Alina'nın kulaklarını Lissa'nın sesi doldururken, gözlerini Kyron'un şaşkın ve endişeli bir biçimde bakan Kyron'a çevirdi. Yutkundu. Bedeni donmuştu. Söyledikleri şeyi hatırladı: Eğer bir şey olursa sadece ulu, biz geliriz. Acaba gerçekten bir şey mi olmuştu? Bunu görüp bakmak daha iyiydi.
Üçü de bir anda koşturmaya başladıklarında Alina da arkalarından son hızıyla koşturmaya başladı, ama onlar kadar hızlı değildi. Her ne kadar hızlı koşarsa koşsun, onlara yetişemiyordu. Mağarada kalmak da kesinlikle iyi bir karar olmadığından koşmaya devam etti. Nefes nefeseydi ve ciğerleri neredeyse patlayacaktı.
Kyron arkasına dönüp sadece birkaç saniyeliğine Alina'ya baktı. Ardından başını iki yana, usanmışçasına salladı ve Alina daha ne olduğunu anlamadan onu kucağına alıp koşmaya devam etti. Alina'nın ağzı açık kaldı. Soğuk rüzgâr, yüzüne yüzüne vuruyordu. Kyron çok hızlı gittiğinden dolayı öyle bir rüzgâr vuruyordu ki, neredeyse nefes alamayacak dereceye gelmişti.
İçinden küfrederek başını kürke gömdü. En azından şimdi daha iyiydi.
Birkaç dakika sonra, Lissa'nın olduğu yere ulaştılar. Kyron, Alina'yı yere bıraktığında, Alina da dâhil hepsi soluklandı. Alina yüzünü Lissa'ya çevirdiğinde, Lissa'nın sinirli olduğunu ve karşısında yabancı bir adamın olduğunu gördü. Adamın parlak kestane rengi saçları beline kadar uzun ve örgülüydü. Orta yaşlardan daha yaşlı görünüyordu ama yine de yaşlı olduğu belli oluyordu. Dudakları garip bir şekilde çok kalın, dolgundu. Kaşları gür, çatıktı. Boyu, buradaki herkesten uzundu. Güçlü bir adam gibi görünüyordu. Çıkık elmacıkkemiklerinden biri, yumruk yemiş gibi kızarmıştı. Görünüşe bakılırsa bu yumruk, Lissa'dan gelmişti.
Alina, Lissa'yı hayatta görünce, içine inanılamaz bir mutluluk doğdu. Gülümsedi ama bu gülümsemesi, Kyron'un, adama attığı bakıştan dolayı söndü.
Onu hafifçe dürterek, "Bu kim?" diye sordu.
Bu soruya bir yanıt alamadı. Kyron birkaç adım öne çıkıp adama meydan okuyucu bakışlar fırlattı. Başını sağa eğerek kirpiklerinin altından ona baktı. "Senin burada ne işin var, ihtiyar?"
Aslında o kadar da ihtiyar görünmüyordu. Ve adamın değişik bir şekilde çekiciliği, yakışıklılığı vardı.
"Sadece evlatlarımı görmek istedim." Adam pis pis sırıttı. "Oğlum," diye ekledi.
Alina yutkundu. Evlatlarım... Oğlum... Bu adam şüphesiz, Kyron'un babasıydı. Sürünün lideri. Tanrı adına! Burada neler dönüyordu? Alina'nın kalbi zıp zıp atmaya başladı ve neler olacağını merak etti. Bir olay olmamasını umuyordu.
"Ben senin oğlun değilim," dedi Kyron gözlerini korkutucu bir şekilde kısarak.
Adam iç çekti. "Nesin ya?"
Adamın arkasındaki Lissa, "Zevkinin iğrenç parçaları," dedi hırlayarak. Gözleri, buz mavisine çok yaklaşmıştı ama yine de buz mavisi değildi. Sanki bunu engellemek için elinden geleni yapıyormuş gibiydi.
Adam, Lissa'ya bakmaya tenezzül bile etmedi. Gözlerini Kyron'dan çekip Maris'e yönlendirdi. Ardından tam karşısında duran Kyron'u, elinin tersiyle kenara itip Maris'e doğru yürüdü. Kyron'un dudakları şaşkınlıkla aralanırken, özlemle sarılmaya başlayan Maris ile babasına baktı. Öfkesi, iyice belirginleşmeye yüz tutan keskin çene hatlarından belli oluyordu.
Alina, onun yanına gidip kolunu tuttu. "Sakin ol," dedi güven verici olduğunu umduğu bir sesle. "Hadi, biz gidelim," diyerek onu çekiştirdi ama ondan hiçbir hareket yoktu. Tıpkı bir dağ gibiydi. Yerinden oynamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şafağın Anısı
FantasyWATTYS 2018 KAZANANI! (KAHRAMANLAR KATEGORİSİ) Hreak ayağa aheste bir şekilde kalktıktan sonra kenarda yayılmış geniş postları eğilerek aldı. Geniş bir divanın üzerine düzgünce serdi. "Kyron demek," dedi yastıkları ustalıkla düzeltirken. "Genç çocu...