin kim oldugunu uzun sure dusunmeme gerek kalmadi.

Ben Su Yılmaz. Babası tarafından bile öldürülmeye çalışılan kız. Bir kimsesiz. Yıllarca kimsesiz olan fakat, tanımadığı bir kaç kişiye ailesi diye sarılan, kaderin oyuncağı Su Tekin. Ve şu an tek dileğim. Mezarda olan ailemin gerçek ailem olması.

Tunç yanında bir adamla içeri girerken gözleri beni buldu. Düğmeye bastığımda koridoru aydınlatan ışıkların ufak ışınları Tunç'un yanında gördüğüm kişiyi tanımama yetmişti. Bu hayatımı kurtaran Adamdı.

İkisininde gözleri beni incelerken bu bakışların anlamını anlamamıştım. Ve bu adamın buraya neden geldiğini?

Gözlerim gözlerini bulduğunda gözlerini çekmesini bekliyorken o bakmaya devam etti. Güzel gözleri beni etkisi altına alırken onun karşısında kendimi çırılçıplak hissettim. Bu düşünceyle gözlerimi  hızla gözlerinden çektim.

Yavaşça siyahlara büyünmüş büyük odaya geçtiklerin de bende farketmeden tuttuğum nefesimi dışarıya bırakıp hemen yanındaki küçük odaya geçtim. Kendimi doğan nevresim takımının süslediği yatağa attığımda her şeyi unutup sadece bir şeyi düşünmek istedim. Bir kaç dakikalığına sadece bir şeyi düşünmek.

Aklıma dolan düşüncelerden biri şu adamdı. Onu tanıyalı çok zaman olmamıştı. Ama bir kaç gün yaşadığım Bu olaylar onunla sanki bir kaç yıldır tanışıyormuşuz gibi hissettirmeye başlamıştı. Siyah ufak yastığı elime aldığım da yastığın kenarlarıyla oynuyordum. Bu benim önemli bir şey düşündüğümü dışarı vurma şeklimdi. Gözlerim ayın yerini güneşe bırakma hazırlıklarına çevirdim. Bu gece çok uzun olmuştu. Gözlerim ayın içeriye sızan sızıntılarını izlerken gördüğüm kağıt kafama vurmama sebep olmuştu. Kağıdı alıp girdikleri odanın kapısına gittiğim de siyah kapı aralık bırakılmış, adam siyah ufak koltuğa otururken Tunç siyahlara bürünen yatağa oturmaya tercih etmişti. Ve ben kulak vermek zorunda kalmıştım konuşulanlara. Çünkü konu doğrudan benimle ilgiliydi.

"Bilmiyorum, araştır. Fazla masum duruyor. Düşmanlarımın oyunu olabilir."

"Ateş, bilemiyorum. Göndermek en mantıklısı."

İsmi Ateş'ti. Karakterine efsane uyan bir isimdi. Onu birkaç gündür tanımama rağmen korku ve tehlike kokuyordu.

Konunun devamını dinlemek istemiyordum.

Sanki yeni geliyormuşum edasıyla siyah kapıyı çaldığımda beni olduğum yere çivileyen 2 göz ve yine neden gelmiş bu bakışıyla bana bakan Tunç'un boş gözlerine baktım.

"Be-ben bunu salonun yanındaki bir ufak odada silahla buldum, silah düşme sesinden bir kaç dakika sonra. Siz yokken."

Kekelemekte nerden çıkmıştı?

"Silah mı?"

Gözlerinde şaşırma duyusunun kırıntısı bile yoktu. Sesinde olmadığı gibi.

"E-evet"

Gerilirken bakışları koyulaşmış. Göz renginin koyulaşmasıyla vücuduma sinyaller gitmeye başlamıştı. Anında kızaran yanaklarımı da sayarsak bunu saklamak o kadar kolay değildi.

