Düşüncelerimden sıyrılmak için sigaramdan bir nefes daha çektim. Karşımda küçük çocuğunun elini tutan kadın onaylamayan bakışlarıyla beni süzdü. Sanırım fazla "buraya ait" gözükmüyordum. Umrumda mıydı, tabikide hayır. Bir nefes daha çekip soluma döndüm ve dumanı üfledim. Karşımdaki trenin yansımasından kendime baktım. Evet, gerçekten buraya ait görünmüyordum. Uzun sarı saçlarım, sigara izmaritine bulaşan dağılmış koyu kırmızı rujum, sağ kaşımdaki piercingim ve koyu makyajımla daha çok merdiven altı mekanlara ait gibiydim. Annem şuanki halimi görse kalp krizi geçirirdi eminim.
Sigaramı yere atıp ayakkabımın ucuyla söndürürken karşımdaki kadına son kez ters bir bakış attım. Beni onaylamasına ihtiyacım yoktu. Sağ omzuma elektro gitarımı sol elime ise bavulumu alıp trene doğru hızlı adımlarla ilerledim. Trenleri seviyordum. Uzun yolculuklar için kesinlikle en iyi seçenekti. Biletime son kez bakıp yerime oturdum. En arkada, herkesten uzakta. En iyisi. Belki uyumak için en iyisi sayılmazdı ama yorgunluğum sayesinde çok geçmeden uykuya dalacağıma emindim.
İris.
Adımın anlamı ile bağlantılı olan donuk mavi gözlerim, uzun dağınık hafif dalgalı sarı saçlarım ve gereğinden düşük göz kapaklarımla benim.
İris.
Kapılarını herkese yıllar önce kapatmış, düşüncelerini yargılamayı uzun süre önce kendine yasaklamış, SOĞUK kişi. En azından diğer insanlara göre..
Çok şey geçti başımdan, evet. Belki ben abartıyorum ya da bilmiyorum. Emin değilim. Artık sadece kendim için yaşıyorum. Hayır. Annem için yaşıyorum. Adım kadar emin olduğum tek şey de bu. Mükemmel bir ailem, mutlu bir evim, sevimli yaramaz kardeşlerim yok. Her daim yanımda olan dostlarım, öğlen aralarında oturup yemek yiyebiliceğim arkadaşlarım yok. Ama yine de yaşıyorum, annemin aksine. Ve o benim yaşamam için öldüyse sonuna kadar da yaşayacağım.
Trenden indiğim gibi soğuk hava yüzümü yaladı. Bu ani değişiklik karşısında yüzümü buruşturdum. Bavulumu yere bırakıp deri ceketimin önünü kapadım. Yaşadığım yer tren istasyonuna çok yakın olduğu için şanslı sayılırdım. En azından bu soğukta kıçım donmayacaktı.
Hızlı ve büyük adımlarla eve doğru yürümeye başladım. Sadece iki günlüğüne şehir dışına çıkmıştım, annemin mezarını görmeye. Annemin mezarı başka bir şehirdeydi, evet. Kulağa nasıl geldiğinin farkındayım ama uzun süre önce başka bir şehre taşınmak zorunda kaldık. Bazı hafta sonları annemi görmek için gidiyordum.
Eve yaklaşınca adımlarımı koşar gibi atmaya başladım. Gerçekten üşümüştüm. Kapının önüne geldiğimde çalmak için elimi havaya kaldırdım. Ama içeriden gelen çığlık bana kapıyı kimsenin açmayacağının habercisi gibiydi.
Duru.
Aklıma ilk o geldi. Her şeyimden çok değer verdiğim küçük üvey kardeşim. Sadece 4 yaşında ama büyümüşte küçülmüş diyebileceğiniz tiplerden. Babalarımız aynı fakat annelerimiz farklı. Bu evde yaşamamın tek sebebi Duru.
Kapıyı çalmamın yararı olmayacağını bildiğim halde kapıyı yumruklamaya başladım.
"Açın su kapıyı!"
Avazım çıktığı kadar bağırdım. Karşılık alamayınca tekrar yumrukladım.
"İris abla!"
Duru'nun çığlığı beni olduğum yere çivilemeye yetmişti. Yine de nereden geldiğine anlam veremediğim bir soğukkanlılıkla çantamdan anahtarı çıkarıp hızlıca kapıyı açtım. Bavulumu ve gitarımı 2 odalı küçük evin bir köşesine fırlattım ve koşarak salona gittim.
Duru beni görür görmez tekrar çığlık attı. Şerefsiz Taner -kendisinden baba demeyecek kadar nefret ederim- Duru'nun saçlarını kavramış yerden yere vuruyordu. Kan bir anda beynime sıçradı.
"Bırak onu Taner!"
Güçlü bağırmamın etkisi olsa gerek boğazım yanmaya başladı. İki gündür evde yoktum ve Duru'nun yüzünde yeni olduğu belli olan bir sürü morluk vardı. Bu sinir katsayımı daha da arttırdı. Topuklu ayakkabılarımı sert zemine vura vura Taner'in yanına gittim. Tırnaklarımı derisine geçirip onu ittim. Sarhoş olsa gerek anında yalpalayarak arkasındaki koltuğa düştü.
"Bak bak bak, asi sürtüğümüz eve dönmüş!" Konuşurken bir yandanda sağ tarafında koltuğa dökülmekte olan içki şişesini eline aldı. Büyük bir yudum içti. Bağırabildiğim kadar bağırmaya başladım.
"Size bu çocuğa dokunursanız ikinizi de öldürürüm dememiş miydim! Canına mı susadın sen?" Son cümlemi Sevda'ya -Duru'nun annesi, üvey annem- bakarak söyledim. Kadın çeneni kapat der gibi elini havada salladı. Taner'in yanına oturup elindeki içki şişesini aldı. Büyük bir yudumda o aldı.
Sinirle gözlerimi devirdim. Artık katlanamıyordum, CİDDEN. Endişeyle Duru'ya döndüm. Küçüğüm yerde sessizce ağlıyordu. Hemen yanına çöktüm. Elimi saçlarının arasına daldırıp başını göğsüme yasladım. Saçlarını okşamaya başladığımda küçük dudaklarından sessiz bir hıçkırık kaçtı.
"Geçti birtanem. Özür dilerim. Kahretsin! Seni bu piçlerle yalnız bırakmamalıydım. Çok özür dilerim."
Sarsılarak ağlamaya başladığında onu kucağıma aldım. Dış kapıya doğru yürümeye başladım. Bir yandanda Duru'yu rahatlatmak için birşeyler söylüyordum. Kapının oraya gelince bir köşeye savurduğum bavulumu ve gitarımı aldım.Duru'yu kucağımdan indirmeden askılıktaki montunu üzerine geçirdim. Kapıyı sertçe kapatıp dışarıya çıktım.
Derin bir nefes aldım. Bir kaç saniye aklımı toplamak için beklemem gerekmişti. Soğuk iliklerime kadar işlerken daha sıkı giyinseydim keşke diye düşünmeden edemedim. Başımı yana eğip Duru'nun saçlarını öptüm.
"Geçti meleğim, her şey yolunda." Kendim bile buna inanmazken ondan inanmasını nasıl bekleyebilirdim bilmiyorum ama yapabileceğim tek şey buydu. Gecenin bir vakti bu soğukta sığınabileceğim tek bir yer vardı. Gülümsedim. Nedensiz bir gülümsemeydi. Tekrar derin bir nefes aldım. Beklediğimden daha canlı çıkan bir ses tonuyla konuştum.
"Hadi Gökhan abine gidelim Duru."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bilinmeyen (Askıda)
Teen FictionBİR SÜRELİĞİNE ASKIYA ALINMIŞTIR. BÖLÜMLER ÜZERİNDE DÜZENLEMELER YAPIYORUM VE BİRKAÇ BÖLÜM YAZDIKTAN SONRA DEVAM EDECEĞİM.