Gözlerimi yüzüne sabitledim, çünkü etrafta ondan daha güzel bir manzara yoktu. Geniş ve karanlık gökyüzünde birer mücevher gibi paralayan yıldızlar bile onun yanında sönüktü. Bunu nasıl yapıyordu, hiçbir zaman anlam verememiştim. İyi gözükmeye çalışmıyordu. Ama yine de iyi gözüküyordu. O mükemmeldi. Daha önce görmediğim şeyler görüyordum mavi gözlerinde. Kimsede görmediğim ve şimdiden bile sadece onda göreceğime emin olduğum şeyler.
Her şeye rağmen ona kızgın kalamıyordum. Kalbimi bin parçaya ayırmıştı. Ancak hala yanımdaydı ve ben ona gitmesini söyleyemiyordum.
Gözlerini yüzümde hissediyordum. Ama onun kadar cesaretli değildim ve başımı kaldıramıyordum. Yenik düştüm. Gözlerine bakmak için can atıyordum. Bir yanda da korkuyordum. Beni yine yerle bir edeceğine emindim. Yine de baktım.
Uzun bakışmanın sonunda gözlerini kaçıran ben oldum, çünkü biliyordum eğer daha fazla bakmaya devam etseydim kaybolurdum. Ya da kendimi kaybederdim. Derin bir nefes alarak temiz havayı içime çektim. Onun benim farkımda olmadığını bilerek yaşamak zordu. Aldığım her nefes, ciğerlerime birer bıçak gibi saplanıyordu. Ancak şimdi bu durumdayken nefes bile alamıyordum.
Ayağı kalktı ve yavaşça hareket etti. Bu kadar mıydı? Tek kelime bile etmeden gidecek miydi?
"Gidiyor musun?" diye sordum.
"Gitmemi mi istiyorsun?"
Afalladım. Verdiği cevap beni hazırlıksız yakalamıştı. Gitmesini istemiyordum. Evet cevabı çıkmayacaktı ağızımdan. Ancak hayır da demeyecektim. Sessiz kaldım ve bu onun gitmesini engelledi.
"Bunun en başından beri hata olduğunu sen de biliyordun." Diyerek eski yerine oturdu.
Hala sessizdim. Beni daha ne kadar kıracaktı? Ne halde olduğumu görüyordu.
"Unut gitsin."
Hızla balkon kapısına yöneldi ve eve girdi. Dış kapının kapanma sesini duyunca dizlerime kapandım ve son üç günü geri almayı diledim.