[ Merhabalar, daha önce de söylemiştim. Artık bölümleri elimden geldiğinde uzun aralar vermeden paylaşmak için elimden geleni yapıyorum. Muhtemelen birçoğu takip etmeyi ve hikayeye devam etmeyi bıraktı, ama Firar benim gerçekten sevdiğim bir hikaye. Bu yüzden devam etmek istiyorum, en azından hevesim tamamen kırılana kadar böyle yapacağım, hehe. Bu arada medyadaki şarkıları es geçmeyin lütfen, hatta eğer vakit ayırabilirseniz sözlerine de bir göz atın derim! Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın olur mu? Onlar beni gerçekten tahmin ettiğinizden çok daha fazla mutlu ediyor. Keyifli okumalar! ]
Midesinde yükselen alevi ve gırtlağını yakan sıvıyı hissederek açtı gözlerini. Tam karşısındaki duvarda asılı duran saat gecenin üçü olduğunun habercisiydi. Can havliyle yataktan fırladı, banyoya ulaşmaya çalışıyordu. Üç adım atıp koridora çıkmıştı ki bacakları birden kartondan yapılmışçasına bükülüverdi, olduğu yere öğürerek kusmaya başladı. Gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarında iki ince şerit oluştururken boğazındaki acının onu öldüreceğini düşündü. On yedi yaşındaki bir erkek için utanç duyulması gereken bir hareketti, ama biraz bile umrunda değildi. Midesinden ikinci bir alev dalgası içini cayır cayır yakarak gırtlağına ulaşırken alnında soğuk bir el hissetti. Nazik dokunuşlar perçemlerini geri çekerken özür dilemeye çalıştı, her yeri batırmıştı.
"Yok, yok, önemli değil annem, rahatlarsın birazdan, düşünme burayı, temizlerim ben."
"Ben temizlerim." demek için ağzını açtı, ama ilk heceyi bile söylemeden hıçkırarak tekrar kusmaya başladı. Konuşamıyordu bile. Hayatında ilk kez o gece gerçekten çaresiz hissetmişti.***
Gözlerini açıp komodinin üstündeki saate baktı, öğleye geliyordu. Bu saate kadar uyumuş muydu? Doğrulup gözlerini ovuştururken neden kimsenin onu uyandırmadığını merak edip uyuşuk hareketlerle yataktan çıktı. Banyoya girdi, aynadaki yansımasına bakarken derin bir soluk alıp verdi, korkunç görünüyordu. Tıpkı geçirdiği gece gibi. Parmaklarını saçlarının arasından geçirip elini yüzünü yıkadı. Aceleyle üstünü giyinip odasından çıktı, koridorda gördüğü çalışan kadınlardan birini çevirip neden kimsenin onu uyandırmadığını sorunca dedesinin onu uyandırmamalarını söylediğini öğrendi. Kafası karışmış bir halde dedesinin bugün dinlenmesini istediğini söyleyen kadına başını salladı.
Yani bugün kimse şirkete gidip dosya okumasını beklemeyecekti ondan, öyle mi? Derin bir nefes alıp verdikten sonra bir saniye bile düşünmeden evden çıktı. Görmek istediği çok az yüz arasından en çok özlediğiydi, Adile ablasınınki. Geceleyin, "Cüneyt, oy benim kuzum! Bak sen şimdi uzan yatağa, kapat gözlerini de, ben ne anlatacağım şimdi sana." demişti telefonda genç adamın sesini duyar duymaz. Ne iyi biliyordu onu nasıl sakinleştireceğini. O anlattıkça göz kapakları ağırlaşmış, uyku bastırmış, midesindeki ağrıyı ve bulantıyı yavaş yavaş unutmuştu. En nihayetinde tamamen uykuya teslim olduğunda derin nefesleri genç adamı ele verirken kapatmıştı telefonu kadın. Sonra da anaç bir öfkeyle Recai'nin yakasına yapışıp çocuğu eve geri getirmesi için dırdır edip durmuştu. Aslında karışmazdı hiç Recai'nin işlerine. Ama Cüneyt'in telefondaki o sesi içini sızlatınca dayanamamıştı. Recai geceyi kadını sakinleştirmeye çabalayarak geçirirken Cüneyt de huzursuz uykusundan midesinden yükselen dehşet bir bulantı ile uyanmış, soluğu banyoda almıştı. Kustuktan sonra ise banyonun fayans zeminine oturup sırtını duvara yaslamış ve bir güzel ağlamıştı. Yalnızlığın en iyi kısmı buydu işte: Kendi kendine dilediğince ağlayıp sızlanabilmek.Evden çıkıp seri bir şekilde yürümeye başladı. Ağzına tek lokma koymamıştı. Midesi bulanmadan kendisini ait olduğu o yere atmak istiyordu. Asıl evine, gerçek evine. Yeterince uzaklaştığından emin olduktan sonra bulduğu ilk taksiyi çevirip adresi verdi. Ardından da telefonunu çıkarıp yolda olduğunu haber etti. Gittiğinde kahvaltı hazır olacaktı kesin. Yaklaşık bir buçuk saati camdan dışarıyı seyrederek geçirdikten sonra evin yakınlarında bir yerde taksiden inip o tanıdık ağaçların arasından yürümeye başladı. Eve vardığında bahçede volta atarak onu bekleyen Adile'yi görür görmez seğiren gözüne aldırış etmeden koşmaya başladı. Ufacık kadına sarılmak için iki büklüm olup başını omzuna dayarken de ıslanan gözlerini gizlemek için yüzünü kadının kabarık, kıvırcık saçlarına doğru çevirdi. Tanıdık dokunuşlar saçlarını okşayıp tatlı tatlı kahvaltının hazır olduğundan, çayı soğutmamak için hemen içeri girmeleri gerektiğinden bahsederken dağılan yüz ifadesini toparlayarak geri çekildi. Birlikte salondaki masaya geçtiklerinde Sadri de üzerindeki tişörtte yağ lekeleriyle yanlarına gelmiş, genç adama ters bir bakış atarak "Ulan zibidi!" demişti. Cüneyt ağzına peynir atarken gözlerini devirerek "Ne oldu Sadri abi?" diye homurdanınca Sadri genç adamın ensesine bir tane patlattı.
"Yapma lan öyle gözlerini bana!"
"Abi vurmasana ya, bir şey yiyoruz şurada!"
"Mızmızlanma, mızmızlanma, çabuk zıkkımlan da sonra şu arabanın motoruna bir bak, illet etti beni sabahtan beri, basacağım tekmeyi, parçalanıp gidecek en sonunda... Tövbe tövbe..."
Cüneyt gülerek başını sallarken Adile'nin az evvel bal sürdüğü ekmekten bir ısırık aldı.
"Nasılsın kuzum, miden ağrıyor mu bugün?"
"İyiyim abla. Senin elinden bir şeyler yiyince turp gibi oluyorum ben."
"Oy Yavrum benim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRAR
FanfictionKendinden kaçarken aşka yakalanan bir adamın ve kendini ararken aşkı bulan bir kadının, Selin ile Cüneyt'in hikayesi.