Hızlı adımlarla salona giden Ateş'in peşinden gitmek zorunda kalmıştım.

Karanlığın yerini yavaş yavaş aydınlığa bırakırken yavaşça aydınlanan siyah odanın içinde kamufule olmayı başarmış silahı, kamufule olması bile Ateş'in gözlerinden kurtarmamıştı.

Aldığı silahı hızlıca yere atarak silahın uçuşan parçaları ile birlikte çıkan rahatsız edici metal sesiyle beraber irkilirken tepkisinin en ufak parçasını bile izlemek üzere dikkatlice inceleyen mavi gözlerimi üstünden çekmemiştim. Ne tepki vereceği beni korkuya boğuyordu.

Duvara güçlü bir yumruk atmasıyla elinin acıdığını düşündüm. Ses odayı boğarken elinin kızarması saniyeler alırken onun çatılmış kaşları aynıydı. Yüzünde acıya dair hiçbir belirti yoktu.

"Bunu kimin yaptığını bulacaksın bana. Bu ne cesaret lan. Kim evime giriyor bu saatte?"

"Ateş sakin ol."

"Eğer oysa onu mahvedeceğim"

Kapının çalınmasıyla ben irkilirken, hızlı ve temkinli adımlarla önden yürüyerek kapıya ulaştı. Bu sürede gökyüzünü süsleyen ay ve çok az olsa da yıldızlar, yerini güneşe vermişti. Ama bu güneş benim karanlığımı aydınlatmaya yetmemişti.

Kapıdan siyah ceketini alarak hiç bir şey demeden çıkan Ateş, kapıyı sertçe vurdu. Onu bu haliyle ilk defa görmem bile yetmişti. Bu dünya çok farklı ve ben bu dünyaya ait değilim.

"Odana geç ve ordan çıkma."

Tutsak hayatımı geçirecektim. Ama içimden istediğim tek şey biraz dinlenmekti. Bu nedenle karşı çıkmadan odama geçtim. Odamın içinde diğer eşyalar gibi siyaha bürünmüş yatağa yöneldim.

Yatağa düşmemle teker teker aklıma düşen düşünceler uyumama engel olmaya çalışmaya başlamışlardı bile. Ayağa kalkıp yaşadığım olaylar yüzünden ertelemek zorunda kaldığım su ihtiyacımı karşılamak için kapımı sessizce açıp mutfağa yönelecekken bağırma sesleriyle olduğum yerde durdum. Daha sonra oluşan sessizlikle mutfağa doğru adım atmamla ses daha da yükseldi. Bu ses normal bir telefon konuşma sesi değildi. Bu bir kavga sesiydi.

Fazla umursamadan bir adım atacaktım ki Tunç'un ağzından düşen isim ile birlikte hareket etmem imkansız olmuştu.

"Selim"

Belki sadece uyarmak için aramıştı diye düşündüm. Bu yine büyük bir hataydı ama daha pembe bir hataydı.

Sesin geldiği odaya adım attım. Yaklaştıkça sinirli yükselen sesle duyabileceğim en uzak yere kadar gelip durdum.

"Onu çok sinir ettin Selim. Saçmalık bu. İlk Senden şüphelendi. Kızı kaçırmama şurda 2 gün kalmışken, kızı öldürebilecekken bunu yapman sadece salakça. Daha da dikkatli olacak. Ateş Tekin dikkatinden 2 kat daha dikkatli. Sen daha Ateş Tekin dikkatiyle uğraşamıyorken. Saçmaladın."

Hayat boş durmamıştı yine. Yüzüme büyük bir tokat daha vururken acımamıştı. Yaralarımı sarmama izin vermeden vurduğu bu tokat beni şu aralar çok yakın olan hise sürüklemişti. 

"Korku"
  

Ve ben yine ne yapacağımı bilmiyordum.

(*Multimedia Su ve Ateş)

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 11, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

GEÇMİŞİN KARANLIĞI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin