Paris... Ter, gübre ve biraz da balık kokusu burun deliklerimi rahatsız ederken gözlerimi açıyorum bu kokuya kayıtsız kalamadan. Başımda bir zonklama, gözlerimdeki o buğu geçsin diye beklerken ellerim zonklamanın sebebini aramak istercesine başıma gidiyor. Ellerim sanki günlerdir yıkanmamış gibi kaskatı kesilmiş kızıl saçlarıma ulaştığında ve saçlarımdaki katılığın asıl sebebi olan sıvıyı fark ettiğimde bedenimdeki ürperti rüzgardan mı yoksa korkudan mı kestiremiyorum. Sahi neredeyim ben? Görüş alanım netleştiğinde ara bir sokakta ayıklanmış balık kafalarının ve hayvan leşlerinin arasında olduğumu görüyorum ve o an gözlerim refleks olarak üzerimdeki kıyafetlere gidiyor. Yırtılan elbisemden görünen içliğim, elbisemin sımsıkı olması gerekirken sanki bağlanmayı unutulmuş ipleri, çıkarılmış korsem yüzünden darmadağın duran ve beni çuval yığını içindeymişim gibi gösteren bu anlamsız kumaş parçaları... Dizlerimi kendime çekiyorum çünkü o çuval yığınına eşlik eden kan gölünün bana ait olduğunu biliyorum. Beynim öyle duvarlar örmüş ki sanki " Hatırlamamalısın Veronica" demeye uğraşıyor gibi. Hatırlarsam kalbimi söküp atmak isteyecek, bir daha o küçük kız olamayacakmışım gibi.
"O küçük kızdan geriye bir şey kaldı mı gerçekten V?"
O gecenin her bir saniyesi beynime tekrar akın ediyor. "Leonardo! Lütfen bırak beni.. Baba.." Haykırışlarımı hatırladıkça o anları tekrar yaşıyor gibi acıyla doluyor içim. Gözyaşlarımın gözlerimde kuruduğunu ve geceye yenik düştüğümü hatırlıyorum en son. Küçük bir kız çocuğu o geceye yenik düşerken orada doğan o kadının ise aklında tek bir düşünce var.
O da intikam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEDİ BÜYÜK GÜNAH
General FictionRuhum yedi farklı iblise teslim olmuş gibi... Kanatlarımı bedenime sarmış tükeniyorum.