second

19 1 1
                                    

Kalbim hala daha sakinleşebilmiş değildi. Burada olacağı düşüncesi beni deli ediyordu. Heyecanımı gizleyemiyor, aptal gibi etrafa gülücükler saçıyordum. Odamda bir o yandan bir buyana gidiyor, camdan dışarı başımı çıkartıp temiz havayı ve doğanın kokusunu içime çekiyordum.

Leonardo. İsmi bile her şeyin durmasını sağlıyordu. Onu küçüklüğümden beri tanıyordum. Beraber çok fazla vakit geçirmiştik. O, Jack ve ben. Ağabeyimin en yakın arkadaşıydı. Jack bana bakmakla yükümlü olduğundan, onunla zaman geçirmek dışında bir seçeneğim kalmıyordu.

Ve ben büyüdükçe, onun ergenlik çağıdan çıkıp benim ergenliğe girdiğim zamanlarda, ona karşı bir şeyler hissettiğimi anladım. Ufak bir hoşlantı. Onu neredeyse her gün görüyordum ve çekici biriydi. Sadece hoşlanıyordum.

Fakat araya biraz daha zaman girdiğinde bunun hoşlantıyı çoktan aştığını fark ettim. Her gün onlaydım ve ne yaptığını biliyordum. Neyi nasıl sevdiğini, en çok sevdiği şarkıyı ve günlük rutinini. Ve ben bunları izlerken, yavaş yavaş, ona aşık olmuştum. Bu his, birini sevmek, onun yüzüne bakıp güzelliğinden dolayı huzuru hissetmek çok güzeldi. Sonra her zaman bu şekilde gitmeyeceğini anladım ve birden her şey tepe taklak oldu.

Çünkü o ağabeyimin en yakın arkadaşıydı. O benden altı yaş daha büyüktü. Etrafında daha büyük ve güzel kızlar vardı ve ben sadece arkadaşının kardeşiydim. O da beni kardeşi gibi görüyordu ve herkes bundan o kadar emindi ki, Jack bile beni bir haftalığına onunla aynı evde bırakacak kadar ona güveniyordu.

Bunları fark edip daha farklı bir açıyla bakmaya başladığımda, bana huzur veren yüzü bu sefer ulaşamayacağım bir güzellik olduğundan her bakışımda acıtmaya başladı. Onunla geçirdiğim her gün işkenceye döndü çünkü o dibimde duruyordu ve ben ona dokunamıyordum.

Yine de her seferinde onu görmek için can atıyordum. Sadece hala onu görebiliyorken bu şansı kullanmak istiyordum. Çünkü sonsuza kadar bu şehirde kalmayacağını biliyordum.

"Beatrice, ben gidiyorum!" diye seslendi Jack salondan. Onun gitmesi demek, Leo'nun gelmesi demekti. Yüzümdeki gülümsemeyi zorla da olsa gizledim ve somurtkan bir suratla odamdan çıktım.

"Beni özleyeceğini biliyorum. Büyük ihtimalle şu an, evde bu mükemmel varlık yokken ne yapacağını düşünüyorsun."

"Evet. Büyük bir kutlama yapmayı düşünüyorum. Bir haftalık huzur adına!" Elimde bir kadeh varmış gibi yaptım ve havaya kaldırdım.

"İşte Leo burada devreye giriyor." dedi ve Leo mutfaktan elinde kahve dolu bir bardakla çıktı.

"Merhaba!" diyerek bana el salladı. Heyecanımı gizledim ve bunun yerine şaşkınlığımı ortaya koydum.

" Hoşgeldin." dedim ve gülümsedim. Jack ile birbirimizden nefret eder gibiydik ama Leo ile hiç öyle olmamıştı. Leo bana da arkadaşı gibi davranırdı. Ne çok yakın, ne de çok uzak.

"Pekala. Parti yok. Eve birilerini atmak yok. İşte anne ve babamın yasakladığı her şey." Jack çantasını aldı ve kapıya yöneldi. Leo ile tokalaştıktan sonra bana döndü.

"Ağabeyine sarılmak ister misin, Beat?"

"Hayır." dedim ve sabit bir şekilde dikildim.

"Evet deseydin de ben sarılmazdım zaten." Kapıyı açtı ve ayakkabılarını giydi. "Görüşmek üzere!"

Onun arkasından kapıyı kapattığımızda derin bir nefes aldım ama nefesim boğazımda takılı kaldı çünkğ Leonardo yanımdaydı ve koca bir haftayı beraber geçirecektik.

YellowHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin