"Hissedebilir miyim onu?"
Genç kadın gülerek adamın karnına uzanan ellerini tuttu, sabırsızlığı onu da heyecanlandırıyordu.
"Hayır, henüz çok küçük."
"Bizi duyuyor ama, değil mi?"
"Evet, her şeyi duyabiliyor."
Adam gülerek kadının ellerini dudaklarına götürdü ve avuçlarını nazikçe öptü.
Az sonra sevgilisinin alnına düşen bir tutamı geriye atarken "İsmi sevdim." diye mırıldandı kadın.
"İkimizin bir parçası." diye cevap verdi bu kez adam. Ellerinden biri kadının yanağını, diğeri de karnını bulurken usulca fısıldadı: "Treplev Tekand... Vera Trepleva ve Levent Tekand'ın oğlu."
"Treplev Tekand... Kulağa da çok hoş geliyor."
"Neydi... 'İstanbullu' demekti Treplev, değil mi?"
Kadın kıkırdayarak başını salladı ve "Anlamlarından biri sadece." diye düzeltti.
"Ailesinin bir bütünü gibi..." diye de ekledi.
"Herkesi ortak bir paydada buluşturuyor, ne müjdeli bir bebek!"
"Çok da seviliyor... Ne de şanslı bir bebek..."
Adam gülerek başını sallarken "Oğlum?" diye mırıldandı bukleleri gün ışığında altın misali parlayan kadın. Usulca karnını okşarken "Sen çok mu seviliyorsun anneciğim? Baban seni çok mu seviyor? Annen seni çok mu seviyor? Çok mu seviliyorsun sen annem?" diye mırıldanmaya da devam etti. Üç kişilerdi. Çok mutlulardı.***
Gözleri hayli ilerisindeki gül bahçesine doğru yürüyen kadına takıldı. Birkaç dakika sonra saçlarını omzunda toplayarak Cüneyt'in zaten mesafe yüzünden seçemediği yüzünü iyice gizledi. Ardından gül bahçesinin hemen girişinde ona eşlik etmek üzere bekleyen lacivert takımlı adam aceleyle kadının yanına gitti ve birkaç kelime konuştuktan sonra tekrar girişteki yerine döndü.
Ne çok kişi vardı bu evde böyle. Neredeyse üç saattir arka bahçeye açılan verandadaki sallanan koltuklardan birine oturmuş, öylece öğrendiklerini sindirmeye çalışıyordu. Gözlerini kapatıp başını geriye yasladı, derin bir soluk alıp verdi. Yıllardır aradığını bulmanın sevinç çığlığı öğrendiği gerçeklerle bastırılmış hıçkırıklara dönüşürken ne düşüneceğini de bilmiyordu artık.
"Seni aradım." demişti dedesi ona şokla geçen uzun bir sürenin ardından nihayet kendilerinde konuşacak gücü bulduklarında.
"Yıllarca aradım ama bulamadım."
Öyleyse beni neden kovdun?"Annen öldü Treplev."
İrkilerek "Cüneyt." diye düzelttiğinde yılların etkisiyle buruşmuş olan göz kenarlarının daha da kırıştığını görmüştü.
"Bilmiyorsun, değil mi?"
Bir şey söylememişti, neyi bilmesi gerekiyordu ki?
"Annenin adını biliyor musun?"
Susmuştu, annesinin adını da bilmiyordu. Bildiği tek şey onu nüfusuna kaydettirecek bir annesi olmadığı için kimliğinde Bahar isminin yazdığıydı. Bahar kimdi, onu da bilmiyordu. Yıllar evvel babaannesine sorduğunda da bir cevap bulamamıştı buna. Zaten Cüneyt bu lanet olası hayatta neyin cevabını bulmuştu ki?!
"Vera." diye mırıldanmıştı dedesi.
"Vera Trepleva."
Dedesinin bakışlarına bir sis bulutu çökerken ifadesinin sertleştiğini fark etmişti.
Treplev de neyin nesiydi şimdi, ne diyordu bu herif?
"Adın bu olacaktı: Treplev Tekand."Treplev Tekand.
Cüneyt Tekand."Benim adım Cüneyt." demişti fakat kafasının içinde bir ses avazı çıktığı kadar bağırıyordu ona: Kimsin sen, sen kimsin, bu karşındaki kim, sen kimsin?
Gülmüştü dedesi, sonra Cüneyt birden soruvermişti ona, "Rus değilsin, neden Rus gibi davranıyorsun?" diye. Buraya gelirken Maksimillian Treplev ile karşılaşacağını biliyordu; çünkü zaten onu bulmak için gelmişti. Annesinin bir Rus olduğunu biliyordu. Babaannesinin ona ailesi ile ilgili anlattığı belki de kayda değer tek şeydi bu. Vicdansız ecnebinin biriydi anası, böyle söylerdi hep ona. Fakat dedesinin Rus kimliği ile yaşayan bir Türk olacağını kırk yıl düşünse yine akledemezdi. Demek bunca yıldır sandığının aksine annesi o kadar da ecnebi değildi. Babaannesinin bilmediğinden mi yoksa önem vermediğinden mi ona bunu söylemediğini kestiremiyordu. Aslına bakılırsa idrakinde olduğu tek şey bildiğini sandığı her şeyin büyük bir hızla değişmeye başlamış olduğu ve bunun onda yarattığı korkuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRAR
FanfictionKendinden kaçarken aşka yakalanan bir adamın ve kendini ararken aşkı bulan bir kadının, Selin ile Cüneyt'in hikayesi.