Her günüm istisnasız olarak bir şeyler hakkında düşünerek ve kendim hakkında belirli kararlara varmaya çalışarak başlıyordu ancak son üç haftadır ne kendim hakkında düşünebiliyordum ne de belirli kararlara varabiliyordum. Her şeyle dalga geçmeye alışmış olan karakterimi kaybetmiş yaptığım hatalarla yüzleşmeye çalışırken çok derinlere gömdüğümü düşündüğüm eski Jungkook'la tekrar yüz yüze kalmıştım. Ve bunun pek hoş bir durum olduğu da söylenemezdi açıkçası. Tae denen salak herifle konuştuğumuz gece Jimin uyuşturucu kullandığımı duymuş her ne kadar o an konuyu kapatsam da hastalığı hakkındaki konuşmamız bittiği an evin her köşesini aramaya başlamıştı. Park Jimin'in kalbi her ne kadar kırık olursa olsun naifliğinden ve temizliğinden asla ödün vermiyordu. Karşısındaki insana asla ama asla kıyamıyor, iyiliği için halden hale giriyordu. E hal böyle olunca da bende sesimi çıkaramadan ne yapmak istiyorsa yapmasına izin vererek kenarda oturup onu izliyordum. Pamuk şeker kıvamında bi herif olup çıkmıştım resmen. Evimin her köşesini didik didik etmesine -didik didik etmekten daha çok sinirlenmem için her bulduğu parçayı odaların ortasına fırlatmasına- sessiz kalmamın ve sanki çok güzel bir durummuş gibi bu hallerini derin bir gülümsemeyle izlememin başka bir anlamı olamazdı çünkü.
İşte o gece her yeri birbirine kattıktan sonra ben bu kadar dağınık bir yerde kesinlikle uyuyamam diyerek biricik arkadaşının evine gitmek istemişti. Ve o böyle bir şey isteyince biz de fark etmiştik ki o biricik arkadaşı aslında evimden hiç gitmemiş yalnızca kapının önünde Jimin'in ağlama sesini duymayı ve içeriye müdahale etmeyi bekliyormuş. Olaylar öyle gelişince de bana evi toplamak ve o evden çıkarken yatağımda unuttuğu hırkasına sarılarak uyumak kalmıştı. Resmen kuklası olmuştum bacak kadar çocuğun ve işin kötü tarafı bu duruma bir itirazım da yoktu. Olsundu biraz da ben onun paçalarının etrafında dolaşırdım, sonuç olarak yine dediklerime gelecektik.
Son cümlemi unutun. Çünkü içim kan ağlayarak ben de unutmak zorundayım. Dediklerime geleceğimiz falan yoktu. Çünkü çok değerli bebeğim kendimi affettirmek için çok şeye katlanacağımı anlamış olacak ki daha evimi terketmesinin üzerinden iki gün geçmesine rağmen beni gecenin bir yarısı bara, evet bara, çağırmıştı. Yapacağı her haltı tahmin edebiliyordum ve o da vereceğim tepkileri tahmin ediyordu bundan eminim ama yine de oynamak istiyordu. Kabul ederdim elimden bir şey gelmezdi.
Çok kıskanç değildim. Öyle eline koluna kimse değemez, sadece benim o, kimseyle konuşma gibi triplere girip kendini yeni alınmış çanta gibi hissetmesini de sağlamazdım. Ama herkes durması gereken yeri bilecekti ki sorun çıkmasın. Tamam onu sevebilirsin, herif dünya çapında yakışıklı buna yapabileceğim bir şey yok kafasına kese kağıdı geçiremem sonuçta ama git köşende sev. Aşkını içine göm git orada platonik olarak öl, gelip herhangi bir teklifte bulunma. Bulunadabilirsin sonuçta senin tercihin ama ben senin sağlığın için diyorum yani?
Yaani?
Yanisi şu ki, bu gece olacak olaylar büyük ihtimalle şu şekilde gerçekleşecekti;
Jimin'in anlamsız derecede tahrik edici giyinişi -kesinlikle deri pantolon giyecek ve ağır bir göz makyajı yapacaktı eminim-
İçkinin onu etkilediğini kabul etmeden içmesi,
Tepkimi görmek için sağda solda birine yürüyormuş ayaklarına yatması,
Kafayı bulması ve karşısındaki adamın ona içerideki odalardan birini işaret etmesi,
Benim katil olmam ve kapanış...
"Ne hayal ederek havayı yumrukladığını bana açıklamak ister misin?" Havada asılı kalan ellerimi sanki hiçbir şey yapmamışım edasıyla indirip kapıda beni izleyen Jin hyunga çevirdim bakışlarımı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Coming form the past [jikook]
FanfictionBen Jeon Jungkook. Sahip olduğum en değerli varlığı kendi yaptığım bir hata yüzünden kaybettim. Tanrı bana son bir şana vererek onu bana geri getirdi. Bu sefer, aynı hatayı asla yapmayacağım. Hazırım Park Jimin bu sefer kaybetmeyeceğim.