3: Uçakların Şanzıman Contası

937 92 20
                                    

Gözlerini silerek başındaki şapkayı düzeltti. Hıçkırıkları inlemelere dönüşürken artık göz kapakları da sızlamaya başlamıştı. Daha attığı ilk adımla, dirseğinin altından tutarak ona destek olmaya çalışan adamın kollarına aniden yığılıverdi. Mezarlıktan az önce ayrılmışlardı.
"Çok canım yanıyor Tayfun amca."
"Biliyorum." diye fısıldadı yaşlı adam gözlerinde geçmişin gölgesiyle ona sarılırken.
"Biliyorum kızım, biliyorum... Fakat geçecek... Sana söz veriyorum geçecek."
"Sen anlarsın... Ama babam hiç anlamıyor. Anlaması için senin gibi yaşa-"
"Şş, Selin... Böyle şeylerden bahsetmek yok."
Geri çekilirken kederli gözlerle karşısındaki adama baktı.
"Babamın seninle aynı şeyleri yaşayarak acı çekmesini istemiyorum. Sadece... Beni anlasın istedim... Ama anlamadı."
"Babanı ne kadar sevdiğini biliyorum kızım, kaygılanma."
Biliyordu, çok ama çok iyi biliyordu; zira kendisine olan bağlılığı da zaten, zamanında babasının hayatını kurtarışından değil miydi?

***

Uçurumun kıyısında, ucunda tüm ağırlığı ile çocukluğu asılı duran bir halatı var gücüyle tutuyordu Cüneyt. Öyle ki o ip artık avuçlarının derisini yüzüp kemiğe kadar dayanmıştı. O kadar çok kanıyordu ki ellerini de göremiyordu artık. Oysaki başını ne zaman önüne eğip baksa oradaydı ayakları ve sağlamdı. Fakat ne yazık ki ellerini kesip kanatan o ipi bırakıp gidebileceğini henüz idrak edememişti. Kıyısında durduğu o uçurumun 'geçmiş' olduğunu ve 'geleceğin' bu uçurumun çok çok uzağında olduğunu bilmiyordu. Yaşanmışa böylesine tutunmak ellerini parçalayıp atmıştı. Yine de fark edemiyordu. Genç adam ne yazık ki yiten günlerin yasını tutmayı bırakıp henüz yaşanmamışlar için çabalamak yerine, tuttuğu yasın hesabını sorma peşinde koca bir ömrü de çöpe attığını göremiyordu.

Uçak havalanırken pencereden dışarı baktı, kafasının içinde dans eden onlarca düşünceye rağmen dudakları düz bir çizgi halinde, ifadesi ise sabitti. Az ilerisindeki koltukta oturan genç kıza meraklı bir bakış attı, tuhaf bir şey vardı duruşunda, bakışları da hep hüzünlüydü. Şimdi bembeyaz bulutların üstünde bir pamuk tarlasının üzerindeymişçesine süzülen uçak, az evvel havalanırken nasılda gerilmişti suratı. Başta uçaktan korktuğunu düşünmüştü Cüneyt. Fakat sarsıntılar kesildikten bir süre sonra da yüzündeki o ifade kaybolmayınca bir kez daha yanılarak kızın yüksekten korktuğuna kanaat getirmişti.

Üçü birlikte uçağa binmeden birkaç saat önce öğrenmişti Selin'in, dedesinin iş ortağı ve yakın bir dostunun tek kızı olduğunu. Birkaç gün önce aklından geçirdiği ihtimallere gülerek şöyle bir süzmüştü o an genç kızı. Üstünde kırmızı bir palto ve ipek bir gömlekle kumaş bir pantolon vardı.

Kırmızıyı seviyor, diye düşündü oturduğu yerde bakışları bir kez daha kızın gömleğinde oyalanırken. Sonra tekrar başını çevirip bembeyaz bulutlara baktı. Eve dönüyordu. Değil mi? Ama eve dönüyor gibi hissetmiyordu. Evden ayrılıyor gibi de değildi hissettikleri. Bir bilinmeze doğru gidiyorlardı ve bundan sonrası ne olacaktı, kendisi de bilmiyordu. St. Petersburg'a gelirken niyeti onu annesiz bırakan dedesinden intikam almaktı. Öğrendikleri ve bildiklerinin çakıştığı bu noktadaysa artık istediği tek şey gerçeklerdi. Geçmişini istiyordu Cüneyt, doğru neyse onu.

FİRARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin